Sanatın Dilinden

Bağımsız ve özenli bilgi tutumunun bir delilik gibi küçümsendiği bir çılgınlık dönemi, sadece bilimsel iktidarın değil siyasal iktidarların da bir tercihi gibi duruyor. Bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Oysa bu, kökleri hiç kimsenin bilemeyeceği kadar uzaklara giden bir akışın köküne dinamit koymak gibi bir şey.

Hayat canlıdan cansıza, cansızdan canlıya doğru akıyor. Tıpkı dönenceler gibi ısı değişimleriyle hayatın devinimi ve türlerin kökenlerine kadar her an her şey değişiyor. Bu akış okyanusları kıtalara, kıtaları okyanuslara taşıyor.

Bu konu da nereden ortaya çıktı diyenleriniz olabilir. Hemen söyleyelim. Hani şu her şeyi “bilimin tek bir köşesine sürgün etmek isteyen” katı Pozitivist anlayış var ya, ona olan isyanım söyletiyor bunları buna. Bu yaklaşımın da katı skolastik yaklaşımdan hiçbir farkı yok.

Bazı zamanlar buna benzer meseleleri bazı dostlarla konuşur, söyleşiriz. Bunlardan biri de meslekten bir tıbbiye hocası olan Muzaffer Hocam (Metintaş). Kendisi, meslekten bir hekim. Tıp bilgini. Çok sayıda özgün çalışmaya imza atmış biri. Aktivist, hareket adamı ve kültür insanı. Bütün bunları laf olsun diye söylemiyorum. Eksiği var fazlası yok.

Orada felsefe, bilim, bilim felsefesi, sanat ve Türk kültürüne ait bir yığın mesele spontane olarak gelişir ve konu konuyu açar. Öyle konuşuruz. Hatta aramızda bir ara bir araya gelip bütün bu konuları enine boyuna konuşup söyleşelim diye anlaşmışlığımız da vardır. Kısmet diyoruz.

O da bilim ve sanat kardeşliğiyle bu ikisi arasındaki gri alanların peşinde, onların rüyasını gören biri. O da hayat denilen bu sonsuz akışın içinde sağlığımıza tehdit olarak gördüğümüz virüsler, mutasyonlar, etkileşimler, karşı etkileşimler ve bunlara karşı antikor ifraz ederek kendini savunmaya alan organizma denilen şeyle gen ve epigenetiğin sınırlarını yoklayan ve her seferinde kayıp bir Atlantis’i keşfeder gibi heyecanlanan biri.

Bu yolculuk da tıpkı sanat gibi “katı kuralları” değil, an be an yeni formlarla kendini ifşa eden müzik notaları ve etnografik zenginlikler gibi hayatın kendisi olan bir şeyi içeriyor. Oradan yola çıkan yolcu da selefleri gibi doymak bilmez bir iştahla her vak’ada yeni bir kıtaya, dönenceye ayak basıyor ve orada kim bilir neler keşfediyordur.

Şu mübarek günlerde, ramazan ruhaniyetini yaşadığımız şu demlerde her nedense aklıma bilim, sanat, hekimlik ve bir tıp âlimi geldi. Hayatımıza, ruhumuza ve bize dokunan bir güzel insan.

Hakiki bilim insanlarıdır ki bilimi sanat gibi yaparlar ve her şeyi dar bir kalıba, rakam ve formüllerin sınırlarına hapsederek yeni Bastiller inşa etmez. Onlardır ki hayatı ve kültürü tek bir forma, siyah beyaz bir tabloya mahkûm etmezler.

Yazar
Abdülkadir İLGEN

1964 yılında Bolu-Kıbrısçık’ta doğdu. İlköğrenimini doğum yeri olan Deveören Köyü İlköğretim okulunda yaptı. Daha sonra Ankara Dikmen Ortaokulunda başladığı ortaokul hayatını 1977-1978 yılında Polatlı Lisesi Orta Okulunda... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen