Uluslararası ilişkilerde etik ilkeler, çoğu zaman güç siyasetine kurban edilir. İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, yalnızca iki ülke arasında değil, küresel düzenin temel ilkeleri üzerinde de bir kriz yaratmıştır. Ancak bu krizin en çarpıcı yönü, Avrupa devletlerinin derin sessizliğidir. Bu sessizlik, yalnızca bir siyasi tercih değil; aynı zamanda bir ahlaki çöküşün, değerler çelişkisinin ve ikiyüzlülüğün ifadesidir.
İsrail’in Saldırısı: Önleyici Savaş mı, Saldırganlık mı?
İsrail, İran’a yönelik saldırılarını genellikle “önleyici meşru müdafaa” kapsamında meşrulaştırmaya çalışır. Ancak uluslararası hukuk, saldırının gerçekleşmemiş olduğu durumlarda bu gerekçeyi kabul etmez. Bu tür eylemler, Birleşmiş Milletler Şartı’nın açıkça yasakladığı bir saldırganlıktır. Nükleer bir tehdit algısına dayanarak yapılan her askeri müdahale, uluslararası düzeni kaosa sürükler ve güçlünün hukukunu, hukukun gücünün önüne koyar.
Avrupa’nın Sessizliği: Değerlerin İflası
Avrupa devletleri yıllardır insan hakları, hukuk devleti ve barış ilkeleri üzerine kurulu bir diplomatik söylem üretmektedir. Ancak konu İsrail olduğunda bu söylem çoğu zaman işlevsizleşir. İran gibi bir ülke aynı tür bir saldırıyı gerçekleştirseydi, Avrupa başkentlerinde kınamalar, yaptırımlar ve acil zirveler düzenlenirdi. Ancak saldıran İsrail olunca, suskunluk hâkim oluyor. Bu çifte standart, Avrupa’nın evrensel değerleri savunma iddiasını derinden zedelemektedir.
Stratejik Körlük ve Ahlaki Tutarsızlık
Avrupa’nın sessizliği, aynı zamanda stratejik bir körlük barındırmaktadır. Bu tür saldırılar sadece İran’ı değil, tüm bölgeyi radikalleştirir. Diplomasi yerine güç kullanan her aktör, uzun vadede güvenlik değil güvensizlik üretir. Avrupa, İsrail’e koşulsuz destek vererek aslında barışı değil, çatışmayı beslemektedir. Bu tutarsızlık, Batı’nın inandırıcılığını yalnızca Orta Doğu’da değil, küresel çapta da zayıflatmaktadır.
Sonuç: Sessizlik Taraf Tutmaktır
İsrail’in İran’a saldırısı uluslararası hukuk açısından açık bir ihlaldir. Avrupa’nın bu saldırı karşısındaki sessizliği ise tarafsızlık değil, fiili onaydır. Susmak, zulme ortak olmaktır. Eğer Avrupa, gerçekten evrensel değerler adına konuşmak istiyorsa, bu tür saldırılara karşı net ve tutarlı bir tavır almalı, hukukun üstünlüğünü sadece kâğıt üzerinde değil, sahada da savunmalıdır.
[i] Prof.Dr., Samsun OMÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Felsefe Bölümü, Felsefe Tarihi ABD Öğretim Üyesi.