Schuman Deklarasyonu’nun 71. yılında, Avrupa bütünleşmesinin bir düzineye yakın muaccel çözüm gerektiren sorunu bulunuyor. Bunları ana başlıklar halinde saymak gerekirse ilk sırada ekonomik sıkıntılar geliyor. Bir zamanlar tüm dünyada gıptayla bakılan, refah toplumu olarak örnek gösterilen Avrupa ülkeleri şimdilerde bu özelliğini korumakta zorlanıyorlar. 2004 ve 2007 yıllarında AB’ye katılan 12 ülkenin 10’unun Varşova Paktı, SSCB ve Yugoslavya kökenli olması, bu ülkelerin demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimlerinin bulunmaması, AB’ye büyük bir yük olarak yansıdı. Bütünleşme hareketinin temel ekonomik ve insani göstergeleri, Doğu Bloku ülkelerinin katılımından sonra önemli ölçüde zayıfladı. Ardından 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik kriz, avro kullanan ülkeleri ve diğerlerini derin biçimde etkiledi. Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin ekonomik göstergeleri, parasal birliğe katılmak için zorunlu olan Maastricht Kriterleri’nin fersah fersah gerisine düştü.
*****
Prof. Dr. İrfan KAYA[i]
Avrupa Birliği’nin (AB) resmi sembolleri Avrupa Marşı, mavi zemin üzerine on iki sarı yıldızdan oluşan bayrak, 2002 yılında tedavüle giren avro ve 9 Mayıs Avrupa günü şeklinde sıralanıyor. Bazıları “çeşitlilik içerisinde birlik” sloganını da gündeme getirerek AB bünyesinde farklılıklara rağmen uyum ve harmoni olduğunu iddia ediyorlar. Beethoven’ın 9’uncu senfonisinin “Cennetten Çıkış” başlıklı son bölümü 1985 yılında AB’nin resmi marşı olarak kabul edildi. AB’nin bayrağı ise 1949 yılında kurulan Avrupa Konseyi’nin sembolünden etkilenerek hazırlandı. Kuruluşu ve mevcut yapısıyla her ne kadar AB dini temellere dayanan bir örgüt değilse de, Avrupa ülkelerindeki bazı siyasal partiler ve marjinal eğilimler, AB bayrağındaki 12 yıldızın Hz. İsa’nın havarilerini temsil ettiğini ileri sürüyorlar.
Bu analiz 9 Mayıs 1950’de yayınlanan Schuman Deklarasyonu’nun 71’inci yılında Avrupa’nın gündemi ve gelecek perspektifini ortaya koymayı hedefliyor. Temelleri 1951 Paris ve 1957 Roma Antlaşmalarına dayanan Batı Avrupa’daki entegrasyon hareketinin, tarihin kaydettiği en başarılı bütünleşme çabası olduğuna kuşku yok. Yüzyıllar boyunca devlet adamları, filozoflar, kardinaller tarafından durmadan savunulan düşünce, yani Avrupa’nın tek çatı altında toplanması ütopyası, İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ortam uygun olduğu için uygulamaya aktarıldı. Savaş sonunda Almanya dört işgal bölgesine ayrılmıştı. ABD baskısı sonucunda Batılı devletlerin işgal bölgeleri birleştirildi ve 1949 yılında Federal Almanya devleti kuruldu. SSCB kendi işgal bölgesinin bu oluşuma katılmasına izin vermedi ve böylece uydu bir Doğu Almanya devleti ortaya çıktı.
Schuman Deklarasyonu Avrupa bütünleşmesini tetikledi
Schuman Deklarasyonu Federal Almanya olarak yeniden siyasi birlik kurmasına izin verilen Alman devletinin egemenlik haklarını kömür ve çelik alanında sınırlamayı hedefliyordu. O yıllarda kömür ve çelik, savunma sanayi ve enerjisi bakımından hayati ehemmiyet taşıyordu. Eğer bu enerji kaynakları yeni kurulan Alman devletinin kontrolü altına verilirse, kısa bir süre sonra “Alman savaş makinesinin” devreye girmesinden endişe ediliyordu. Bu amaçla, Fransa ve Almanya’nın kömür ve çelik kaynaklarının ulus-üstü bir otorite tarafından yönetilmesi hususunda mutabakata varıldı. Savaş mağlubu İtalya’nın bu oluşuma katılması, Batı Avrupa’da yeni kurulan düzene hızlı bir şekilde uyum sağlama amacı taşıyordu. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg ise zaten kendi aralarında 1944 yılında imzaladıkları Benelüks Gümrük Birliği ile ekonomik işbirliği başlatmışlardı. Netice olarak, Robert Schuman tarafından 9 Mayıs 1950’de açıklanan Schuman Planı, ulus-üstü yetkilere sahip bir örgüt kurulmasını ve böylece Avrupa barışına katkı sağlanmasını hedefliyordu.
Kısa bir süre sonra Schuman Planı uygulamaya aktarıldı. İlk önce 14 Nisan 1951’de Paris antlaşmasıyla Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Ardından ise ilk kurulan örgütün modeli esas alınarak 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Atom Enerjisi Topluluğu adıyla iki yeni örgüt daha faaliyete başladı. Günümüzde AB adını alan Batı Avrupa’daki bölgesel işbirliği çabalarının kökeninde Schuman Planı bulunuyor. Sonraki zamanlarda yaşanan gelişmeler planda öngörüldüğü çerçevede cereyan etti. Bir yandan ulus-üstü bütünleşme ile Batı Avrupa’da iktisadi refah artarken, öte yandan ihtilaflar barışçı yöntemlerle çözüme kavuşturuldu ve böylece Avrupa bir istikrar ve barış mıntıkası haline geldi.
Avrupa bütünleşme hareketi, başlangıcından günümüze bir yandan işbirliği alanlarını genişletmiş, öte yandan da coğrafi olarak büyümüştür. Altı ülke ile yola çıkan bütünleşme hareketi 2013 yılında Hırvatistan’ın katılımıyla 28 üyeli hale geldi. Fakat İngiltere’nin ayrılması (Brexit) sonrasında bu rakam 27’ye düştü.
Avrupa bütünleşmesinin derinleşme boyutu ise Gümrük Birliği ve ortak pazarın ardından, günümüzde ekonomik parasal birlik aşamasında bulunmakta. Bunun daha ileri seviyelere taşınması ihtimali teorik olarak var olmakla birlikte, karşı karşıya kalınan sıkıntılar geleceğin kurgulanmasını güçleştiriyor.
AB duraklama dönemini yaşıyor
Schuman Deklarasyonu’nun 71. yılında, Avrupa bütünleşmesinin bir düzineye yakın muaccel çözüm gerektiren sorunu bulunuyor. Bunları ana başlıklar halinde saymak gerekirse ilk sırada ekonomik sıkıntılar geliyor. Bir zamanlar tüm dünyada gıptayla bakılan, refah toplumu olarak örnek gösterilen Avrupa ülkeleri şimdilerde bu özelliğini korumakta zorlanıyorlar. 2004 ve 2007 yıllarında AB’ye katılan 12 ülkenin 10’unun Varşova Paktı, SSCB ve Yugoslavya kökenli olması, bu ülkelerin demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimlerinin bulunmaması, AB’ye büyük bir yük olarak yansıdı. Bütünleşme hareketinin temel ekonomik ve insani göstergeleri, Doğu Bloku ülkelerinin katılımından sonra önemli ölçüde zayıfladı. Ardından 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik kriz, avro kullanan ülkeleri ve diğerlerini derin biçimde etkiledi. Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin ekonomik göstergeleri, parasal birliğe katılmak için zorunlu olan Maastricht Kriterleri’nin fersah fersah gerisine düştü. Bununla birlikte en kötü performansı gösteren ülke bile avro bölgesinden çıkarılmadı. Almanya’nın yaptığı değerlendirmeye göre, Yunanistan’ın veya bir başka ülkenin avro bölgesinden (Eurozone) Maastricht kriterlerini karşılamadığı gerekçesiyle çıkarılması, avronun diğer pariteler karşısında büyük ölçüde değer kaybetmesine neden olacaktı. Böyle bir olayın meydana gelmesi halinde uğranılacak kayıp, Yunanistan’ın borçlarını fersah fersah aşacaktı. Avrupa ülkeleri bu bakış açısı sonucunda, 2012 yılında Yunanistan’ın 100 milyar avro borcunu sildiler; kalan borçlar ise Uluslararası Para Fonu (IMF) ve AB desteğiyle yapılandırıldı.
AB’yi günümüzde derin biçimde etkileyen bir başka kronik sorun ise mülteci akını. Önceden de var olan Avrupa kıtasına kitlesel göçler, Arap Baharı sonrasında adeta bir kavimler göçü görünümü kazandı. AB tarafı Türkiye, Yunanistan’ın Ege adaları, İtalya ve İspanya üzerinden akan göçü önlemek için geri kabul anlaşmaları, mülteci yardımları, sınır koruma önlemleriyle kendini koruma altına almaya çalıştı. Kimi ülkelerde sınıra duvarlar örüldü, kimilerinde dikenli teller kaplandı. Bazıları AB’nin en önemli kazanımlarından biri olan Schengen’e aykırı biçimde iç sınırlarda kontrol veya kapatma yolunu seçtiler. Bu arada Arap Baharı’ndan günümüze AB ülkelerine intikal eden mültecilerin sayısı 2 milyonu geçti. Mültecilerin nihaî hedefi Almanya ve Hollanda gibi ülkelerdi.
Avrupa genelinde yabancı düşmanlığı arttı
Avrupa genelinde son yıllara damga vuran bir başka gelişme de AB kötümserliğinin güçlenmesi ve marjinal partilerin halk desteğini artırması oldu. Bu durumu ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobinin bir yansıması olarak da okumak mümkün. Avrupa ülkelerinde daha önceden marjinal destek bulan siyasal partiler, yabancı düşmanlığının artmasına paralel olarak güçlendiler ve bazı ülkelerde ana muhalefet partisi haline geldiler. Hollanda’da Özgürlükler Partisi (PVV), Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD), Fransa’da Ulusal Cephe (FN) ve Avusturya’da Özgürlük Partisi (FPÖ) bunların en bilinenleri arasında yer alıyor. Bu partiler hem ulusal düzeydeki seçimlerde hem de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde temsil gücünü artırdılar.
Lizbon anlaşmasıyla getirilen AB’den ayrılma düzenlemesi İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla sonuçlandı. İngiltere’de 23 Haziran 2016’da yapılan referandumda, oylamaya katılanların çoğunluğu tercihlerini ayrılma lehinde ortaya koydu. Ayrılma müzakereleri ve ardından imzalanan anlaşmanın İngiliz parlamentosunda onaylanması aşamasındaki sıkıntılar Londra’da iki hükümetin devrilmesine neden oldu. En sonunda, son seçimlerin galibi Boris Johnson hükümeti ayrılma anlaşmasını onayladı. İngiltere’nin 31 Ocak 2020 itibariyle AB’den ayrılması derin yankılar yarattı. Bugüne kadar bütünleşme hareketini tıkayan ülkenin ayrılmasını AB bakımından hayırlı bir gelişme olarak değerlendirenlerin yanında, AB’nin zayıfladığını öne sürenler de vardı. Zira İngiltere ekonomik bakımından AB içindeki en yoksul 19 ülkenin gayri safi milli hâsıla büyüklüğüne sahip bir ülkeydi.
AB ortaya gelecek perspektifi koymakta zorlanıyor
AB’nin bir başka sorunu da gelecek perspektifinin yitirilmesi. Anayasa’nın 2005 yılında Fransa ve Hollanda tarafından reddedilmesinin yarattığı sıkıntılar hâlâ aşılabilmiş değil. 2020 yılında toplanması öngörülen Avrupa’nın Geleceği Konferansı Kovid-19 nedeniyle ertelendi ve ne zaman toplanacağına ilişkin bir açıklama da yapılmadı. Bu arada 2020 yılında AB kendini küresel insan hakları jandarması ilan etti. İnsan haklarına aykırı davrananlara karşı yaptırım uygulayacağını duyurdu. AB genelinde siyahilere, Müslümanlara, Romanlara karşı ayrımcı uygulamalar yaygın biçimde devam etmekte. İnsan hakları ile ne derece bağdaştığı tartışmalı bir başka örnek de Akdeniz’de yaşanıyor. Sık aralıklarla ajanslarına, gazete ve televizyonlara resmi görevlilerinin mülteci teknelerini batırma görüntüleri yansıyor.
İnsan haklarının dışında, AB’nin normatif ilke ve prensiplere de riayet etmediğini gösteren bir başka örnek ise Mısır darbesi. 2013’te seçimle işbaşına gelen yönetimi deviren askeri cuntayı başlangıçta kınayan AB, daha sonra pragmatizm ve hatta oportünizm denilebilecek bir yaklaşım ortaya koyarak Sisi rejimi ile yakın ilişki içine girdi.
AB’nin 2014 Ukrayna krizindeki tutumu ise pragmatizme bir başka örnek teşkil etmekte. AB Kırım’ın işgal ve ilhakının ardından Rusya’ya karşı yaptırım kararı aldı. Bununla birlikte Rusya’ya karşı uygulamaya konulan yaptırımlar, genel niteliği itibariyle sembolik değer taşımakta; bu durumun ardında yatan gerçek ise Avrupa’nın enerji bağımlılığı.
Günümüzde AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten üç ülke Türkiye, Sırbistan ve Karadağ’dan oluşuyor. Komisyon tarafından yapılan açıklamalarda Sırbistan ve Karadağ’ın 2024 yılı içinde AB’ye alınacağı taahhüt ediliyor. Türkiye ile ilişkiler ise genel olarak tam üyelik dışındaki alanlar üzerinde yoğunlaşmış durumda. Türkiye ile AB arasında hukuken devam eden müzakereler fiilen tıkandı. AB üyesi olmayan Batı Balkan ülkelerinin de 2003 Selanik zirvesi kararlarına uygun olarak gelecekte AB içine alınacağı sık aralıklarla vurgulanmakta. Ama Türkiye konusunda belirsizlik devam ediyor. AB’nin mevcut sıkıntıları ve üye ülkeler arasında konsensüs sağlama güçlükleri, Türkiye ile ilişkilerin güncellenmesi veya yeniden tanımlanması sürecini engellemeye devam ediyor.
Öte yandan Avrupa bütünleşmesinin geleceği konusunda üye ülkeler arasında genel bir uzlaşı da sağlanabilmiş değil. AB’nin mevcut görünümü, değişken geometrili Avrupa modeline kısmen uyarlık taşımakta. Maastricht anlaşmasından beri tek tip bütünleşmeden uzaklaşıldığını söylemek mümkün. AB içindeki kimi ülkeler ekonomik parasal birlik içerisinde ve avro kullanıyor, kimi ülkeler ise kendi ulusal paralarını. Benzer şekilde 27 ülkenin 22’si Schengen bölgesine üye. Keza güvenlik konularındaki işbirliği de karmaşık bir görünüm taşımakta: İrlanda, Avusturya, İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler AB’nin askeri faaliyetlerine soğuk bakıyorlar. Acil Müdahale Gücü olarak oluşturulan askeri yapılanma, konvansiyonel ordu değil ve esas görev tanımı da barış gücü faaliyetleri ile sınırlandırılmış durumda. AB üyesi ülkelerden bir kısmı NATO üyesi değil ve bu durum nedeniyle AB adına görev yapan barış gücünün NATO altyapısı ve muhabere imkânlarını kullanmasında sıkıntılar yaşanıyor.
Schuman Deklarasyonu’nun 71. yıldönümünde AB’nin dışarıdan görünümü ana hatlarıyla bu şekilde. Avrupa bütünleşmesi mevcut koşullarda bir ara dönem yahut bir nevi duraklama yaşıyor. Buradan çıkış ise Kovid-19 sonrasında toplanacak Avrupa’nın Geleceği Konferansı’nda netleşecek yol haritasına bağlı olacak.
———————————————
Kaynak:
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/schuman-deklarasyonunun-71-yilinda-ab-nin-gundemi-gelecek-kaygisi/2234350
[i] Prof. Dr. İrfan Kaya ÜLGER, Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır.