Türkiye, Paris İklim Anlaşması ile çevrenin korunması konusundaki sorumluluklarını uluslararası bir sözleşme etrafında toplayarak, bu sözleşmeyi TBMM Genel Kurulu’na getirdi. TBMM Genel Kurulu’na katılan 353 milletvekilinin tamamının onayı ile “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi” kabul edildi. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin çevrenin korunması ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaşması konusunda somut adımlar atması bekleniyor. Bu bağlamda kamu kurumlarına önemli sorumluluklar düşüyor. Nitekim bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Ekim 2021 tarihinde yapmış olduğu açıklamada T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adının T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirileceğini ifade etti. Bu değişiklikle Türkiye, ekolojik sorunlar karşısında kurumsal anlamda bir adım atmış oldu.
******
Burak KAPLAN[i]
Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona erecek olması sebebiyle 2015 yılında Fransa’nın Paris kentinde 21. Taraflar Konferansı düzenlenmiş ve bu konferansta 2020 yılından sonra geçerli olmak üzere Paris İklim Anlaşması kabul edilmişti. Anlaşma, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturan en az 55 taraf ülkenin onayıyla 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girdi. [1]
Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin uygulamasını geliştirmeyi hedefleyerek, sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin desteklenmesini amaçlıyor. Küresel ortalama sıcaklık artışının kontrol edilebilir bir düzeyde tutulması anlaşmanın temel amaçlarından biri. Anlaşma ile sera gazı emisyonlarının azaltılarak, küresel ısınmanın sanayileşme öncesi döneme göre 2°C ile sınırlandırılması amaçlanmış ve hatta bu değerin mümkünse 1,5°C’ye kadar düşürülmesi de karar bağlanmıştır.
Anlaşma, taraf ülkelere emisyon azaltımı için sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluklar ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılaşıyor ve gelişmiş ülkelerin emisyonları daha fazla azaltması taahhüt altına alınıyor. Böylece 2050 yılına gelindiğinde gelişmiş ülkelerin sıfır emisyon düzeyine ulaşması bekleniyor.
Son olarak anlaşmayla düşük emisyonlu ve iklim dirençli kalkınma yolunda finans akışının desteklenmesi hedefleniyor. Bu bağlamda gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere 2020 yılına kadar 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlamaları ve 2025 yılından sonra bu değerin taban fiyat olarak esas alınması bekleniyor.
Türkiye de ekonomik olarak büyüme hedeflerini yerine getirirken bu gibi baskı mekanizmalarını kabul etmeden ve çevresel hassasiyetlerden taviz vermeden ekonomik ve ekolojik kaygılarını bir denge içerisinde sürdürmeli. Bu doğrultuda birbirleriyle örtüşen 2053 yılı hedefi “Net Sıfır Vizyonu” ile Paris İklim Anlaşması değerlerini ekonomik hayatın içerisine işleyerek iş yapma biçimlerini yeniden tasarlamalı ve sürdürülebilir kalkınmayı esas almalı.
Türkiye Paris İklim Anlaşmasını uygulamaya koydu
Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı 22 Nisan 2016 tarihinde New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamasına rağmen anlaşmayı uygulamaya geçirmek için 2021 yılını bekledi. Türkiye’nin 2021’e kadar beklemesinin altında iki temel çekince yatıyordu. Bunlardan ilki Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek için kendisine benzer ülkelerle aynı şekilde muamele görüp göremeyeceği ile ilgiliydi. İkincisi ise Türkiye’nin ekonomik büyüme ve nüfus artışı gibi kriterleri dikkate alındığında, emisyon azaltımıyla ilgili beklentilere karşılık verip veremeyeceği hakkındaydı.
Türkiye, bu soru işaretlerine rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Eylül 2021 tarihinde BM 76. Genel Kurulu’nda yaptığı açıklama ile Paris İklim Anlaşması’nın TBMM onayına sunacağını ilan etti. Ankara’nın, çekincelere rağmen anlaşmayı uygulamaya koymasının iki temel dayanağı bulunuyor. Bunlardan ilki küresel sorunların çözümünde Türkiye’nin uluslararası toplumla birlikte hareket ettiğini ortaya koymaktır. İkincisi ise küresel sorunların çözümü ile ulusal hedefleri aynı düzlemde buluşturarak, ulusal ve küresel hedeflerin bütüncül hale gelmesini sağlamaktır. Bu sayede Türkiye’nin 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine ulaşmasında sürdürülebilir bir ekosistem oluşturarak yeşil kalkınma hamlesini hayata geçirmesi bekleniyor.
Anlaşma, taraf ülkelere emisyon azaltımı için sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluklar ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılaşıyor ve gelişmiş ülkelerin emisyonları daha fazla azaltması taahhüt altına alınıyor. Böylece 2050 yılına gelindiğinde gelişmiş ülkelerin sıfır emisyon düzeyine ulaşması bekleniyor.
Paris İklim Anlaşması’nın ortaya koyduğu hedeflerle doğal çevrenin korunması hem küresel hem de ulusal ölçekte gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluk olarak görülüyor. Bu sorumluluğun gereği olarak Türkiye, emisyon artışını 2030 yılı itibarıyla yüzde 21 oranında azaltma taahhüdünde bulunuyor. Bu taahhüdün gereği olarak Türkiye, gerçekleştirdiği faaliyetleri ve kat ettiği mesafeyi her beş yılda bir hazırlanacak “Ulusal Katkı Beyanlarında” açıklayacak.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması ile çevrenin korunması konusundaki sorumluluklarını uluslararası bir sözleşme etrafında toplayarak, bu sözleşmeyi TBMM Genel Kurulu’na getirdi. TBMM Genel Kurulu’na katılan 353 milletvekilinin tamamının onayı ile “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi” kabul edildi. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin çevrenin korunması ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaşması konusunda somut adımlar atması bekleniyor. Bu bağlamda kamu kurumlarına önemli sorumluluklar düşüyor. Nitekim bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Ekim 2021 tarihinde yapmış olduğu açıklamada T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adının T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirileceğini ifade etti. Bu değişiklikle Türkiye, ekolojik sorunlar karşısında kurumsal anlamda bir adım atmış oldu.
Paris İklim Anlaşması enerjiden ulaşıma, kentleşmeden sanayiye tüm sektörleri ilgilendiriyor ve iş yapma biçimlerini değiştiriyor. Nitekim Ticaret Bakanlığının yayınladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda yaşanacak değişimin izleri ortaya konuluyor. Bu doğrultuda; Yeşil Organize Sanayi Bölgeleri ve Yeşil Endüstri sertifikasyon sisteminin hayata geçirilmesi, Sürdürülebilir Ürün Mevzuatı ve Avrupa Birliği (AB) Kimyasallar Mevzuatı yoluyla yeşil ve döngüsel ekonominin desteklenmesi, içme suyu kaynaklarında endokrin bozucu kimyasalların takibine yönelik çalışmaların gerçekleştirilmesi, kimyasal gübre kullanımının azaltılmasına yönelik hedef ve politikaların geliştirilmesi, denizcilik sektöründen kaynaklanan zararlı emisyonların azaltılması, elektrikli araç ve şarj istasyonları alt yapısının güçlendirilmesi Paris İklim Anlaşması ile birlikte yaşanacak dönüşümün örnekleri arasında sıralanabilir.
Küresel ortalama sıcaklık artışının kontrol edilebilir bir düzeyde tutulması anlaşmanın temel amaçlarından biri. Anlaşma ile sera gazı emisyonlarının azaltılarak, küresel ısınmanın sanayileşme öncesi döneme göre 2°C ile sınırlandırılması amaçlanmış ve hatta bu değerin mümkünse 1,5°C’ye kadar düşürülmesi de karar bağlanmıştır.
Ekoloji-Ekonomi denklemi
Türkiye, Paris İklim Anlaşması doğrultusunda başarılı adımları atması halinde hem ekonomik hem de ekolojik açıdan önemli kazanımlar elde edecek. Nitekim Sayın Emine Erdoğan öncülüğünde yürütülen “sıfır atık” projesiyle Türkiye’de geri kazanım oranı 9 puan artmış, orman varlığı 20,8 milyon hektardan yaklaşık 23 milyon hektara yükselmiş ve yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki kurulu güç içerisinde payı yüzde 53’e ulaşmıştır.
Çevrenin korunması konusunda somut adımlar atılmaması durumunda küresel iklim değişikliğinin ekonomik maliyetinin 2050 yılına kadar 8 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Dolayısıyla insanlığın çevresel felaketleri en aza indirgeyecek şekilde ekonomik faaliyetlerini yeniden tasarlaması ve uygulamaya geçirmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Zira Endüstri Devrimi’nden bu yana sera gazı emisyonu insan eliyle 700 kattan fazla artmış, dünya genelinde 300 yıl önce var olan sulak alanların yüzde 85’i tamamen yok olmuş, iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan meteorolojik olayların sayısı son 30 yılda 4 kat artmış ve her yıl 1,5 trilyon tonu aşkın buz eriyerek hava sıcaklıkları her yıl rekorlar tazelemiştir.
Türkiye’nin 2021’e kadar beklemesinin altında iki temel çekince yatıyordu. Bunlardan ilki Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek için kendisine benzer ülkelerle aynı şekilde muamele görüp göremeyeceği ile ilgiliydi. İkincisi ise Türkiye’nin ekonomik büyüme ve nüfus artışı gibi kriterleri dikkate alındığında, emisyon azaltımıyla ilgili beklentilere karşılık verip veremeyeceği hakkındaydı.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı imzalayarak öncelikli olarak çevresel bozulmanın önüne geçecek bir ekonomik sistemi tasarlama imkânına sahip oldu. Bu doğrultuda fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesi, enerji bağımlısı bir ülke olan Türkiye’nin cari açığının azalması anlamına geliyor. Böylece yenilenebilir enerji, atık yönetimi ve akıllı şehirler gibi alanlarda bütünsel kamu politikalarının hayata geçirilmesi mümkün olacak. Hayata geçirilen kamu politikaları sayesinde geleceğin yaşam alanları oluşturulacaktır. Anlaşma, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini güçlendirebilecek etkiye de sahip. Türkiye’nin yeşil kalkınma dönüşümü “Avrupa Yeşil Mutabakatı” ile uyumlu bir şekilde sıfır karbon salınımını mümkün kılacak dönüşüme imkân tanıyor.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı uygulamaya koyarak küresel çevre sorunlarının çözümüne katkı sunacağını tüm dünyaya duyurdu. Fakat şu noktaya dikkat çekmekte yarar var: Çevresel sorunların çözümü adalet mekanizması içerisinde ele alınmalı; çevresel kaynakları en fazla tüketen ve çevreye en fazla zarar veren ülkelerin sorumlulukları daha ağır olmalıdır. Dolayısıyla çevresel sorunların çözümünde hakkaniyet temelli bir yük ve görev paylaşımı yapılmalı. Çevrenin korunması, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin ekonomik olarak büyümesini engellemek adına kullandıkları bir araca dönüştürülmemeli.
Türkiye de ekonomik olarak büyüme hedeflerini yerine getirirken bu gibi baskı mekanizmalarını kabul etmeden ve çevresel hassasiyetlerden taviz vermeden ekonomik ve ekolojik kaygılarını bir denge içerisinde sürdürmeli. Bu doğrultuda birbirleriyle örtüşen 2053 yılı hedefi “Net Sıfır Vizyonu” ile Paris İklim Anlaşması değerlerini ekonomik hayatın içerisine işleyerek iş yapma biçimlerini yeniden tasarlamalı ve sürdürülebilir kalkınmayı esas almalı.
————————–
[i] Beykent Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünde Öğretim Görevlisi olan Burak Kaplan, Marmara Üniversitesi Yerel Yönetimler ve Kent Politikaları Anabilim Dalında doktora öğrencisidir.