İnsan bir bilgelik yolculuğunda olan varlık. Yolculuk bu dünya hayatını tecrübe ettiğimiz her devirde, türlü şekillerde devam eder durur. Yaşanan şeyler, hisler, düşünceler, olaylar, durumlar, kişiler yolcunun olgunluğuna hizmet etmek üzere var olup durmaktadır.
Kahramanın bu uzun yolculuğu tasavvufta “ömür” olarak ifade edilir ve bu kelime bildiğimizden daha geniş bir şekilde bir insan hayatının ilâhî olandan ayrılıp yine ona vardığı noktayı ifade eder. Bu anlamda ömür tamamlanmış bir dairedir.
Bir insan bilgeliğini bir edebî eserde ele almak zor bir meseledir. Bunun kurgudan çok daha ötede şeyler gerektirdiği elbette tahmin edilebilir. Bir bilgelik metnini kaleme almak yazanın o aşamalardan geçmiş olmasını zaruri kılar. Aksi hâlde bu türden metinleri yazmak zorlaşacağı gibi buna kalkışan kişiyi de gülünç durumlara düşürebilir.
Bilgeliği konu edinen eserlerin sınırlı olması aslında yolun zorluğuyla beraber düşünülmelidir. Bir de bilgeliği ve huzuru elde etmiş kimseler yaşadıklarını yazmaktan çoğu zaman imtina ederler. Bunun temel sebebi bilgelik yolculuğunun çok şahsî tecrübeler yumağına sahip olmasıdır. Bu yolda birisinin yaşadığı hakikatler başkalarına “saçma” gelebilir.[1] Bu yüzden bilge kimseler yaşadıkları tecrübeleri bunları talep etmeyenlerden özellikle gizli tutulmuşlardır. Bu her dönemde böyle olmuştur. Hermetik metinlerde geçen “Yeniden doğuş doktrini gizli tutulmalıdır.” hükmü de bu perspektiften değerlendirilmelidir. Çünkü bir bilgelik yolculuğu aslında yeniden doğuş demektir.
Yine de bilgeliğin nasıl elde edildiği konusunda hatırı sayılır bir literatürün oluştuğunu söyleyebiliriz. Hem Doğu hem de Batı edebiyatlarında zaman içinde bu türden değerli eserler kaleme alınmıştır. Biz burada bunların üzerinde detaylı bir şekilde durmayacağız. Sadece bu türden eserlerin birkaçının ismini vermekle yetineceğiz.
Bu anlamda Morla Morgan’ın Bir Çift Yürek adlı eseri aslında bir bilgelik yolculuğunu konu edinir. O romanda Aborjinlerle yürüyüşe başlayan kahramanla yürüyüşü tamamlayan kahraman arasında çok fark vardır. Forrest Carter’ın Küçük Ağaç’ın Eğitimi romanı da aslında bilgeliğin Kızılderili kültürü içindeki bir yorumudur ve oldukça değerli bir eserdir. Türk Edebiyatında da bilgelik yolculuğunu anlatanlar eserler kaleme alınmıştır. Fuzûlî’nin Leyla vü Mecnûn’u, Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk’ı, Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ı, Filibeli Ahmed Hilmi’nin Amâk-ı Hayâl’i, Ahmed Yüksel Özemre’nin Gel De Çık İşin İçinden kitabı aslında birer bilgelik metni olarak okunabilir.
Bilgeliği konu alan eserlerden birisi de Hermen Hesse tarafından kaleme alınan Siddhartha’dır. Siddhartha, ilk olarak 1920’li yılların başında Almanya’da yayınlanan bir romandır ve Budizm düşüncesi üzerinden şekillenir. Bu yazıda kahraman Siddhartha’nın üzerinden biz bir bilgelik yolculuğuna çıkarız. Bu yazıda Siddhartha’nın bilgelik yolculuğunu irdelemeye çalışacağız.
Siddhartha
Siddhartha, romanın kahramanı Siddhartha’nın bir bilgelik yolculuğudur. Romanda bu sebepten olaydan ziyade durumların öne çıktığını görürüz.
Siddhartha’nın yaşadığı yıllar onun bilgeliğinin ortaya çıktığı bir zaman dilimini ifade eder. Burada bazı kavramlar dikkatimizi çeker. Bunların en önemlisi “Atman”dır. Atman, bir bütünlüğü ve huzuru temsil eder. Siddhartha’nın ve gezgin dervişlerin amacı da budur.
Siddhartha, en başta bütün görüntülerin ölümlü olduğunu kabul eden bir anlayışa sahiptir. O, yakın arkadaşı Govinda’ya şöyle der: “Unutma ki, sevgili dostum, ölümlüdür görüntüler dünyası, ölümlü son derece ölümlüdür giysilerimiz, saçlarımız, vücudumuzun kendisi ayrıca.”[2]
Bir Brahman olarak yaşayan Siddhartha, babasının karşı çıkmasına rağmen bir gün dostu Govinda’yla beraber yaşadığı yerleri bir daha oralara dönmemek üzere terk eder.
Terk Etmek
Siddhartha, hayatının birkaç noktasında “terk” diyebileceğimiz bir durumla karşılaşır. Önce arkadaşı Govinda ile anne babasını ve memleketini terk eder. Bu yolculuğun sonunda Govindo, Buddha’nın öğrencisi olur. Onunla bir süre sohbet eder. Öğretilerini benimsemekle beraber Siddhartha, bir Samana yani gezgin bir derviş olarak yolculuğuna devam etmeyi tercih eder.
Siddhartha , yolculuğunun devamında gide gide bir ırmağın kenarına gelir. Burada artık öncekinden çok daha başka bir hayata adım atmak için bir eşikle karşılaşır. Irmağın karşısına geçtiğinde Siddhartha, artık süflî zevklere ve dünyaperestliğe giden yolda önemli bir adım atmıştır.
Siddhartha artık Kamala’nın yanında sevme sanatını, bir tüccarın yanında da ticareti öğrenmektedir. Siddhartha, bunu yaparken önceki çileli eğitimlerinden, Brahmanlığından ve üç yıl kadar süren Samanalık döneminde edindiklerinden faydalanmıştır. Fakat gide gide “çocuk insanlar” dediği dünyaperest insanların arasında yaşayarak onlar gibi olmaya, onlar gibi giyinmeye başlamıştır.
Artık o da onlar gibidir. Belki onlarca yıl süren bu dönemi Siddhartha’nın içinde zamanla burukluğunu duymakla beraber bilgece bir yaşama veda ettiği bir dönemdir. Bu dönemde içki, kumar gibi şeylere müptela olan Siddhartha’nın içindeki huzursuzluk bir zaman sonra büyür. Kamala’yla geçirdiği bir geceden sonra bütün zenginliğini, çiftliğini, evini, sevgilisini geride bırakan Siddhartha, şehri terk ederek başka bir yöne yönelir.
Uzun bir zaman “çocuk insanlar” dediği kimselerin hayatını yaşayan Siddhartha, onlar gibi düşünmüş, onlar gibi endişelenmiş, bir zamanlar kıymet bile vermediği tedirginlikleri kendi içinde duymuştur. Fakat bir zaman sonra tıpkı önceden yaptığı gibi bu hayatı da terk etmiştir. Sonunda buraya gelmeden önce geldiği ırmağın kenarına dönmüş ve burada yıllar önce görüştüğü kayıkçıyla yeniden karşılaşmıştır.
Dingin Bir Yer
Dışarıdaki dünya, insanın buradaki “olgunluk” yolculuğunun yaşandığı bir yerdir. İnsan, bu yaşamı tecrübe eden bir varlıktır. Bu sebeple çoğu zaman insanı inciten, onu üzen şeyler buradaki eğitiminin bir parçası olmaktadır. Dünyada yaşadığı bütün olumsuzluklar bir yerden sonra insanı kendi içinde dingin bir yer aramaya sevk etmektedir. Bunun bütün bilgelik aşamalarında ve yollarında böyle olduğu görülmektedir. Sessizlik, sakinlik, yoğun ibadetler de aslında kişinin kendi içinde dingin bir yer kurmak istemesiyle ilgilidir.
Bunu Siddhartha’nın Kamala’ya söylediği sözlerden de anlıyoruz: “… içinde dingin bir yer, sığınılacak bir yer var, ne zaman istersen benim gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda vardır bu, oysa herkes buna sahip olabiilir.”[3]
Siddhartha’nın dediği gibi aslında herkes kendi içinde dingin bir yere sahiptir. Fakat o dingin, sakin yerin dışarıda aranması yüzünden içimizdeki hüzün ve hayatımızdaki hoşnutsuzluk git gide büyümektedir. Bu yüzden “İnsanların büyük çoğunluğu Kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgârın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere.”[4] der Siddhartha.
Bilgelik bir sayfada yazılanlar, anlatılanlar, dilden dökülenler gibi kolay değildir elbette. O, çok karmaşık şeylerin, çileli bir hayatın sonunda insanda meydana gelen bir hâldir. İnsanın hayat yolculuğu oraya doğrudur ve bilgelik er veya geç insanda açığa çıkar.
Bütün olayların ve durumların, bunlardan doğan hislerin sonunda insanda ortaya çıkan hâlin sessiz fakat bilgece bir seyir olduğunu ifade edebiliriz. Aslında içimizde çekildiğimiz dingin ve sakin yer, hayatımızı gözden geçirdiğimiz, belki bir manzaranın eşsiz güzelliği karşısında kendimizi ona kaptırdığımız, hayatı ve kendimizi anladığımız ve huzura erdiğimiz bir hâli ifade eder.
Irmak ve Bilgelik
Yeryüzünün doğal güzellikleri insanda bilgeliğe giden yolda onun değişimlerini ve bu yolda geçirdiği evreleri ifade eder. Bu anlamda bütün bir doğaya bir sembol olarak bakabiliriz. Irmak, daima arayış hâlinde olan bir yolcuyu ifade ettiği gibi deniz de bir birlik ve sükûn hâline ulaşması gereken insanı anlatır.
Irmağın aynı zamanda geçilen ama bununla beraber tercih durumunda üzerinde derinleştiğimiz bir kavram olduğunu da söyleyebiliriz. Irmak bizim duygularımız, düşüncelerimiz, hayatımızdır. Bu yaşamda geçip gittiğimiz her şey aslında önümüzden akıp giden bir ırmak gibi bizi var eden şeyleri oradan oraya taşımaktadır. Irmağı izlediğimiz, onu seyrettiğimiz zaman hayatın akışını da anlamaya başlarız. Siddhartha, bu yüzden bir zamanlar geçilmesi gereken bir yer olarak gördüğü ırmağa yeniden döner ve orada her şeye yeniden başlar. Hayatın akıp giden yönünü temsil etmesi dolayısıyla ırmak kendi özünde başlangıçları, yaşamın seyrini ve bitişleri de ifade eder.
Irmak, hayatı kendinde toplayan bir kavram olarak insanın iç dünyasında sembolik bir özelliğe sahiptir. Nasıl ki ırmak içindeki her şeyle beraber bir akış hâlindeyse varlık atfettiğimiz her şey de insandan bir akış hâlinde geçip gitmektedir. Varlıkla alışverişi sonucunda insan aslında olayların ve durumların da devamlılığını temin etmiş, bir bakıma yaşamın bir dinginliğe, sakinliğe kavuşacağı zamanlara kadar senaryoyu yazmaya devam etmiş olur. Bilgelik bu ırmağı izlemeye ve onu anlamaya başladığımız zamanlara kadar devam eder. Siddhartha’nın Vasudeva’dan ırmağı izlemeyi öğrenirken aldığı bilgece bakış açısı da aslında yaşamı derindne derine izlemekle ilgilidir.
Aslında Siddhartha’nın hayatının iki kısma ayrıldığını söyleyebiliriz. Irmakla ve kayıkçıyla ilk kez buluştuğu zaman Siddhartha’nın hayatını ince bir çizgi hâlinde ikiye ayırır. Buna göre Siddhartha, bilgeliğinin bu noktasına kadar aslında her şeyden geçmenin, çilenin, yalnızlığın, yoğun düşüncelerin, nefisle mücadelenin bilgeliğin bir aşaması olduğunu bilip yaşamıştır. Bu, aslında her bilgenin hayatında böyle olmuştur denebilir. Bu ilk çileli dönem bir “seyir” hâlinin ortaya çıkacağı bir yere doğru devam eder ve gerçek bilgelik bundan sonra ortaya çıkar.
Romandan anladığımıza göre gerçek bir bilge itiraz ve tenkit etmez, kötü gözle bakmaz, eleştirmez, yadırgamaz, sabırsız davranmaz… O sadece izler. Halbuki bilgeliğin ilk aşamasındaki o çileli zamanlarda yolcu, birçok şeyden feragat etmiş, birçok şeyi terk etmiş, yalnız kalmış, dünyanın türlü nimetlerinden uzaklaşmış, çile çekmiştir. Fakat derin bir farkındalığın oluştuğu bir noktadan sonra aradığımız şeyin yine içimizde olduğunu anlayan bir bilge için artık arayacak bir şey kalmamıştır. Yaşamdan maksat onun içinde derinleşmektir. Tıpkı Siddhartha’nın ırmağın içinde derinleşmesi gerektiğini anladığı gibi. Biz bunu kayıkçı Vasudeva’nın dilinden şöyle okuruz:
“Pek çok kişiyi bir kıyıdan öbür kıyıya geçirdim, binlerce kişiyi; hepsi için de ırmak, yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka bir şey değildi. Para pul, iş güç peşine düşmüşlerdi, düğün derneklerine seğirtiyor, hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde, kayıkçı da onları bir an önce bu engelin üzerinde aşırmak için vardı. Binlerce kişinin arasında pek azı, topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı, bu insanlar ırmağın sesini işittiler, ırmağın sesine kulak verdiler ve ırmak benim için nasıl kutsalsa, onların gözünde de kutsallık kazandı.”[5]
Irmağı engel olarak görmek, huzura giden yolsa hayatı geçilmesi gereken bir engel olarak görmekten pek de farklı değildir. Vasudeva’nın söylediklerinden ırmağı dinlerken aslında hayatı derin bir kavrayışla yaşamamız gerektiğini de anlarız.
Irmak bir devamlılığı ifade eder. Onun doğduğu yerle denize kavuştuğu yeri buluşturan ırmağın akışındaki sürekliliktir. İnsan da bir ırmak gibidir. Ondaki yaşamın başlangıcını ve sonunu bir arada tutan ondaki bu hayat ırmağıdır:
“… hayatımı şöyle bir gözden geçirdim, o da bir ırmaktı, çocuk Siddhartha’yı genç Siddhartha’dan ve yaşlı Siddhartha’dan ayıran bir gölgeydi yalnızca, gerçek bir şey değildi. Ayrıca, Siddhartha’nın dünyaya daha önceki gelişlerinde de bir geçmiş söz konusu değildi, ölümünde ve Brahma’ya dönüşünde de bir gelecek söz konusu olmayacak. Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur; her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir.”[6]
Bir ırmağın insanda uykuya benzer bir hâli hatırlattığını bu roman içinde görebiliyoruz. Irmağın yeryüzünde akıp gitmesi gibi insanda da türlü duygular ve düşünceler akıp gitmektedir. Gün içinde olaylara, durumlara, kişilere verdiğimiz tepkiler, onlarla ilgili geliştirdiğimiz hisler, beslediğimiz niyetler sebebiyle aslında her şeyi bizim yönlendirdiğimiz duygusuna kapılırız. Halbuki bizler de diğer şeyler gibi bu hayatın içinden akıp gitmedeyiz. Irmağı temiz bir şekilde kaynağına ulaştırmakla görevli olduğumuz bu yolculukta suyu temiz tutabilmek zor bir şeydir. Fakat mutluluğa ve bilgeliğe giden yolda bunun böyle olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda ırmak ve uyku arasındaki bir ilgiden söz ettik. İnsan kendinde, varlığın bizde uyandırdığı bütün duygular ve düşüncelerle beraber akıp gittiğini en çok bir uyku hâlindeyken anlar. Uykudaki teslim oluş hâli ve benliğimizden kurtulma durumu insanı dinlendiren ve iç dünyasını adeta yıkayan, arındıran bir özellik arz eder. Bu anlamda uyku bedenin dinlenmesinden ziyade adeta ruhun özgür kaldığı bir alanı da ifade eder. Uykunun insanı zinde kılan yanı aslında hayatımızda yeni bir başlangıçtır. Romanda geçen “Ne harikulâde bir uyku uyumuştu! Şimdiye kadar hiçbir uyku onu böyle zindeleştirmemiş, böyle yenileyip gençleştirmemişti! Belki de gerçekten ölmüş ve yeni biçim kazanıp yeniden dünyaya açmıştı gözlerini.”[7] sözleri de bunu ifade eder.
Uyku bir ırmağın yatağında akıp gitmesi gibi olayların, kişilerin ve durumların zihnimizden geçip gittiği ilginç bir hâldir. Burada her şey iç dünyamızın yatağında akıp gitmektedir. Bu hâlin huzurlu ve huzursuz olmasını ise kişinin bu dünyada geliştirdiği farkındalık belirlemektedir.
Vasudeva: Dinlemeyi Bilen Adam
Çoğu insan dinlemenin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildir. Çünkü dinlemek bir insanın kendinde derin bir farkındalığın olmasını da mecburi kılar. Dinlemek, aslında söyleyecek bir şeyi olmayan yahut pek az olan insanlara mahsustur. Çoğu kimse içindekileri karşısındakinin dinleyip dinlemediğine bakmadan anlatmak ister. Bu da konuşmaların yorucu ve bıktırıcı bir yönüdür. İnsanlar, bir diğeri konuşurken onun söyleyeceklerinin bitmesini bekler. Halbuki dinlemek, aslında dinlediğimiz kişiyle bir anlam dünyasında bir ve bütün olabilmek demektir. Hâliyle de bu çok zor bir şeydir.
Siddhartha, kendi bilgelik yolculuğunda onca çileden ve hayatındaki gelgitlerden sonra -daha önce de geçtiği- ırmağın kıyısına gelir. Bu ırmağın sembolik bir özellik arz ettiğini ve geçilmesi gereken bir merhaleden ziyade içimizde derinleşilmesi gereken bir kavramı ifade ettiğini yukarıda anlatmaya çalışmıştık.
Burada daha önce kendini ırmağın karşısına geçiren kayıkçı Vasudeva ile karşılaşan Siddhartha, bu sefer onun yanında kalmak ister. Çok geçmeden de kendi içindeki sakinliği yakalamış olan Vasudeva’nın aslında dinlemeyi bilen bilge bir kişi olduğunu fark eder. Bu satırlar Siddhartha’nın onu daha iyi tanımaya başladığı anlarda fark ettiği bir durumu anlatır:
“Vasudeva, can kulağıyla Siddhartha’yı dinledi. Onun bütün anlattıklarını, soyu sopuna, çocukluğuna, öğrenmelerine, arayışlarına, sevinçlerine ve sıkıntılarına ilişkin bütün sözlerini kendi içine aktardı. Bu, kayıkçının en büyük erdemlerinden biriydi: Dinlemesini onun kadar iyi bilen az kişi çıkardı. Hiçbir şey söylemese bile, konuşan kişi, ağzından çıkan sözlere Vasudeva’nın nasıl suskun, açıkyürekli, bekleyerek ruhunun kapılarını açtığını, konuşulan sözlerden nasıl hiçbirini kaçırmadığını, hiç sabırsızlık göstermediğini, ne övgü, ne yergiye başvurduğunu, yalnızca dinlediğini hissederdi hemen.”[8]
Vasudeva, bu ırmağın kenarında bilgeliği bulmuştu. Herkes arayışların içinde savrulup dururken o, ırmağın kendi hayatı olduğunu anlamış ve onun söylediklerini dinlemişti. O, burada bilgeliğe ulaşmıştı. Bu bilge kişi daha sonra ormana çekilecek ve bu sefer ırmak Siddhartha’nın kendini keşfetmesine imkân sağlayacaktı. Siddhartha burada aslında bir insan hayatının bütün merhaleleriyle bilgeliğe giden yolda bir aşama olduğunu anlayacaktı.
Yıllardan beri görüşmediği dostu Govinda’yla bu ırmağın kenarında yeniden buluşan Siddhartha, ona şunları söyler:
“Şu gördüğün … bir taştır, belli bir zaman sonra toprak olacak belki, topraktan da bitki olarak boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek. Eskiden olsa derdim ki: ‘Bu taş bir taştır, değersizdir, Maya dünyasındaki nesnelerden biridir; ama yaşam çevriminde insana ve ruha da dönülebileceği için bu taşa da önem veriyorum.’ Eskiden olsa böyle düşünürdüm belki. Ama bugün şöyle düşünüyorum: Bu taş taştır, aynı zamanda hayvandır, aynı zamanda Tanrı’dır, aynı zamanda Buddha’dır, ileride şu ya da bu nesneye dönüşeceği için ona saygı duyuyor, onu sayıyor değilim, çoktan ve her zaman şu ya da bu nesne olduğu için sevip sayıyorum onu.”[9]
Siddhartha, burada sevgiyi keşfetmiştir. Govinda’ya “Bir ağacı sevebilirim, Govinda, bir ağacı da, bir kabuk parçasını da sevebilirim.” derken bu coşkuyu duyurur Siddhartha. Sözlerinin devamında “Sevgi, dostum Govinda, her şeyin başı gibi görünüyor bana.” [10] der.
Bu anlamda bilgelik yolculuğunun bu aşamasında Siddhartha’nın fark ettiği en önemli şey, Atman’ı yani İlâhî birliği duyabilmek ve huzura erebilmek için sevginin bir hâl olarak yaşanması gerektiğidir.
Sonuç
Hayat bir bilgelik ırmağıdır. Bu yolculuk içimizde devam edip durur. Herkes bu yolculukta kendi istikametini izleyerek birlik ve mükemmellik hâlini bulmaya ve yaşamaya çalışır.
Hermen Hesse’nin Siddhartha romanı da kendi bilgeliğini yaşayan, kendindeki mükemmelliği arayan bir kahramanın yolculuğudur. Aslında bu bir bakıma Hermann Hesse’nin kendi bilgelik hikâyesidir.
Her bilge kişi, kendi hayatı içinde buna benzer veya başka hikâyeler yaşar. Çoğu bilge bunları yazmamış ve anlatmamıştır. Yazılanların, dilden dile anlatılanların da çok az olduğunu tahmin edebiliriz. Bunun sebebi bilgeliğin çok şahsî bir yolculuk olmasıyla ilgilidir. Bir de bilgelik bir başkasının size verebileceği bir şey değildir. Onu siz fark edersiniz veya etmezsiniz; yaşarsınız veya yaşamazsınız. Derin farkındalık ancak türlü gaileler ve zorlukların sonucunda insanda ortaya çıkan anlam dünyasıyla ve yaşanan hâllerle ilgilidir.
Siddhartha bir bakıma bunun hikâyesidir. Aslında Siddhartha, hikâyenin sonunda bilgeliğin bir başkası tarafından birisine verilemeyeceğini dostu Govinda’ya da uzun uzun anlatmaktadır.
Siddhartha romanı, bir asır önce Hermann Hesse tarafından kaleme alınan bir bilgelik hikâyesi ve insanda mevcut arayışların hiçbir zamanda bitmeyeceğinin da bir ifadesi olarak okunabilir.
[1] Bu durum bu yazıda ele aldığımız Siddhartha romanında şöyle ifade edilir: “… bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.” Hermann Hesse, Siddhartha, Almanca Aslından Çev.: Kâmuran Şipal, Can Yayınları, 43. Basım, İstanbul 2017, s. 142. Yazı boyunca yapacağımız alıntılar eserin bu baskısındandır.
[2] Hermann Hesse, Siddhartha, Almanca Aslından Çev.: Kâmuran Şipal, Can Yayınları, 43. Basım, İstanbul 2017, s. 95.
[3] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 77.
[4] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 77
[5] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 106-107.
[6] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 108.
[7] Hermann Hesse, aynı eser, s. 92
[8] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 105.
[9] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 141.
[10] Hermann Hesse, Siddhartha, aynı eser, s. 142 ve 143.