Şöyle bir dağlara bakarız, boy boy sıralanmış görürüz.
Heybet heybet göğe doğru uzananlar da vardır, onun eteğine sığınanlar da.
Bazı dağlara çok güvenirsiniz, elleri elinizdedir, sizinle halaya dururlar. Bir bakarsınız ki güvendiğiniz dağlara kar yağmış, üşürsünüz.
“Oy dağlar” diye iç geçirirsiniz.
Baharında kaftan giymiş dağlardan bir kartalın çift kanadı süzüle süzüle gelir üstünüze, say ki can alıcı kuştur.
Zaman ayaza durur, bir başka diyara göç vaktidir belki de.
Sonra bir taşa verirsiniz yanınızı ve söylersiniz;
“Taşa verdim yanımı,
Toprak emdi kanımı,
Oy dağlar, oy dağlar, oy dağlar, oy dağlar oy.”
Bir gülüşüne can verirdik biz sevdiğimizin, Maksut Koca şöyle diyordu bir türküsünde;
“Maksut’um hasretim yâr gülüşüne,
Yıllardır özlemim var gülüşüne,
Canımı veririm bir gülüşüne,
Bir gülüşe bir can nedir sevdiğim.”
Oysa türkü öyle demiyordu;
“Azraile can vermezdim,
Canan aldı canımı.
Oy dağlar, sümbüllü bağlar oy.”
Yanımızda bir Çoban Çeşmesi akar, üzeri yosun tutmuş. Çamlıbel seslenir mısra mısra;
“Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi. “
Biz sabrı sudan öğrendik. Gelen bizedir, giden bizdendir. Gece gündüz engine akmak suyun işidir, çırpınması kendinedir.
Susamadan su içtiğimiz pınarlar vardır bizim.
Türkü devam eder sonra;
“Dağları duman aldı,
Bülbülü figan aldı,
Azrail’e borçlu kaldım,
Bir canım var yâr aldı.”
Lâfımız derya deniz değildir bizim, yalnızlığımız gökyüzüne yeter.
Bizim köyde bir hanım kocasıyla münakaşa etmiş, canı sıkılmış. Ne yapsın garip. Hani demişler ya “Kaya dibi kaygısız” diye. O da köyün üst başında Asar Kaya’sı var, sabah oraya çıkmış, bir mağaranın ağzına oturmuş. Epey zaman geçmiş düşüne düşüne vakit öğleni geçmiş, acıkmış da. Sonra mağara içinden sesler gelmeye başlamış korkmuş. Şöyle demiş sonra “Kaya dibi kaygısız derler di burada da kaygı varmış, en iyisi ben evime gideyim.”
Bunu bir şiirde kullanmıştım;
Susmak dilin edebi,
Kaygısız kaya dibi,
Göğün nefesi gibi,
Dem çekmek hakkımız var.
Türkünün son kıtası şöyle;
“Elinde altın şamdan,
Perdeyi kaldır camdan,
Al hançeri vur beni,
Ben usandım bu candan.”
Şiirin bir kıtası da şöyleydi;
Dün, yarının çerağı,
Yol, yolcunun durağı,
Bir sevdalı yüreği,
Bin yakmak hakkımız var.”
Lodos yorgunu gözlerimiz vardır bizim, vurgun yemiş gönlümüz.
Zaman atlanır, ümitler renklenir bir bir gökkuşağı olur çepeçevre sarar sonra.
Dilaver Cebeci Ağabey şöyle yazmıştı şiirinde,
“Yıldız Sarayı’nda uzun boylu şamdanlar,
Şamdan değil yedi kollu menora…”
Biz güneşi tuğ bildik, gecelerimizde uyuttuk onu.
Zulüm ateş, töre suydu.
Varsın şamdan onların olsun.