Peyami Safa’nın 1936 Yılındaki Büyük Avrupa Anketi

Tam boy görmek için tıklayın.

Peyami Safa 1936 yılının Haziran ayında Cumhuriyet Gazetesi için Avrupa gezisine çıkar. Paris başta gelmek üzere Avrupa’da görüp yaşadıklarını, devrin meşhurlarıyla yaptığı mülâkatları, Türkiyeli bir aydın sıfatıyla edindiği izlenimleri yurda dönüşte 1936’da tefrika eder. Bu tefrika 1938’de Büyük Avrupa Anketi adıyla kitaplaşır. Tek baskıda kalır. Aradan 85 yıl geçtikten sonra 2023 yılında Ötüken Neşriyat tarafından ikinci baskısı nihayet yapılır. Biz bu yazımızda Avrupa ile Türkiye arasındaki farkları da gözeterek Peyami Safa’nın ilginç tespitlerinden birkaçına değineceğiz. Büyük Avrupa Anketi sıradan bir gezi hâtıraları olmayıp, Avrupa’nın Türkiye’ye ve Türkiye’nin Avrupa’ya bakışını gözler önüne seren entelektüel bir yazı dizisidir.

Peyami Safa, Galata rıhtımından hareket eden bir vapurla Avrupa yolculuğuna çıkar. Vapurda bir ecnebi kadınla tanışıp sohbet ederek büyük anketine başlamış olur. Fransızca konuşan Peyami Safa ilk başta Türk olduğunu gizleyerek bu ecnebi kadına “Avrupa nereden başlar?” diye sorar. Danimarka asıllı bu kadının verdiği cevap Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanlarda dışarıdan nasıl göründüğünün bir işaretidir. Mustafa Kemal Atatürk henüz hayattadır. “Avrupa nereden başlar?” sorusuna ecnebi kadın şöyle karşılık verir:

“Ankara’dan!” ve devam eder: “Ankara’dan başlar, ben Ankara’dan geliyorum. Kısa zamanda güzel bir Avrupa şehri olmuş. Çok sevdim orasını.”

Peyami Safa bu cevaptan keyiflendiğini itiraf edecektir. Nitekim Paris’e vardığında pek çok Fransız aydınıyla görüşen Peyami Safa bir avukat hanımla da tanışır. Kadınlara Rey Cemiyeti başkanı olan Avukat Madam Renée Jardin kendi ülkesindeki kadınların Fransız Parlamentosu’na kabul edilmeleri hakkını elde edebilmek için uğraşmaktadır. Peyami Safa bu avukat hanıma Türkiye’deki kadınların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olabildiklerini söyler. Avukat Madam Renée Jardin bunu işitmiş olduğunu belirterek Türk kadınlarının başka hangi türden haklara sahip bulunduklarını sorar. Peyami Safa gururla saymaya başlar: “Türk kadını bugün Millet Meclisi’nde azadır. Baroda azadır, mahkemede azadır. Birçok serbest mesleklerde de çalışıyor. Türk kadını doktordur, kimyagerdir, gazetecidir, tarihçidir, edebiyatçıdır, aktristir, muallimdir, müzisyendir…” (Burada bir parantez açarak Büyük Avrupa Anketi kitabında yer almayan bir bilgiyi hatırlatalım: Sabiha Rıfat Gürayman Türkiye’nin ilk kadın mühendisidir ve Anıtkabir inşaatında da görev almıştır). Peyami Safa’nın Türk kadınları hakkında söylediklerine Avukat Madam Renée Jardin şaşırır ve “Ciddi mi söylüyorsunuz? Bir şeyler işitmiştim fakat bu kadarını bilmiyordum!” diyerek hayretini dile getirir. Vapurda rast geldiği Danimarka asıllı kadının “Avrupa Ankara’dan başlar” sözü herhalde gelişigüzel bir söylem olmaktan uzaktır.

Peyami Safa, İtalya’dan İsviçre’ye gitmek için bindiği trende Mister King adında bir İngiliz gazeteciyle tanışıp sohbet eder. Bu gazeteci de Şark gezisinden dönmüştür ve Anadolu’yu görmüştür. Peyami Safa bir batılı olarak doğuyu nasıl gördüğünü sorunca Mister King şöyle der: “İnsan ve abide olarak memleketinizde bir başka medeniyet var. Mesela, ben Kozan köylerinde on beş gün kaldım. Yedim, içtim. Bütün ısrarlarıma rağmen köylünüz benden on para almadı. Anadolu’da valilerin, kaymakamların bana gösterdikleri kolaylık, yaptıkları ikram unutulur şey değildir. Abide olarak da bütün bu eserlerin, bilhassa Bursa’daki Yeşil Cami ve türbelerin önünde duyduğum hayranlık beni Türkiye’ye birkaç defa çekebilir.”

Peyami Safa daha sonrasında Budapeşte’den Bükreş’e giderken yine trende Macar bir hanımla tanışıp sohbet edecektir. Macar hanım Türkiye’yi hiç görmediğini fakat çok sevdiğini belirtir. Peyami Safa bu sevginin nereden geldiğini sorunca Macar hanım izah eder: “Çok beğeniyorum sizi. Biliyorsunuz ki Büyük Harp’te biz beraberdik. Hep mağlup olduk. Fakat Almanya’dan da, Avusturya’dan da, Macaristan’dan da evvel siz Türkler Avrupa’ya isyan ettiniz. Kaybettiğiniz harbin daha şereflisini kazandınız. Başınızda büyük, çok büyük bir adam var. (Atatürk’ü kastediyor). Onu ne kadar beğeniyorum bir bilseniz. Bizim bir Kemal’imiz olsaydı bayrağımız yarı inik, mahcup olmazdı. Annem de hep ‘Türkler ne akıllıymışlar, Türklerin başında ne büyük bir adam var’ diyor. Ben Türkiye’ye ait ne kadar resim bulursam toplarım, çocuğuma gösterir, anlatırım.”

Bütün bu ifadeler asrın başında Türkiye’nin ne kadar büyük bir prestije sahip bulunduğunu gösteriyor. Söz konusu prestije Büyük Avrupa Anketi dışından bir örnek gösterelim: 1921’de Torino’da Uluslararası Sosyoloji Kongresi toplanır. Türkiye’siz sosyoloji olmaz diyen Torino heyeti Türkiye’den sosyologları davet eder. Aynı yıllarda antropolojinin gözdesi de yine Türkiye’dir. Mustafa Kemal Atatürk yeni bir bilim dalı olan antropolojiye büyük önem vermektedir. 1938’de Atatürk vefat ettiğinde Fransız antropolog Eugène Pittard uzun bir makale yazarak “Antropolojinin babası öldü” diyecektir ve Journal de Genève adlı antropoloji mecmuasının bir sayısını Atatürk’e tahsis edecektir.

Avrupa’dan Türkiye’ye bakıldığında böyledir. Fakat biliyoruz ki Asya’dan Türkiye’ye bakıldığında yine böyleydi. Mesela, Afganistan ve İran şahları birer Atatürk hayranı olarak Türkiye’yi ziyarete gelmişler ve Atatürk’ün yaptıklarını kendi ülkelerinde gerçekleştirmeyi denemişlerdir. Türkiye o yıllarda Batı dışındaki ülkelerin hem cazibe merkezi hem de umuduydu. Peyami Safa, Türkiye’nin o zamanki Paris büyükelçisi Suat Davaz ile de görüşür. Büyükelçi bir anekdot verir: “Meksika’nın yeni Paris sefiri geçen gün bana uzun uzadıya Atatürk’e karşı sonu gelmeyen hayranlığından bahsetti ve Meksika’nın da Atatürk’ün sistemini takibe hazırlandığını söyledi.”

Peyami Safa, Avrupa’nın medeniyet manzarasını da açıkça sergiliyor. Avrupa aydınlıktır, temizliktir, zenginlik ve canlılıktır diyor. Orada her şey büyüktür ve her yer tertemizdir diyor. Avrupa caddeleri şarktaki belediye reislerinin yatak odalarından daha bakımlıdır diyerek sembolik ifadelere yer veriyor. Avrupa bir devdir diyor.

Peyami Safa’nın Paris’te bulunduğu günlerde İspanya içsavaşı başlamıştır. Cumhuriyetçiler ile milliyetçiler mücadele hâlindedir. İspanyol içsavaşının tesirleri bütün Avrupa’da hissedilmektedir. Fransa’da parlamento solcuların hâkimiyeti altındadır. Politikada ve ekonomide çalkantılı günler yaşanmaktadır. Fransız parlamentosu sert tartışmalara sahne olmaktadır. Paris sokaklarında İspanya solcularına destek nümayişleri yapılmaktadır. Peyami Safa bu çalkantının içine düşmüştür. Gazeteci kimliğiyle Fransız sağından ve Fransız solundan aydınlarla, politikacılarla, aktivistlerle mülâkatlar yapar. Herkes bir tarafın fanatiği gibidir fakat Peyami Safa mülâkatlardan görmüştür ki herkes “Önce Fransa” demektedir. Fransız milliyetine yönelik gurur herkeste belirgindir. Halk Cephesi’nden (yani solculardan) bir Fransız genci komünistleri ve onların karşısında duranları toptan yargılayarak Peyami Safa’ya şöyle diyecektir: “Sıkıyı görünce demokrasinin kanatları altına giriyorlar. İlk fırsatta demokrasiyi gene onlar bıçaklayacak. Hem de kanat altından, göğüsten!” Fransız genci bu eleştiriyi sağcı solcu, komünist milliyetçi herkese yöneltmektedir. Aslında politikada herkesin ikiyüzlü davrandığını söylemektedir. Bununla birlikte “Önce Fransa” içgüdüsü herkeste baskındır. İspanya’nın selametini umursadıkları biraz şüphelidir. Bu çalkantılı günlerde solcu hükümetin yönettiği Fransa’da hayat pahalılığı da toplumu ezmektedir. Peyami Safa taksi şoförleriyle, esnafla, meşhur romancılarla konuşup Fransız halkının nabzını tutar. Herkes zamlardan şikayetçidir.

Fransa’daki feminizm hareketi de göründüğünden biraz farklıdır. Fransız kadınlarının çoğunluğu aile kurumunun bozulmasından yakınmaktadırlar. Avukat Madam Renée Jardin bizim eşitlik anlayışımız kadın ile erkek arasındaki yaratılış farklarını inkâr etmez demektedir. Yeteneğimiz olan sahalarda erkeğin yanındaki yerimizi istiyoruz, bazı hususlarda erkekler yeteneklidir, bazı hususlarda kadınlar yeteneklidir, biz kadınların erkeklerle tam eşit olabileceğimiz ve olamayacağımız sahalar vardır, tabiat farklarını inkâr eden bir eşitlikçi değiliz, demektedir. Avukat Madam Renée Jardin burada realiteyi öne çıkartıyor. Ayakları yere basan feminizm söz konusudur. (Nitekim, İkinci Meşrutiyet yıllarında Türk feminizm hareketini başlatmış olan Türk Ocaklı pek çok hanımın sözcüsü olarak Halide Edip Adıvar da Şark feminizminin Garp feminizmi gibi olamayacağını, her ülkenin ve her medeniyet havzasının kendine özgü şartları doğrultusunda feminizmin yürütülebileceğini özellikle vurgulamıştır. Bu itibarla Halide Edip de Avukat Madam Renée Jardin gibi realiteyi gözetmektedir).

Fransa’nın bu çalkantılı devrinde solcular sağcıları Hitlerci olmakla suçluyor. Sağcılar ise solcuları Stalinci olmakla itham ediyor. Peyami Safa, Sorbonne Üniversitesi’nden bir öğrenciyle kafeteryada sohbete girişiyor. Bu öğrenci milliyetçi değilim diyor fakat ağzından çıkan sözler milliyetçilik kokmaktadır. Peyami Safa bu çelişki değil midir diye sorunca üniversiteli öğrencinin savunması çok ilginç oluyor ve özetle şunları söylüyor: “Ben doktrin konuşmuyorum. Ruh söylüyorum. Siz buna milliyetçilik (nasyonalizm) diyebilirsiniz. Bence ruhtur. Şahsiyetinin büyük humması içinde kaynayan ruh. Siz buna millî diyeceksiniz. Ben isimlerden değil, canlı şeylerden bahsediyorum. Canlıların en canlısı ruh değil midir?” Görüldüğü üzere Fransız öğrencisinin nazarında yine realite, ruh, Fransızlık ruhu esastır. Bu ruhun adı milliyettir veya başka bir şeydir. Fransa gençleri arasındaki fikir kavgalarını değerlendiren Peyami Safa bir sonuca ulaşıyor: Fransa (elbette bütün ülkeler için geçerlidir) zora düştüğünde gençlik kendi vatanını kurtarmak ve korumak uğrunda fikir kavgalarını bırakıp cemiyetin (toplumun-milletin) otoritesine boyun eğecektir. (Türk Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmuştur).

Büyük Avrupa Anketi’nde daha pekçok izlenim, değerlendirme ve manzara var. Paris sokaklarında Türk lokantası arayan Peyami Safa bir mekân buluyor. Ermenilerin işlettiği bir lokantadır. Onların milliyetini başta anlamayan fakat Türkçe konuştuklarını işiten Peyami Safa soruyor: “Türk müsünüz?” – “Tabii, biz Türküz efendim.” – “Müslüman mısınız?” – “Hayır, Ermeniyiz.” Bu da ilginç bir anekdottur. Vatandaşlık yoluyla Türklük söz konusudur. Fransa’dan Türkiye’ye gelecek her turist bizim gözümüzde Fransızdır. Paris’teki Ermeninin “Türküz efendim” demesini buna benzetebiliriz.

Parisli yazar-çizer takımı Fransız halkının az kitap okuduğundan yakınıyor. Bunun üzerine Peyami Safa birtakım istatistikler ve örnekler veriyor. Fransa’da o yıllarda piyasaya yeni sürülmüş bir kitap on yedi günde 6000 adet satılmıştır. Fransız yayımcı bundan şikayetçidir. On yedi günde 6000 adet satılmasını küçümsemektedir. Oysaki diyor Peyami Safa, Halide Edip’in Vurun Kahpeye adlı romanı 3000 adet basılmıştır ve on senede yarısı satılmıştır. Süleyman Nazif’in Malta Gecesi tanesi on kuruş olduğu hâlde on iki senede 600 adet satılmıştır. Fransız yayımcı ise bir kitabın on yedi günde 6000 adet satılmasını felaket olarak görmektedir. Peyami Safa aramızdaki fark budur diyor.

Metin Savaş

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen