Sabır Çiçeği

Hilmiye KETENCİ

“Sabır” sözlükte; alıkoymak ve bağlanmaktır. Darlıkta kendini tutma, kontrol etme, yasaklara karşı nefsi bağlamak demektir. Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olmadır. Acıya katlanmak, o acıyı geçirmek için dayanmak ve karşı koymak da sabırdır ki, bu her türlü rahatlamanın ve başarının yoludur.

 Terim anlamı: İslâm’ın emir ve yasaklarını tatbik ederken ve imtihan özelliği olan musibetler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesâret ve dayanıklılık göstermek demektir. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır.

Görüldüğü gibi sabır kavramı, lügâvî mânâsında çoğunlukla bir şeylere tahammül edip dayanmak anlamını içerir. İlginç olan bu kavramın vâkıaya göre farklı anlamlara gelebilmesi ve hepsinde de o duruma karşı direnç kazanmayı sağlayacak şeylere karşılık gelmesidir. Musibet anında umutsuzluğa düşmemek, savaşta korkmamak, sıkıntılı zamanlarda gönül ferahlığı göstererek o sıkıntının geçmesine dek sabretmek gibi. Hepsinden önemlisi de, kişinin kendini şeriatın gerektirdiği şeylere vakfedebilmesi, selim aklın gereklerini yerine getirebilmesi, hayatını bunlara göre programlayabilmesidir.

Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah’ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşrû olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren belâ ve musîbetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır ki, sabır çiçekleri açabilsin.

Kul, ibâdetler için sabra muhtaçtır. Çünkü nefis, kulluktan hoşlanmaz, liderlik, hatta Rablik ister. Firavun’un “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (Nâziât, 79/24) sözüyle açığa vurduğu tanrılık dâvâsı, her nefiste gizli olarak vardır. Diğer yönden nefis iyilik istemez, kötülük emreder.“ Şüphesiz nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder.” Bundan dolayı kulluk nefse güç gelir. Bazı ibâdetlerden tembellik yüzünden hoşlanmaz, namaz ibâdeti gibi. Bazısından da cimrilik yüzünden hoşlanmaz, zekât gibi. Kiminden de her iki sebepten dolayı hoşlanmaz, hac ve cihad gibi. Demek ki ibâdetlere sabır, zorluklara ve güçlüklere sabırdır ki, hatta ibâdette istenilen bir makam vardır “ihsan” makamıdır. İhsan makamı, ancak sabır tohumunun, fidana, fidanında tomurcuklar vermesine, tomurcuklarında sabır çiçekleri vermesi ile bu makama erişilir.

Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemâle ermenin sırrı bu güzel sabır çiçeklerinin açmasıdır. Sabır dertli gönüllerin tesellisine ve ilâhi rahmetin tecellisine vesiledir.Nitekim tarih boyunca müslümanların rahat nefes aldıkları zamanlar olmuş, fakat ardından onları bunaltan, derin acılar içinde kıvrandıran çileli günler birbirini takip etmiştir. Hani Efendimiz Mekke-i Mükerreme’de, müslümanların âciz ve güçsüz olduğu bir devirde zâlim efendileri tarafından kızgın taşlar üzerinde işkenceye tâbi tutulan o imân âbidesi üç insana: Ammâr Hz, babası Yâsir Hz. ve annesi Sümeyye (r.anhe) ne demişti? Zulmün sahte gücü karşısında eli kolu bağlı dururken, yaşlı gözlerle onların acısını paylaşmaya çalışmış, sonra da onların dayanma gücüne güç katan şu sözleri söylemişti:”Ey Yâsir ailesi! Sabredin! Çünkü gideceğiniz yer cennettir!” (Hâkim, el-Müstedrek, III, 383)

Mekke kâfirleri Peygamber (s.a.)’e türlü türlü eziyetler ederlerdi; o da sabrederdi. Bu- yurmuştu ki: “Benim çektiğim eziyeti hiçbir peygamber çekmemiştir.” Yâni benim tasfiye olduğum gibi hiçbir peygamber tasfiye olmamıştır, demektir. Çünkü ezâ, bâtının tasfiye ve temizliğine sebeptir. Allah erlerinin cevheri belâda kalma miktarına göre ortaya çıkar. Kalp aynalarında ki bulanıklılık safvete dönüşür ve temizlenir. Eyyüb (a.s)’ı hatırlayalım; belâ günleri müddetince nasıl sabır ve tahammül etti de, sabır çiçeği olarak insanlık madeninden kulluk nimetlerinin cevherine nâil oldu.

Belaya, musibetlere sabretmek kolay değildir. Ancak Cenab-ı Hak’ın inâyeti ile tahammül edilebilir. Şayet Hak Teâlâ bir bela verirse, onun sabrını, tahammülünü de ihsan eder, buyuruyor büyük âbide erler.

Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh buyurur:”Ey oğul! Musibetler, üzerine yağdığı günlerde bile daima Allahü Teâlâ ve tekaddes Hazretlerinin huzurunda ol. Sen, O’nun sevgisinin basamağında duruyorsun. Bu Allah’ın huzurunda bulunuş ve sevgi basamağında oluş halini hiç bozma. Rüzgârlar ve fırtınalar seni yıkmasın. Süngüler seni delmesin. Sana dehşet vermesin. Bu takdirde gerek dış halinde, gerek iç âleminde sabit olursun. Öyle bir makamda bulunursun ki, orada yaratılanlar yoktur. Dünya yoktur. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir şey yoktur. Fânileri (yaratılmışları) görmek ve âile efradının geçimi sana dert olmaz. Nâil olduğun nimetlerin azlığı veya çokluğu, övülmek veya zemmedilmek, ikbâle kavuşmak veya ikbâlden olmak sebebleriyle bu halini değiştirme.O zaman insanların, cinlerin, meleklerin ve diğer varlıkların, idrâkinin ötesinde Allahü Teâlâ ile beraber olursun.”

İmam Rabbâni kuddise sirruh buyurur:”Sıkıntıların gelmesi görünüşte çok acı ise de, bunların nimet oldukları umulur. Bu dünyanın en kıymetli sermayesi sıkıntılar ve üzüntülerdir. Bu dünya sofrasının en tatlı yemeği dertler ve musibetlerdir. Bu tatlı nimetleri acı ilaçla kaplamışlar, bununla imtihan yolunu açık tutmuşlardır. Akıllı olanlar, bunların içlerine yerleştirilmiş olan tatlıları görür. Acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler, acılardan tat alırlar.”

Câfer es-Sâdık (r.a): Cenâb-ı Hak peygamberine sabrı emretmiş ve sabırda en yüksek dereceyi de Hz. Muhammed (s.a.v)’e lutfetmiş, onun sabrını nefsine değil, kendi zâtına izâfe etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Senin sabrın ancak Allah(ın yardımıy)ladır.”[1]

Seriyy (k.s)’e, sabrın ne olduğu sorulmuş. O sabır mevzûunu anlatırken, bir akreb ortaya çıkmış, ayakları üzerinde dolaşmaya başlamış ve iğnesiyle onu sokmaya çalışmış. Seriyy ise kıpırdamadan, sâkin sâkin konuşmasına devam etmiş. Niçin akrebi fırlatıp atmıyorsun? diyenlere: Sabır mevzûunda konuşurken sabırsızlık göstermekten utanır, Allah’dan hayâ ederim, cevâbını vermiştir.[2]

Ehlullah demişlerdir ki: Bütün ilim ve amellerin, bilgi, mahâret ve kemâlin illeti, kazanılan sebebi, sabır ve tahammüldür. Her türlü pişmanlık ve kınamadan kurtuluş ve selâmetin sebebi, sabır ve teennîdir. Ve nihâyet, sabrın acılığı, Allah rızâsını kazanmanın ilk tatlılığı ve her iki dünyâ saadetinin sebebidir.[3]

İbn Arabî (k.s) Fütûhât’ında beşinci babda şöyle buyuruyor: Halkın (âmmın) anladığı şekliyle sabır, bir kimsenin kendisine gelen ilâhî kahra mukâvemet etmesidir. Allâh’a karşı edebsizlik vardır. Zîrâ Allah Teâlâ’nın bir kuluna belâ vermesinin sebebi, o kulun kendisine tevâzu ve niyazda bulunması içindir. Ve aynı zamanda verilen belânın, yine Allah Teâlâ tarafından kaldırılmasını istemek yönünde duâ etmeleri içindir. Zîrâ büyük velîler, nefislerini Allâh’a şikâyet husûsunda engellemezler. Yalnız ve yalnız halka şikâyet etmekten menederler. Büyük insanların anlayışı ve mezhebi budur, bunu gerektirir.

Yahya b. Muaz (k.s): Âşıkların sabrı, zâhidlerin sabrından daha çetindir. Ah ah, acaba âşıklar (hicrâna) nasıl sabrediyorlar! der. Bu mânâda, Hızır Ağazâde Said şöyle der mısralarla:

 “Söylemem derdimi hemdemmim âha bile

Belki sînemdeki şu nâle-i cân-gâha bile

Kendi bî-şübhe bilur râz-ı derûnum yoksa

Ehl-i dil söyleyemez derdini Allâh’a bile.”

Sabır o kadar sabır gösterdi ki, sabır sabırdan imdâd istedi ve âşık: Ey sabır sabret diye feyrâd eti. (Sabrın da sabrı vardır).[4]

Kişinin vazifesi, kalbini sır kabristanı yaparak o emâneti korumaktır. Demekki sır saklamak da bir sabır işidir. Şâir ne güzel buyuruyor:

“Senin hazzından kalbim dayanmaz oldu

Ey Rabbim ne istersen onu bana bildir.”

İnsanlarda riyânın karışamayacağı, anlaşılabilir hakiki tek vasıf sabırdır. “Sabır, musibet geldiği an, hiç şikâyet edilmeden sineye çekebilme halidir. Şayet ilk anda feveran eder de sonra sineye çekerse ona sabırlı değil, mütehammil denilir.” Buyuruyor, Abdülaziz Bekkine Hazretleri.

Bizler, bazen sabır ve azmetmek yerine acı ve elemlerinin çokluğunu abartmakla meşgul oluruz. Psikologlar, Depresyon ve intihar düşüncelerinin bir sebebi de budur, diyorlar. Ancak, inançlı insan sabretmek zorundadır ve ilahî huzurdaki yükümlülüğü, onun acı ve elemlerini abartmasının önüne geçer ve gerçekçi değerlendirmelerde bulunmaya sevkeder. Müminin basiretinin, nefs muhasebesinin bir işlevi de budur.

… Neden sabırsız olur insan?

Her şeyi kendi gücüyle yaptığına, kendi belirlediğine inandığı için… O yüzden kendini güçlü hissettiği zaman hırslıdır, gücü tükendiğinde ise ümitsiz, perişan, yıkılmış…

Oysa, her işinde kendini aradan çıkarıp Rabbin kudretine teslim olanlar için zaferlerde şükür vardır, zorluklarda sabır, mağlûbiyetlerde nefis murâkabesi… Çünkü “Allah sabredenlerle beraberdir.”

Mü’min olarak bizler, sabrı bir gönül çiçeği olarak bilmek zorundayız. İmânın olmazsa olmaz boyutu olarak görmeli, mü’minin her an ayakta kalabilme sırrı, Allah’a itimadın yüreğe yansıması olarak telakki etmek zorundayız. İnsan olarak yaşadığımız müddetçe her an sabıra ihtiyacımız var. Meselâ sıhhat, selâmet, servet, ikbal, mansıb gibi kavim ve kabîlesi çok olmak gibi hoşa giden cihetlerde insan sabra çok muhtaçdır. Çünkü bu şerait içinde kendisini zabt edemiyecek olursa azar.

Eşrefzâde Hazretleri ne güzel buyuruyor.

“Sabr ile mâlûm olur esrâr-ı Hak

Sabr ile bilindi her müşkil sabak.”[5]

 

Sabır bir ümiddir.,Sabır tomurcukları ile dolu olan kişi, kış ayını bahara, karanlığı aydınlığa dönüştüreceği ümidini taşır. Sabır bir değiştirme irâdesidir. Kötü olanı iyiliğe ve iyilikle değiştirme irâdesidir. Varlığın içindeki kaderi aramaktır sabır. Onulmadık acıları dindiren, küfrün ateşini söndüren, zulmün kılıcını tenekeye döndüren ve sonunda mazlûmu sevindiren sabır çiçeğidir.

Denilir ki insana, ebedi mutluluk yurduna vardığında;

Sabretmenizin karşılığı olarak selâm size…” (Râd, 22-24) nidâsı ile karşılanır. Selâm, yani sonsuz barış, sonsuz güven, sonsuz mutluluk…

Ebedi bahar… Çünkü sabrettiniz. Dünyada tohumunuzu çatlattınız, çimlendiniz, gerekli yürek kıvamı ile donandınız ve ebedi bahara doğmayı hakettiniz. Selâm size…Sabır çiçekleri.

Rabbimizin, sabredenlere o kadar büyük muştuları var ki, sanki sabır yaşamanın sırrı gibi bir bir şey olarak görünüyor. Rabbim sabrı kuşananlardan ve “Selâm yurdu”na kavuşanlardan kılsın bizleri…

 Dipnotlar

[1] Nahl,127

[2] Sühreverdî, Avârif, s. 613

[3] Mârifetnâme, s.140

[4] Kuşeyrî Risâlesi, s.323

[5] Eşrefzâde

Yazar
Hilmiye KETENCİ

Hilmiye Ketenci, 1973 yılında Bursa ilinde doğdu. İlkokulu Bursa Minâreli Çavuş, Orta kısmı Mudanya İmam Hatip Lisesi, Liseyi Bursa Kız Lisesinde, Üniversite eğitimini Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirdi. Dinî eğitim... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen