Türkmenler için 1917 yılı gerçekten kötü bir milat olmuş, bu bölgede Osmanlı’nın geri çekilmesinden sonra Irak’ın İngiliz Mandası altına girdiği bir sürece girilirken âdeta ortada sahipsiz kalan Türkmenler baskı ve zulmün başlayacağı bir döneme girmişlerdir.
Uğur UTKAN
Türklerin Irak topraklarına gelmeleri Hicrî 54 senesine (Milâdî 674) kadar uzanmaktadır. Emevî Halifesi Muaviye bin Ebu Süfyan tarafından görev yaptığı Irak’tan Horasan’a vali olarak tayin edilen Ubeydullah Bin Ziyad, Horasan’ın dinî ve siyasî merkezi olan Buhara üzerine sefere çıktı. 24.000 askerden oluşan düzenli bir orduyla Ceyhun’u geçen ilk vali olan Ubeydullah bin Ziyad başarılı bir ilerleme kaydederek Râmisîn’i, Nesef’i ve Baykend’in bir kısmını aldıktan sonra Buhara’yı kuşattı. Çaresiz kalan Buhara hâkimi Kabac Hâtûn sulh talebinde bulundu. Taraflar arasında yapılan antlaşmaya göre şehrin hâkimi yıllık 1 milyon dirhem ve 2000 savaşçı verecekti.
Ubeydullah bin Ziyad bu antlaşma sonucu iyi ok atabilen iki bin kadar muharip Türk’ü yanına alarak Irak’ın güneyindeki Basra kentine getirmiştir. Böylece Türklerin Irak topraklarına gelmeleri H.54 (M.674 senesinde) Emevi valilerinden Ubeydullah Bin Ziyad’ın Irak’ın güneyindeki Basra kentine iki bin Türk’ü getirmesiyle başlamıştır. Getirilen bu iki bin Türk için Basra kentinde Buharalılar Sokağı adında bir sokak kurulmuştur. Böylece Türkler ilk kez İslâm devletinin hizmetine girmiş oldular. Bu durumun fetihlere olumlu yansıdığı varsayılabilir. Yine ileriye yönelik fetih hedefleri anlaşmalar yoluyla zamana yayılmıştır. Basra’ya yerleştirilen bu Türk okçularından, Yemame’de âsî Arap bedevîlerinin bastırılmasında yararlanıldığı biliniyor. Basra’da Ubeydullah bin Ziyad’ın gözde adamlarından biri olan Reşidü’t-Türkî adındaki mevlâsının da Basra’ya yerleştirilen Türkler arasından yükseldiği şüphesizdir.
- yüzyılda, Buhara’dan Basra ve Bağdat’a kadar daha fazla Türk askeri yerleşti. Ardından gelen Abbâsî dönemi sırasında, daha binlerce Türkmen savaşçısı Irak’a getirildi; ancak, Irak’a yerleşen Türkmen sayısı önemli değildi ve bu nedenle ilk Türkmen dalgası, yerel Arap nüfusuna asimile oldu. Horasan ve Mâverâünnehir’de fetihlere girişen İslâm ordularına katılan Türk beyleri (prensleri, soyluları veya asilzâdeleri), daha Emevîler döneminde orduda önemli görevler almaya başlamışlardı. Türklerin üstün savaş yetenekleri ve ok atmaktaki maharetleri, İslâm kumandanlarının dikkatini çekmiş ve onları ordularına almalarına yol açmıştır. Böylece Türkler, henüz okçuluk sanatını bilmeyen Arap askerlerine eğitim yaptırıyorlardı.
Hicrî 132 (Milâdî 749) yılında Yezid bin Ömer bin Hübeyra, birkaç ay kuşatmadan sonra, Ebu Cafer el-Mansur’a Vasıt şehrinde teslim olduğu zaman, yanında 2300 Buharalı Türk askeri bulunuyordu. Horasan Valisi Abdullah bin Tahir, halifenin emri üzerine Türkistan’ın çeşitli şehirlerinden her yıl Irak’a 2000 Türk savaşçısı gönderiyordu. Hicrî 138 (Milâdî 755) yılında ise, Horasan valiliğinde bulunan Fazl bin Yahya el-Bermekî, Abbasî ordusunda hizmete alınmak üzere 20.000 Türk savaşçısını Irak’a gönderdi.
Türklerin Irak’a gelişlerinin, Abbasî döneminde ve özellikle Halife Me’mun ve halefi Halife Mu’tasım’ın iktidarları sırasında meydana gelen bir takım siyasi gelişmelerden dolayı daha da sıklaştığını görüyoruz. Halife Mu’tasım zamanında Türklerin Abbasî ordusuna alınmaları işlemine daha fazla önem verildi. Böylece Suğd, Fergana, Esruşene ve Taşkent bölgelerinden gelen deneyimli Türk subayları, halifenin Hassa ordusuna alınıyordu. Hicrî 211 (Milâdî 836) yılında Mu’tasım’ın emriyle Türk kumandanı Aşnas tarafından Türk hassa askeri için Samerra şehri kuruldu. 70 bin mevcutlu olan Samerra, böylece yarım yüzyıl (836-884) kadar hilafet merkezi olmuştur.
Abbasi Devletinin kuruluşundan sonra Halife Ebu Cafer el Mansur zamanında (754-755) Türkler hilafet merkezinde görülmeye başlamışlardır. IX. yüzyılda Abbasi Halifesi Memun zamanında da bazı Türk toplulukları bu ülkeye yerleşmiştir. Halife Me’mun’un tahta oturmasında büyük rol oynayan Türkler, Bağdat’a yerleştirilmişlerdi. Abbasîlere cephe alan Şii Araplara karşı hilafet makamını savunmak için, Türklere dayanmaktan başka bir çare bulamayan Me’mun, Türkistan’dan Türk askerinden oluşan yeni kuvvetleri hilafet merkezi olan Bağdat’a getirtiyordu. Halife Cafer el Mansur Bağdat şehrini kurdurmuş ve burada Türklerden meydana gelen askerî kıta için bir de garnizon inşa ettirmiştir. Halife Harun’ür Reşit (786-809) daha da ileri giderek muhafız birliğinin tamamını Türklerden kurdurmuştur. Güçlerini gittikçe arttıran Türk hassa ordusu, halifenin tahta geçişinde ve tahttan indirilmelerinde tek güç ve söz sahibi olmuştur.
Lakin esas olarak Irak’taki Türkmenlerin büyük ölçekli göçü, 1055 yılında Selçuklu hanedanının ikinci hükümdarı Sultan Tuğrul Bey’in, Mekke’ye giden kutsal yolu onarmayı amaçlayan saldırısıyla gerçekleşmiştir. Irak’a giren Sultan Tuğrul Bey’in adına Bağdat’ta hutbe okutulması ile 1918 yılı sonuna kadar devam edecek Türk hâkimiyeti başlamıştır. Irak’a en yoğun Türkmen göçü, Selçuklular döneminde gerçekleşmiştir. Selçukluların Irak’a hâkim olmasıyla birlikte egemenlik altına alınan bölgeler Türkmen beyleri tarafından yönetilmeye çalışıldı. Bu dönemden başlayarak sonraki 150 yıl boyunca, Selçuklu Türkleri, Kuzey Irak’ın en değerli yolları boyunca Türkmenleri (özellikle Telafer, Erbil, Kerkük ve Mandali olmak üzere) yerleştirdi; bu bölgeler modern Irak Türkmen topluluğu tarafından Türkmeneli olarak tanımlanmaktadır. Bu yerleşimlerin birçoğu, Selçuklu İmparatorluğu’nda askerî ve idari görevler üstlenmiştir.
Aynı coğrafyada Karakoyunlu Devleti’nin kurulması ile birlikte Türkmenler devlet teşkilatlanmasına yönelmişlerdir. Karakoyunlu Devleti’nden sonra 1470 yılında Musul-Kerkük bölgesinde kurulan Akkoyunlular bölgeye hâkim oldular. Bir müddet Akkoyunluların elinde kaldıktan sonra 1508 yılında Safeviler tarafından işgal edildi.
Tüm bunlar yaşanırken on altıncı yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar, başlıca rakipleri olan Safevilerle savaşarak Irak’a doğru genişlemeye başlamıştı. 31 Aralık 1534’te gerçekleşen Osmanlı-Safevi mücadelesinin sonucunda Osmanlı egemenliğine geçen coğrafya, Osmanlılar tarafından altı sancak altında bir eyalet merkezi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu içinde yeterince güvenli hâle gelen Musul da bölgedeki diğer tüm idari bölgelerden sorumlu başlıca eyalet (vilayet) oldu. Yaptığı başarılı muharebelerle Safeviler’i yenen Sultan Süleyman Han, Bağdat’a girdi ve vilayetin altyapısını yeniden inşa etmeye başladı, ayrıca Kerbela’da bir baraj inşaatı ve şehrin çevresindeki büyük su projelerinin yapılmasını emretti. Yeni vali atandıktan sonra, kasaba 1.000 piyade ve 1.000 süvari askerinden oluşacaktı. Ancak, 89 yıl süren barışın ardından savaş patlak verdi ve şehir kuşatıldı, nihayetinde 1624’te Şah Abbas tarafından fethedildi. Safeviler, 1638’e kadar şehirde hüküm sürdüler, bu tarihte Sultan IV. Murad’ın komutasındaki büyük Osmanlı kuvveti Bağdat’ı tekrar ele geçirdi. 1639’da imzalanan Zuhab Antlaşması ile Osmanlılar Irak’ta kontrolü ele geçirerek iki imparatorluk arasındaki askerî çatışmayı sona erdirdi. Böylece, 1638’de Bağdat’ın fethedilmesinin ardından Sultan IV. Murad’ın ordusuyla birlikte daha fazla Türk bölgeye yerleşti, bazıları ise daha sonra diğer ünlü Osmanlı figürleriyle birlikte geldi. IV. Murad 1638’de Bağdat’ı yeniden ele geçirdiğinde Türkler büyük bir akınla Irak’a yerleşmeye devam etti. Sultan I. Süleyman ve Sultan IV. Murad devirlerinde yapılan başarılı fetih harekatları, bölgeye büyük bir Türk göçünün önünü açmıştır.
Kısacası Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular dönemlerinde Irak’a yapılan göçler Osmanlı İmparatorluğu’nun döneminde daha da artış göstermiş ve Irak’a yapılan en büyük Türkmen göçü, Osmanlı idaresi sırasında (1535–1919) dört yüzyıl boyunca gerçekleşmiştir. Osmanlılar, Anadolu’dan göçü teşvik ederek Türkmenleri Kuzey Irak’a yerleştirdiler, ayrıca dinî alimler de getirerek Hanefi (Sünni) İslam’ı yaymaya başladılar. Bölgede sadık Türkmenler yaşarken, Osmanlılar Mezopotamya’nın güney eyaletlerine giden güvenli bir güzergahı koruyabildiler. Fetih sonrası Kerkük tamamen Türk kontrolüne geçti ve “Gökyurt” olarak adlandırıldı. Irak Türkmenleri Osmanlılar zamanında en etkili şekilde devlet kademesinde görev aldılar. Modern Irak Türkmenleri, Anadolu ve Türk devletiyle olan ilişkilerini esasen bu döneme bağlamaktadırlar.
Bu bölge, Birinci Dünya Savaşı’ndaki İngiliz ileri harekâtına (1917) kadar, yaklaşık dört yüz sene Osmanlı Devleti yönetimi ve medeniyeti hakimiyetinde kalmıştır.
Türkmenler için 1917 yılı gerçekten kötü bir milat olmuş, bu bölgede Osmanlı’nın geri çekilmesinden sonra Irak’ın İngiliz Mandası altına girdiği bir sürece girilirken âdeta ortada sahipsiz kalan Türkmenler baskı ve zulmün başlayacağı bir döneme girmişlerdir.
1920 yılında İngilizler tarafından hazırlanan geçici Anayasa ile Irak halkının Arap, Türkmen ve Kürt milletlerinden oluştuğu kabul edilmiştir. Bu anayasanın 14.maddesi gereğince Türkmenlere ana dilleri (Türkmence) ile öğrenim görme hakkı tanınmış olmasına rağmen bu haktan mahrum bırakılmışlardır.
1922-1923 sürecinde yapılan Lozan görüşmelerinde İngiltere, Irak’ta bulunan Türklerin Anadolu’nun uzantısı sayılmaması için Türkmen kavramını kullanmıştır. Fakat bu durum genel kabul görmeyip 1959 yılına kadar Irak Türkleri olarak adlandırılmıştır.
Osmanlı monarşisinin sona ermesinin ardından, Irak Türkmenleri, Anayasa Yapıcı Meclis seçimlerine katıldılar ve seçim sürecine katılımlarını, Kerkük’ün idaresinde Türk karakterinin korunması ve Türkçenin tanınması koşuluna bağladılar. 1925 anayasasında, Araplar ve Kürtlerle birlikte Irak’ın kurucu bir unsuru olarak tanınmalarına rağmen, daha sonra bu statü kendilerinden alındı.
Bu süreçte yaşanan 1924 Kerkük Katliamı ile de Irak Türkmenleri anavatandan ayrıldıktan sonra ilk soykırımla karşı karşıya kalmıştır.
1930 İngiliz-Irak antlaşması ile manda yönetiminin sonra ermesi ve Irak’ın 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmesi sonrasında bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte Irak Türkmenlerinin karşılaştıkları baskı ve şiddet katlanarak artmıştır. Gittikçe dayanılmaz bir hâle dönüşen asimilasyon, zorunlu göç ve siyasi baskılara maruz kalan Irak Türkleri, kimliklerini ve varlıklarını koruma mücadelesi vermiştir. Özellikle Kerkük gibi stratejik bölgelerde demografik yapının değiştirilmesi girişimleri, Türkmen toplumunun en önemli endişelerinden biri olmuştur.
1936 yılında hükümet başkanlığına getirilen Memlûk Türklerinden Hikmet Süleyman’ın iki sene sonra istifa etmesinin ardından Irak Türklerine yapılan baskılar daha fazla artmıştır. 1937 yılında Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında oluşturulan Sâdâbâd Paktı vesilesiyle Irak’a giden Türk heyeti Kerkük ziyaretinde yoğun ilgi görmüştür. Bunun ardından, pek çok Türkmen aydını sürgün edilmiştir. Bu olaydan sonra da Türkiye’den gelen heyetin bölgeyi ziyaret etmesine Irak yönetimi tarafından izin verilmemiştir.
Bu süreçte Irak Türkmenlerine yönelik gerçekten büyük yankı uyandıran bir katliam gerçekleşmiştir. Kerkük’te petrol şirketinde çalışan Türkmen işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle düzenlemiş oldukları toplantı ve yürüyüşe 12 Temmuz 1946 tarihinde polis kuvvetleri ateş açmıştır. Irak yönetimi, Türkmenlerin direniş hareketlerini sindirmeye çalışmıştır. Kendi dillerinde yayın yapma ve eğitim verme gibi pek çok temel hak ve hürriyetleri kısıtlanmış ya da bütünüyle yasaklanmıştır. Ayrıca Türkmenlere ait olan bütün derneklerin faaliyetleri ve kültürel ve sosyal faaliyet gösteren dernek kurmaları yasaklanmıştır.
1955 yılına gelindiğinde Türkiye, Irak, İngiltere, İran ve Pakistan arasında imzalanan Bağdat Paktı sayesinde daha ılımlı ilişkiler gündeme gelmiştir. Fakat bu gelişmeler de Türkmenlere yönelik baskı ve asimilasyon faaliyetlerinin azalmasını engellememiştir. Ama anlaşmanın getirdiği bazı olumlu durumlar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlileri Irak Türkmenlerinin seyahat etmede sıkıntı çekmemeleri ve Türkiye’de yükseköğrenim yapmalarına izin verilmesi gibi haklarda iyileştirmeler yapılmasıdır.
Irak Kraliyet rejimi Birinci Dünya Savaşı sonrasından uyguladığı İngiltere yanlısı politikalar neticesinde 1957 yılının temmuz ayında, General Abdülkerim Kasım liderliğinde askerî darbe gerçekleştirmiştir. Bu askerî darbe sonucunda Irak’ta Kraliyet rejimi sona ermiş ve yerine Cumhuriyet ilan edilmiştir. Darbecilerin 27 Temmuz 1958 tarihinde çıkardıkları geçici anayasada ilk kez vatandaşlık eşitliği iptal edilip üçüncü maddeye yeni bir hüküm eklenmiştir: “Irak’ın varlığı bütün vatandaşları işbirliği, haklarının korunması ve hürriyetlerin güvence altına alınması esasları üzerine kurulur. Araplar ve Kürtler bu vatanda ortaktırlar ve Irak’ın birliği çerçevesinde Millî hakları korunur”. Maddeden de anlaşılabileceği üzere Türkmenler bu anayasa ile beraber azınlık durumuna düşürülerek isimleri dahi yer almamıştır.
1963 yılında Kasım’ı deviren General Abdülselam Arif iktidarı ele geçirdi. Bu tarihten 1968 yılına kadar Irak Türkmenleri önceki dönemlere göre daha rahat olmuşlardır. Siyasi baskılar azalmış ve Türkiye’ye gidiş-gelişler kolaylaşmıştır.
Lakin 1968 yılına gelindiğinde tekrar Abdülkerim Kasım dönemindeki vaziyete geri dönülmüş ve 2003 yılına değin Bağdat rejimlerince Türkmenlere yönelik kitlesel yok etme gayesi güden politikalar uygulanmaya devam etmiştir.
31 Ağustos 1996’da KDP Başkanı Barzani’nin yazdığı mektup neticesinde Bağdat rejim güçlerinin Erbil’de yaptığı katliamdan sonra özellikle Barzani’nin başını çektiği Kürt grupların Türkmenlere karşı sertleşen tavırları dikkat çekicidir. 2003 öncesi Bağdat rejim unsurlarıyla iş birliği içinde olarak, 2003’teki Irak işgali esnasında da ABD’yle yaptıkları iş birliği sayesinde iyice Türkmenlere karşı kabadayılık kokan tavırlar ortaya koymuşlardır. 22 Ağustos 2003’te Türkmenlere ait Tuzhurmatu ve Kerkük’teki olaylar örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca ABD, Türkmen şehri Kerkük’ün Kürtleştirilmesine ve Türkmenlere etnik temizlik yapılmasına destek vermiştir. Tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi 2003’te de Kerkük, Kürtler tarafından işgal edilmiştir. Şehir yakılıp yıkılarak yağmalanmıştır. Tapu ve nüfus daireleri yakılmış ve Kerkük’e yüz binlerce Kürt yerleştirilmiştir.
Irak Savaşı sonrası, Arap medyasında yaşanan Kürt karşıtı eğilim neticesinde, Türkmenleri savunma olgusu ortaya çıkmıştır. Operasyon tarihine kadar haberlerde bile gündeme getirilmeyen Türkmenlerin, artık bazı yazarların ve çalıştıkları gazetelerin odak noktası olduğu görülmektedir. Türkmenlere yapılan haksızlıklar, Arap medyasının gündemine oturmuştur.
2003 yılına kadar siyasette hiç faaliyet gösteremeyen Türkmenler 2003’den sonra siyaset alanında faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu durumun yıllar sonra Türkmenlerin siyaset yaşamına olumsuz bir durum olarak yansıdığı görülmektedir. ABD’nin Irak işgali sonrasında, Irak’ın yeniden yapılandırılması çalışmaları ve bununla birlikte ifade özgürlüğünün görece gelişmesiyle, Irak’taki tüm etnik ve dinî gruplarda olduğu gibi Türkmenler arasında da yeni siyasi oluşumlar ortaya çıkmıştır. Ancak Türkmenler, işgalden sonra yeniden şekillenen Irak siyasetinde etkin bir rol oynamamışlardır. Bu da ABD’nin Türkmenlere karşı uyguladığı haksız ve adaletsiz politikayı açıkça göstermektedir.
2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası, Türkmenlerin varlığını kabul etmiş ancak Kuzey Irak’ta Kürtlere tanındığı gibi özerk bir bölge ya da vilayet tayin edilmemiştir. Dolayısıyla söz konusu anayasa Türkmenlere, Kürtlere tanıdığı şekilde geniş haklar tanımamıştır. Türkmenler azınlıklar için yer alan bazı bireysel haklardan yararlanabilmektedirler.
2003’teki işgal öncesi Araplaştırma görünümüyle yapılan asimilasyon çabaları, 2003 işgalinin başından beri Kürtleştirme olarak devam etmekte, Kürtlere karşı Türkmenlerle Arapların ortak mücadelesi devam etmektedir. Türkmenler için bugünkü durum işgal öncesinden farklı olmamıştır.
Türkiye, Irak’ta yaşayanların tamamına akrabalık bağıyla bağlı olduğu, hepsine eşit mesafede olduğu savını bir tarafa bırakmalıdır. Türkiye’nin İngilizlerin oyunlarıyla kendisinden kopartılan bir vatan parçası ve orada yaşayan soydaşlarıyla ilgilenmesi son derece doğaldır. Türkiye’nin bölgedeki tek dostu Türkmenlerdir. Türkmenlere karşı uygulanan asimilasyon politikaları Türkiye’ye yakın olmaları ve Türk olmaları nedeniyledir. Türkiye’nin Türkmen konusuna daha fazla önem vermesi gerekmektedir. Türkmenlerin de Türkiye’ye güvenmeden, kendi içlerinde liderlik mücadelesini ve gruplaşmayı bir kenara bırakarak, güvendikleri bir lider etrafında toplanarak, kendi ayakları üzerinde durması gerekir.
KAYNAK:
Buzpınar, T. (2011). Filistin’e yahûdî göçü meselesi (1878-1908), Devr-i Hamid, Sultan İkinci Abdülhamid, 5, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları.
Akar, Metin (1993), “FasArapçasında Osmanlı Türkçesinden Alınmış Kelimeler”, Türklük Araştırmaları Dergisi, 7 : 91– 110
Çelik, M. (1993). Filistin, doğuştan günümüze büyük İslam tarihi, İstanbul: Çağ Yayınları, Darkot, B. (1988).
Dursun D. (1995). “Ortadoğu neresi?”, İstanbul: İnsan Yayınları.
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 157, 165-167, 180, 188, 199, 201, 226, 277.
Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 325-330.
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 77-78.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), tür.yer.
İbn Havkal, Ṣûretü’l-arż, s. 173-174.
İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Amedroz), bk. İndeks.
İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ, bk. İndeks.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, I, 147-149.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, tür.yer.
Elçibey, E. (1980). 106-107; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (Çeviren: Salih Tuğ), İstanbul 1980, III, 712.)
Filistin, İslam ansiklopedisi, 4. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Demirkent, I. (2002).
Haçlılar dönemi Kudüs, Diyanet İslam Ansiklopedisi, (26), 330-332, 334-335 Dolu, A. (2016).
Harman, Ö. F. (2002). Kudüs, İstanbul: Diyanet İslam Ansiklopedisi, (26), 324- 325.
İbnû’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Târih, C. VIII, s. 390; Sıbt İbnu’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân Fî Târiîhi’l-Âyân’da Selçuklular, Seçme, Tercüme ve Değerlendirme: Ali Sevim, Ankara: TTK, 2011, s. 195.
Karaman, M. L. (1996), Filistin, Diyanet İslam Ansiklopedisi, (13), 89-91,103,137-138,140.
Karaköse, H. (2018). Orta doğuda Osmanlı İngiliz mücadelesi (1876-1918 yılları arası), Ankara: Nobel Yayınları.
Kasalak ,K. (2016). İngilizlerin Filistin politikası ve Filistin mandası, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(25), 66-67. Kılıç, R. (2017).
Güney. A. Türklüğün Kanayan Yarası Irak ve Suriye Türkleri
Zekeriya Kurşun, “Osmanlıdan Amerika’ya Tanımlanamayan Ülke Irak”, Irak DosyasıI, Ali Ahmetbeyoğlu, Ali Cengiz, Yahya Başkan, İstanbul: Tatav Yayınları, 2005, s. 1-37.
Erşat Hürmüzlü, Irak Türkleri, İstanbul: Irak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları, 1991, s. 34.
Bilal N. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2004, s. 207-208.
HÜRMÜZLÜ, Erşat, , Türkmenler ve Irak, Kerkük Vakfı yay., İstanbul, 2003
ÖZMEN, Hasan, Irak ve Türkmen Dosyası, TİKV yay., Kasım, 2001.
SAATÇİ, Suphi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Ötüken yay., İstanbul, 2003.
Aydemir, Ö. K. (2013). Ortadoğu’daki Kayıp ve Metruk Türkler: Lübnan Türkleri. Yeni Türkiye Dergisi Türk Dünyası Özel Sayısı, Yıl: 9, S. 54 Winter. Türkiye. s. 2319-2329.
Nadir Özkuyumcu, “Tolunoğulları”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012), Cilt. 41
Abdurrahman Mustafa, “Türkmenlerin Durumu”, DAİŞ 3. Dünya Savaşı’nın Deşifresi, (Ed.: Betül Soysal Bozdağan), (İstanbul: Hayykitap, 2016), 163.
Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi, İletişim Y., 2000, s. 44.
———————————————–
Kaynak: