Popülist yönetimler ve güç ikiyüzlülüğü

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Bu güçlü ülkeler, küresel güç olarak kendi çıkarları için başka milletlerin iç işlerine müdahil olacak projelere girişiyorlar. Zayıf ülkelerin sınırlarını değiştiriyor, devlet yapılarını parçalıyor ve hatta onlara yeni kimlik biçiyorlar.

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Günümüz dünyasında çoğu toplum, demokratik düzen ile yönetilme iddiasına rağmen farklı derecelerde otoriter yönetim tarzları tarafından yönetiliyor.

Toplumda yaşanan fiilî demokrasinin tipi, büyük ölçüde toplumun kültür tipine ve ‘milletleşme’ sürecine göre şekilleniyor. Yüksek kültür aşamasına gelmiş ve vatandaşlık bilincine ulaşarak ‘millet’ olma bütünlüğünü sağlamış olan toplumlarda, nispeten başarılı bir demokrasi uygulaması görülüyor.

Popüler kültür gölgesi altında yaşayan toplumların demokrasi denemesinde çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bu tür toplumlara mensup insanların ortak özelliği, henüz vatandaşlık bilinçlerinin gelişmemiş ve kendi iradelerini kullanma şahsiyetinden yoksun olmasıdır. Bu kişiler, daha çok simgeler, içi boş söylemler ile polemikler üzerinden siyaset yapan siyasetçilere meylediyor.

Siyasal seçimler toplumsal bir göstergedir

İnsanların, akılcı düşünce ve vatandaşlık bilinciyle hareket ettiği toplumlarda, çoğunlukla sorun çözme kapasitesi yüksek ve liyakat sahibi siyasetçiler tercih ediliyor. Çoğu toplumsal sorun, akıl ve bilim yoluyla çözülüyor ve bu sayede üretken ve dengeli bir ekonomik düzen kurulabiliyor. Halkın kültür düzeyi ile üretkenliğine bağlı olarak gerçekleşen nispeten adil gelir dağılımı, özgüveni yüksek bir refah toplumu yaratıyor. Halkın, liyakatli yöneticiler aracılığıyla kişisel hak ve özgürlükleri adalet içinde sağlanırken; somut ve güçlü bir biçimde toplumun millî egemenliği ile ülke bağımsızlığı da korunmuş oluyor.

Aklın dışlandığı ve kendi iradelerini kullanma yetkinliğine ulaşamamış kişilerin ve alt toplulukların çoğunlukta olduğu toplumlarda demokrasi uygulaması popüler kültür gölgesi altında giderek yozlaşıyor. Demokrasi konusunda ideal görüş ve düşünceler ortaya konsa da yaşanılan kültürün fiili etkisiyle birlikte siyaset hızla yozlaşarak popülist demokrasi ortaya çıkıyor. Popülist demokrasi sonucunda ortaya çıkan yönetim tarzı ise bir kısım kalabalığın destek olduğu bir tür diktatörlüğe yol açıyor (Comte-Sponville; 2022, 88).

Popülist demokrasilerde, demokrasi bütün ilke ve kurallarına göre uygulanmıyor ve yalnızca seçim sandığına indirgeniyor. Popüler kültürün sıradanlığına itilmiş ve vatandaş olma bilincine erişmemiş olan kitleler, çoğunlukla kendi kültür düzeyleriyle örtüşen siyasetçilerle özdeşleşiyor. Böylece, popüler kültür taşıyıcısı kalabalıklar, daha çok ateşli konuşmalar yapan ve popülist olan kişileri siyaset ve yönetim alanına taşıyor. Popülist siyasetçiler, ülke yönetimine ilişkin olumlu katkı sunacak liyakatten çoğunlukla yoksun oluyor ve toplumdaki çok sayıda sorun birer krize dönüşüyor.

Popülist demokrasiler ve psikolojik savaş

Popülist demokrasilerde, medya, eğitim, mabet ve devletin bütün asli kurumları üzerinde aşırı bir siyasallaşma oluşuyor. Bu yoldan yürütülen yaygın psikolojik savaş teknikleriyle toplumda bir zoraki ikna ve tahakküm rejimi kuruluyor. Toplumun büyük bir kesimi, aşırı yoksullaşma ve borçlanma, mülkiyetsizleşme, sağlık sorunlarıyla boğuşma, başıboşluk ve başıbozukluk nedeniyle adli ve idari davaların çokluğu, güvenlik kaygıları gibi sıkıntılardan dolayı bunalıyor. Maslow’un ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ kuramının toplumsal yorumuna göre, canının ve malının derdine düşmüş kişilerin, büyük ölçüde mevcut yönetim tarzını sorgulama iradesi kırılıyor. Zaten, psikolojik savaşın amacı da toplum üzerinde psikolojik teslimiyet ve korku yaratmak oluyor. Toplumun yaşadığı gerçekliğin yerine, aşırı yoksullaşma ve benzeri sıkıntılar üzerinden yapay veya sanal gerçeklikler inşa edilerek toplumsal dayanıklılık zayıflatılıyor.

Popülist demokrasilerde güç ikiyüzlülüğü

Katılımcı demokratik yönetimde, nihai otoritenin toplumsal iradeye dayanması nedeniyle siyasetçi ve yöneticiler toplum karşısında başarısız olmaktan ve yersiz otoriterlik yapmaktan şiddetle kaçınır. Bu tür bir yönetim tarzında toplumun, yaşanan asıl gerçeklik dışında yaygın propaganda yoluyla çarpıtılmış başka algılara inandırılması ve ikna edilmesi pek mümkün değildir. Aslında, toplumsal duyarlılık ve direncin yüksekliği, yönetici sınıfın içeride zorlanmasına neden olsa da özellikle aşırı borçlu ve ekonomileri bozuk ülkelerin tepe yöneticileri için uluslararası ilişkilerde çok büyük bir savunma mekanizması rolü oynar. İstenmeyen bir konuda dış dayatma olduğu zaman, kendi halkının ve kamuoyunun tepkilerini ileri sürmek suretiyle sömürgeci güçlere karşı ülke çıkarlarını savunma imkânı bulur. Buna karşılık, kendi seçmenlerini kolay yoldan ikna eden siyasetçiler ile halkını çok kolayca baskılayan yöneticiler için böyle bir durumda ülke çıkarlarının savunulma imkânı olmayacaktır. Ülke içinde çok güçlü ve etkili görünüm vermesine rağmen, dış işlerinde olabilecek muhtemel baskı ve tehditler karşısında oldukça dayanaksız kalır. Popülist demokrasilerde siyasetçiler ve yöneticiler, bir anlamda, ülke içinde muhalif düşüncede olanlara karşı aşırı güç kullanırken, dışarıdaki güçlülere karşı oldukça zayıf kalma paradoksu yaşar.

Yeryüzündeki çok sayıda devlet ya da topluluk yöneticilerinin, ‘dahili’ ve ‘harici’ yönetim ilişkileri bakımından çok çelişkili, tutarsız ve büyük zıtlıklar içeren durumlarla karşı karşıya kaldıkları görülüyor. Bu bağlamda, iç işlerindeki yönetim tarzında antidemokratik yollarla iktidarını sürdüren ve halkını çok kolay bir biçimde ikna eden ya da baskılayan yönetimlerin, küresel güçlerin etkisi altına çok kolayca girdikleri gözleniyor.

Aslında, uluslararası ilişkilerde gerçek devlet gücünün kaynağı, devleti yönetenlerin her daim toplumun manipüle edilmemiş gerçek rızasına uygun bir yönetim sergilemesidir. Uluslararası ilişkilerde devletin saygınlığı, büyük ölçüde halkın bütün devlet kurumlarına olan güven duygusunun yüksekliğine bağlıdır. Açık ve şeffaf bir biçimde yönetilmeyen devletler, ekonomik ve siyasal bağımlılıkları oranında zaten küresel güçlerin uydu yönetimleri durumuna düşüyor. Burada esas sorun, demokrasi görünümlü popülist yönetimlerde yöneticilerin, doğrudan kendi halkının gerçek iradesine dayanmak yerine, içinde bulundukları ekonomik ve siyasal krizler nedeniyle her türlü dış yönlendirmeye açık olmasıdır.

Küresel projeler ve bölgesel kaldıraçları

Küresel güç hâline gelmiş olan ülke yöneticileri, çeşitli düşünce kuruluşlarının stratejik araştırma bulgularından yararlanma konusunda oldukça deneyimli insanlardır. Ekonomik ve teknolojik imkanların stratejik bilgi gücü ile birleştirilmesi sonucunda oldukça etkili bir toplumsal güç ortaya çıkıyor. Katılımcı demokrasinin yarattığı bu stratejik güç, zengin ve gerçekten güçlü ülkelerin, bir yandan toplumsal sorunlarını çözerken, öte yandan zayıf toplumların yönetim süreçlerine müdahale etme imkânı veriyor. Bu güçlü ülkeler, küresel güç olarak kendi çıkarları için başka milletlerin iç işlerine müdahil olacak projelere girişiyorlar. Zayıf ülkelerin sınırlarını değiştiriyor, devlet yapılarını parçalıyor ve hatta onlara yeni kimlik biçiyorlar(!). Küresel projelerde, çoğunlukla bölgesel terör örgütleri ile halktan kopuk hükümetleri birer kaldıraç gibi kullanılıyor.

Popülist yönetimlerde, bulunduğu konumun zorunlu kıldığı stratejik yönetim düşüncesinden ve gerçek toplumsal destekten yoksun olan yöneticiler, bilerek ya da bilmeden küresel güçlerin stratejik yönetim taktiklerinin kurbanı oluyor. Popülist demokrasinin egemen olduğu toplumlarda, ülke içinde kendilerini oldukça güçlü gibi gösteren -iktidarda ve muhalefetteki- siyasetçilerin bir kısmı, küresel projelerin (istemeden olsa bile) birer parçası hâline geliyor.

Popülist siyasetin sonu postmodern bağımlılığa çıkıyor

Küresel güçler, etkili oldukları ülkelerin siyaset ve yönetim sistemleri üzerinde örtülü bir tahakküm oluşturuyor. Bu tür ülkeler için hayati öneme sahip stratejik kararların bir kısmı, küresel güçlerin yönlendirmesiyle alınıyor. Bu kapsamda, bölgesel siyasal ve yönetim aktörleri bu doğrultuda kendi halkının zihninde bir anlam inşa etmeye çalışıyor. Bu propagandaya inanmayıp direnmeye çalışan muhaliflere karşı da baskıcı ve aşağılayıcı bir dil kullanılıyor. Bu zoraki ikna ve sindirme yoluyla ülke açısından son derece stratejik ve geri dönüşü olmayacak önemli kararları, sanki kendileri alıyorlarmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlar.

Sonuç olarak, küresel güçlerin, bağımsız devletlere yönelik yaptığı saldırılara karşı, ulus devletler için katılımcı demokrasinin kültür ve ekonomik alt yapısı yeniden inşa edilmelidir. Bu bağlamda, toplumların zihnini bulandıran ve kültürlerini kirleten popülizmin kaynakları kurutulmalıdır. Popülizm, genel olarak kendi kökünden kopan ve siyasallaşan inançlardan, aslından uzaklaşan modernlikten, aklın ve bilimin kapitalizm tarafından kirletilmesinden, insanların üretkenlikten uzaklaşarak yalnızca keyif ve hazlarının peşine düşmeleri gibi etkenlerden besleniyor. O zaman, insanlara yeniden şahsiyet, toplumlara yeniden üretkenlik ve egemenlik bilinci aşılayan asıl değerler ile akıl ve bilime yeniden dönülmelidir.

Andre Comte-Sponville (2022): Felsefe Nedir? (Çev. İsmet Berkan), İletişim Yayınları, İstanbul

————————————————

Kaynak:

Popülist yönetimler ve güç ikiyüzlülüğü

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen