Şeriat Başka İslâm Başkadır

Şeriat başka İslâm başkadır. İslâm dinin adı, kendisi; şeriat ise işlenmiş, üzerinde çalışılmış, müteşerri İslam demektir.

İslâm’ın ilk ortaya çıktığı devirlerde din henüz ahlâk ve hukuk şeklinde şubelere ayrılmadığı için her şey din halinde muamele görüyor, öyle kabul ediliyordu.

Zamanla bunun ahkâmı, usûlü, furuu ve diğer bütün şekilleri tanımlandı ve büyük bir gelenek teessüs etti. Bu gelenek teessüs ederken eski dünyanın bütün birikim ve meydan okumalarıyla birlikte yapıldı bütün bunlar.

Bu haliyle ortaya çıkan İslâm tarihsel ve sosyolojik, pratiğe aktarılan insanî bir İslam’dı. İnsanî, yani kültürel bir İslâm. O yüzden hiçbir şekilde murad-ı ilahi budur diyemeyeceğimiz, dolayısıyla da tartışılmaz bir İslâm değildi bu İslam.

Bununla birlikte vazgeçebileceğimiz bir İslam da değildi, çünkü tarihi tecrübe ve birikimi, onun kurumsal pratiğe aktarılma biçimlerini veriyordu.

Anlaşılması için adını koyalım, halk arasında “ilmihal” olarak bilinen fıkhın asgarisi ile genel adıyla fıkıh olarak bilinen en geniş yorumlarına kadar İslam’ın bütün yorumları bu kapsama girer.

Bununla birlikte anlaşılması gereken asıl nokta şudur: nasıl modern hukukta mahkeme kendisini yasa koyucu yerine koyamaz ve yasama ile yargı arasına kesin sınırlar çizilirse, dinin kendisi ile yorumu arasına da kesin sınırlar çizilmiştir.

Bu haliyle yasa koyucuya “Şâri”, yasaya da “ed-din” denir. Burada yasa koyucu bizzat Tanrı olduğu, yasayı yorumlayanlar da kadı ve fakihler, yani yargıçlar olduğu için bu ikincilerin (kadı ve fakihler) içtihatla oluşturduğu usûl ve füruat ile ahkâmın (şeriat) hiçbirine din denemez. Dense dense dinî hükümler denir. Aynı şekilde bunları tedvin edenler de hiçbir şekilde kendilerini yasa koyucu yerine koyamaz. Bu sebeple onların yorumları da hiçbir şekilde din yerine geçemez.

Aksi halde teokrasiye gideriz. Bu da bir tür dinî jüristokrasi anlamına geleceği için asıl zararı dinin kendisine verir. Çünkü böyle bir durum bizi âşkın, müteâl ve ilahî bilgiyle fenomenal, beşeri bilgiyi aynı kategoride değerlendirme ve ikisini birbirine karıştırma gibi bir sonuca götürür.

Fıkıh usûlü diye bilinen yöntem bunun farkında olduğu için bu türden karışıklıklara meydan vermemek amacıyla kılı kırk yararcasına bugün adına yorum bilim denilen bir bilgi teorisi ve usûl geliştirmiş ve bütün yorumlarını bu disiplin içinde yapmıştır.

Bir tür kendi referans setini oluşturma da denilebilecek bu yöntem asırlarca müslümanların yolunu aydınlatmış, yığınla meseleyi çözüme kavuşturmuştur. Pek tabii ki bu da insan yapımı bir ürün olduğu için ekleme ve çıkarmalara ihtiyaç duymuş ve duymaktadır. Bazılarının içtihat dediği ve ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri de bu, bir tür içtimaî fıkıh ihtiyacıdır.

Tam da bunun için dini keyfi ve kuralsız yorumlanmalardan kurtarma ihtiyacı her sahada olduğu gibi bu sahada da uzmanlara ihtiyaç duymuş ve fakih yorumlarını zorunlu hâle getirmiştir.

Aksi halde İslam karşısında bizim durumumuz da paganlar çağındaki ilkel komünler durumuna dönüşebilir ve bizi bir çıkmaza sürükleyebilirdi. Bu da ilkel çâglara dönüş gibi bir kaos ve anarşi demektir.

Yazar
Abdülkadir İLGEN

1964 yılında Bolu-Kıbrısçık’ta doğdu. İlköğrenimini doğum yeri olan Deveören Köyü İlköğretim okulunda yaptı. Daha sonra Ankara Dikmen Ortaokulunda başladığı ortaokul hayatını 1977-1978 yılında Polatlı Lisesi Orta Okulunda... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen