Soyağacı

Hilmi ÖZDEN[i]

Giriş

“Soyağacı” “Emekli Kıdemli Albay Mak. Müh. Öznur YILMAZ”ın “Türk Toplumuna Ayna Tutan” romanlarından birinin adıdır. Eser şu ithafla başlamaktadır: “Bir yatılı yurtta 45 erkek çocuğunun istismar edilmesine “bir kereden bir şey olmaz” diyen bütün şuursuzlara ithaf edilmiştir. Neslin nasıl bozulduğu ile ilgili bilinçlenmek “tek seferin çok sefer olduğunun” farkına varılabilmesi için boğazımıza düğümlenen hadiselerin çoğu yok sayılarak yazılmıştır. Çünkü “Vatanı korumak çocukları korumakla başlar”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Roman “Welcome to Soyağacı”nın şemasıyla devam etmektedir:

“Ferman”la evli olan “Hanife”nin “Welcome to “Missouri” ABD zırhlısından ismi bilinmeyen bir Amerika askeri ile tek gecelik ilişkisinin sonuçlarını anlatır. Ailenin birinci kuşağı 1946 yılı ile temsil edilmektedir. Bundan sonraki gelecek kuşakların “büyük dedesi” ismi bilinmeyen bu “Amerikan askeri” olacaktır.  Eşi tarafından aldatılan “Ferman”dan herhangi bir çocuk dünyaya gelmeyecektir. Burada anlatılmak istenen ister kadının eşini isterse erkeğin eşini aldatmasının ilerleyen kuşaklarda nasıl korkunç sonuçlar doğuracağının ortaya çıkmasıdır. Romanda işlenen ana fikir “tek seferin çok sefer olduğu” ve bununla “toplumun en kutsal kurumu olan ailenin” nasıl bir girdabın içine sürüklenme “ihtimalinin”(!) (soyağacı-pedigri-akrabalık ilişkileri) korkunç sonuçlarının ortaya konulmasıdır.

Roman, biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve patolojik bir ilişkiler ağının herhangi bir ailedeki soy ağacı ile  “korkunç yüzleşmesi”ni anlatmaktadır. Hanife’nin Amerikan askeri ile tek gecelik eşini aldatmasından sonra  ailenin 1968-1969 yılları arasında 2. kuşağı diyebileceğimiz Amerikalı babadan doğan “Şöhret” isimli kızlarının  68 kuşağından erkek arkadaşı “Murat”tan bir çocukları dünyaya gelmesidir. “Murat” dinî ibadetlerini aksatmayan bir devrimci ve Amerikan Emperyalizmine karşı 6. filo’nun Türkiye’ye gelmesinde gençlik olaylarına karışan bir delikanlıdır. “Murat” ve “Şöhret”in öğrenci iken ilişkisinden dünyaya gelen bebekleri İranlı arkadaşlarına teslim edilmiştir. İranlı arkadaşları devrimci görünmelerine rağmen istihbarat teşkilatlarına çalışmaktadırlar.  Olaylar sırasında “Murat” öldürülürken “Şöhret” onu korkakça terk eder.

“Murat” ve “Şöhret”in çocukları Meryem (Mary)  bebekken kaçırılır ve Londra’da büyür. “Şöhret”in okul arkadaşı ve sevgilisi “Murat”ın öldürülmesinden sonra “Şöhret” “Kudret” isimli biri ile evlenmiştir. Şöhret ve Kudret’ten ise “Sadi” isimli şımarık bir çocuk dünyaya gelmiştir. Kaçırılmış ve Londra’da büyüyen Meryem’in başından bir evlilik geçmiştir. Meryem’in David isimli kişiden Adam (Adem) isimli bir çocuğu vardır. Yani “Adam”,  “Şöhret”in torunu “Sadi”nin yeğenidir. Sadi ile Meryem (Mary) sosyal medyadan tanışır. “Sadi” sosyal medyadan küçük çocuklu kadınları kandıran bir pedofildir. Kadınlara düşkün ve pedofili (cinsel anlamda çocuk istismarcısı) olan “Sadi” Londra’da “Meryem”le kardeşi  olduğunu bilmeden evlenir.

“Meryem” Londra’da “Sadi” Türkiye’de büyümüştür. Fakat “bir gecelik aldatmadan bir şey olmaz” diyen düşüncenin 1990’lardaki 3. kuşağı ensest (genetik, ahlaki, hukuki ve dini bakımdan evlenmeleri yasak olan yakın akraba konumundaki bireylerin cinsel ilişkide bulunmaları)  bir evlilikle sonuçlanmıştır. 4. kuşak 2000’lerde bir pedofili olan dayısı tarafından istismar edilen masum ve korumasız “Adem”le devam edecektir. “Hanife” “Ferman” ve ismi bilinmeyen  “Amerikalı asker” birinci kuşağı oluşturduktan sonra “Kudret” ve “Şöhret”ten devam eden “Soyağacı”nda hastanede bebeklerin karışması dâhil farklı ailelerde büyüyen çocuklar da romanda görülecektir. Bu romanda bir insan anne veya baba olsun kutsal değerlerini korumak için bir hassasiyet göstermezse meydana gelecek sonuçların gelecek kuşaklarda ensest ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Gayri Meşru İlişki (zina)

Arapça kökenli zina kelimesinin sözlük anlamı, “Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki”(TDK Sözlüğü) şeklindedir. Tüm dinler, ahlak öğretileri ve bilimsel gerçeklerin insan doğasına uygun görmediği zinayı günümüzde bazı insanlar kaçamak, çapkınlık, aldatma vb.  kavramlarla hafifletmeye çalışmakta ve maalesef toplumda bunu farkına varmadan kabullenmektedir. Hâlbuki bunun adı kısaca “zina”dır. Türkiye dâhil olmak üzere dünyada aile kurumunun yıkılmasına neden olan toplum sosyolojisine aykırı bu patolojik (anormal) durumun bir an evvel dikkate alınması ve çözüm yolları üretilmesi gerekmektedir.

Türkiye’de zina 27 Aralık 1997 tarihinde erkekler için, 13 Mart 1999 tarihinde kadınlar için suç olmaktan çıkmıştır. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2004 tarih ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’na zina fiili suç olarak alınmamıştır. Sadece çiftlerden biri şikâyetçi olursa boşanma nedenidir. Diğer taraftan İslam dünyasında bu kavramdan uzak durduğunu iddia eden bir kesimde zinanın tam ortasındadır. Hatta onlar cariye (köle kadın) kurumundan bahsetmektedir. Cariyelik ve kölelik, cahiliye toplumlarında yüzlerce hatta binlerce yıl öncesinin, insan haysiyeti ile bağdaşmayan son derece insanlık dışı,  kadını ve erkeği istismar eden kurumlarıdır. Günümüzde hâlâ bunu meşrulaştırmak isteyen düşünceler ve uygulamalar bulunmaktadır. Bazı coğrafyalarda “Muta Nikâhı” adı altında “günlük, haftalık, aylık vd. süreli nikâhlar” da bunlardan biridir[2].

Nur suresi 3. ayeti kerimede  İslam dini net bir hüküm vermiştir: “Zinâ eden bir erkek, zinâ eden veya Allah’a ortak koşan kadından başkasıyla evlenmez. Zinâ eden bir kadınla da zinâ eden veya Allah’a ortak koşan bir erkekten başkası evlenmez. Zinâ edenlerle ve Allah’a ortak koşanlarla evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır”. Bu ayet, bir rivayete göre Suffe ehli diye bilinen fakir erkek müminlerin Medine civarında zina yapan kadınlarla evlenmek istemeleri üzerine inmiştir (İsmail Yakıt Nûr Suresi 3. Ayet Açıklaması). Bu ayette “mü’minlere haram kılınmıştır” ifadesine dikkat edilmesini vurguladıktan sonra “Kur’an’daki Müslüman ve mü’min” farkını da hatırlatmak gerekiyor. Aksi halde bazı müslümanlar bunalıma girebilecektir!

“Müslüman, Allah’a şirk koşmaksızın iman edip sadece O’na teslimi­yet ve kulluğu kabul etmek demek olan İslam dininden olan demektir. Müslüman’ın erkeği “Müslim”, kadını ise “Müslime” diye isimlendirilir. Bu özel ifade aşamasıyla Müslüman kişi, ilk aşamada sosyal yönden İs­lam dini toplumuna dahil olmuştur ve henüz iman edecek kişi ve Muh­sin, Mümin ve Makbul /İnsan-ı Kamil olacak kişi adayı düzeyindedir. Diğer bir ifade ile, Müslüman olduğunu söylemek, ancak İmanlı oluşa, Muhsinliğe ve Müminliğe yönelmenin sadece başlangıcında olmak de­mektir. İşte bu ayırıma uygun olarak Hucurat-14 ncü ayette, Müslüman ile İman edenin, Ahzab-35’nci ayette de Müslüman ile Muhsin ve Mü­min’in ayrı oldukları vurgulanmaktadır[3].

Ahzab suresi 35. Ayette:  Ey insanlar! Şunu iyice bilin ki, sizlerden de Müslüman erkekler ve kadınlar, Mümin erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, söz­lerine sadık olan erkekler ve kadınlar, güçlüklere sabreden erkekler ve kadınlar, Allah’ın rızasını gözeten erkekler ve kadınlar, yardımsever erkekler ve kadınlar, oruç tutan ve kendini olumsuzluklardan uzak tutabilen erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, şirk-ortak koşmadan sadece Allah’ı ön planda tutup anan erkekler ve kadınlar var ya, işte Allah onların da hepsine bağışlanma ve karşılık olarak bü­yük bir ödül hazırlamıştır”.

“Burada, erkek ve kadınlara eşit olarak hitap edilmektedir. Yine dikkat edilirse Müslüman ve Mümin ifadeleri ayrı tutulmuştur. Hücurat-14-17 nci ayetlerde de Müslüman ve İman edenin de ayrı ifadeler olduğu açıklanmıştır. Müslüman, Al­lah inancı olan, Mümin ise, her biri birer ibadet olan salih /muhkem-kesin hü­kümlere uygun olumlu ameller işleyen kişi demektir[4]”.

“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “Siz îman etmediniz amma, (bari) müslüman olduk deyin. İman henüz sizin kalblerinize gir (ib yerleş) memişdir. Eğer Allaha ve peygamberine itaat ederseniz O, sizin amel (ve hareket) lerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah (mü’minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir” (Hucurat/14. Ayet).

Ayette, Müslüman olduğunu söylemenin, sadece Müslüman olduğunu sözle ifade etmek olduğu açıklanmaktadır. Böylece de iman etmenin oldukça farklı birer aşama olduğu anlaşılmaktadır. Hucurat 16. Ayet (Ya Muhammed! Onlara ayrıca, “Siz yeni kabul ettiğiniz dini Allah’a mı öğretmeye kalkıyorsunuz? Ve kendinizi hemen iman ettik diye düşün­dünüz. Halbuki Allah göklerde olanı da, yeryüzünde olanları da bilir. Ve şüpheniz olmasın ki Allah, her şeyi en iyi bilendir” diyerek Allah’ın gü­cünü pekiştir. Bu konuya Bakara-177 nci ayette değinilmekte ve İmanın 5 gaybı olan Allaha, Ahrete, Meleklere, Kitaplara ve Peygamberlere tüm benliği ile iman etmek yanında, imanı içselleştirmek için pratik yaşamda da, muhkem-kesin hüküm­lere uygun olumlu /salih ameller için çaba içinde olmak da gerekmektedir. Di­ğer bir ifade ile iman, pratik uygulamalar demek olan salih amellerle birlikte gerçekleştirilerek içtenleştirilmelidir. Zaten Teğabun-5 nci ayette, Allah’ın biz insanların sadece O’nu tanıdığımızı sözle ifade etmemize ihtiyacı olmadığı ha­tırlatılmıştır[5].

Diğer taraftan Müslüman erkekler tarafından Nisa Suresi 3. ayet erkekler için çok eşlilik ayeti olarak sunulmaktadır. Hâlbuki “Kur’an’da çok eşliliğin emredilmediğini, tavsiye edilmediğini ve hatta ruhsat da verilmediğini söylemek gerekir. Kur’an’ın indiği toplumda çok eşliliğin olması ve onun dönüştürücü ilk örnek olarak Kur’an metnine de girmiş olması emir, tavsiye veya ruhsat verildiği anlamına gelmemektedir. Tıpkı kölelik, cariyelik, içki veya zengin yoksul uçurumuna dair dönüştürücü hükümler getirmesi gibi, çok eşlilik ile ilgili olarak da tek eşe doğru gelişen bir seyir vardır ve yerleştirilmeye çalışılan kesinlikle budur. Üstelik çok eşliliğe ruhsat verildiği söylenen ayete girişte üç kez “yetimlerin malı” denmektedir dahası neden “verin” ve “yemeyin” denmektedir. Bunların çok eşlilikte ne alakası vardır? O dönemde Arap toplumunda mevcut olan çok evlilikte Arap erkekleri yanlarındaki yetimlerin mallarını alıp Hanımlarını onlarla geçindirmeye kalkmışlardır. Ayet tam bu anda gelmiş “yetimlerin malını” “verin” “onların malını” kendi mallarınıza katarak yemeyin demektedir. Bundan mütevellit sorun yaşadıkları çok  eşlilik problemine değiniliyor ve yetimlere böyle haksızlık yapmaktan korkuyorsanız onların malına el uzatmayın aldıklarınızı geri verin onlara kendi malınız gibi davranamazsınız denmektedir. Peki bu durumda bu kadar çok kadını nasıl geçindireceğiz diye sorarsanız önce 4’e indirin sonra üçe sonra ikiye ve bire veya yanınızdaki esir kadınlardan “biri” ile evlenin. O zaman sıkıntıya girmezsiniz bu ilave yapıp durmaktan kaynaklanan haksızlıkların bir daha olmaması için size daha uygun denilmektedir. Bu ayette: Erkekler için çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma hitap edilmekte köleci bir topluma her fırsatta köleleri azat edin, zengin yoksul uçurumunun hat safhada olduğu bir topluma elinizdeki paraları “infak” edin denmektedir Başka bir tabirle tarihsel olandan evrensel olan tek bir eşliliğe geçmenin yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır[6].

Yine bu ayetlerin yorumlarında şu açıklamaları bilmek okuyucunun ufuklarını açacaktır: “Nisa suresi 2. ve 3. Ayetlerde: Nisa/2. Yetimlere mallarını tam verin. Kendi habis /kötü-pis /haksız elde etmiş olduğunuz mallarınızı onların temiz olanlarıyla değiştirmek ve mallarına el koyup, kendi malınızmış gibi yemek üzere sahiplenip evlenmeyin. Böyle yapmak, gerçekten büyük bir hak yeme suçudur. Nisa/ 3. Eğer böyle bir hak yeme durumu olacağından endişe eder ve adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, onlarla sakın evlenmeyin. Böylesine hak yeme amaçlı bir hata yapmaktansa, maddi gücünüze göre iki, üç, dördü gibi ne kadarına gücünüz yetiyorsa onların evlenmelerini sağlayın ve evlendirin. Çünkü nikâhlı bir eşiniz varken, onlardan siz alırsanız, adaletli davranamama korkusu yaşarsınız. Bu nedenle, korumanıza alma ile ilgili olmasına rağmen, bu tek bir kadınla evlenmeyi tercih etmenize yönelik önerimiz, haksızlığa ve adaletsizliğe sapmamanız için en uygunudur” buyurulmaktadır. “Hz. Muhammed zamanında Arap Bedevileri, sözde himayelerine alıp çok eşli nikâhla sahiplendikleri ve yapılan savaşlarda yetim kalmış kadın-kızların varlıklarını alıp kendi hanımlarına harcıyorlardı. Bu geleneğe son verilmesi için bu ayet inmiş ve daha sonra böylesi istismar edici evliliklere kimse yanaşmamaya başlamıştır. Çünkü bu ayetten önce artık savunma savaşları bitmişti. Hatta Hz. Muhammed de bu zamana kadar çok eşli evlilikleri geleneğe dayanarak yapmış ve İslam dininin yayılması amacıyla bu yöntemi kullanmıştır. Asırlardır erkekler tarafından yapılan yorumlar nedeniyle toplumlarda kargaşalara yol açan ayetlerden biri de bu 3. ncü ayettir. Hâlbuki ayetin indiği Uhud savaşı sonrasında, yetim veya dul kadınların sayısının iyice arttığı döneme ve surenin diğer ayetlerine ve Kur’an’ın ana fikrine dikkat ettiğimizde, bu ayetin gerçek mesajını çözebiliriz. Ayette varlıklı yetim bir kadını korumak bahanesiyle evlenip onun malına haksız bir şekilde sahip olmaya kalkışmaktansa, o dönemdeki savaşlar, yapılan eziyetler ve göçlerle ortada korumasız veya yetim kalmış kimsesiz kızlar-kadınlar ve dul kadınlardan 2-3-4 veya daha fazlasını evlendirme fedakârlığı istenmektedir. Nisa- 129 ncu ayette, birden fazla kadınla evlilikte adaletin sağlanamayacağı belirtilmiş ve bu yönü ile de zaten çok eşli evliğin yanlış olacağı vurgulanmıştır. “Ayette tek eşli evlilik önerilmektedir. Çünkü Kur’an, evliliği bir nevi Tek Allah ve tek insan nesli düşüncesine götürecek çekirdek bir kurum olarak görmekte ve bu nedenle desteklemektedir. Dolayısıyla eşlerin, birlik oluşturmak üzere anlaşmayı sağlamaları, değilse boşanmaları istenmekte ve eşlerden herhangi birinin zina suçunu işlemeleri de bu nedenle büyük günahlardan sayılmaktadır. Çünkü gerek çok eşlilik gerekse başka biri ile olmak (zina), o kişi veya kişileri şirk-ortak koşma kolaylığına yönlendirici etki yapacaktır[7].

Demek oluyor ki; Nisa Suresi 3. ayette Arap toplumundaki sayısız evliliğe (poligami) karşı getirilen bu hükmün Nisa Suresi 129. ayetle bir evliliğe (monogami) net olarak indirildiği  görülmektedir: “Ve ne kadar hırs da gösterseniz, kadınlar arasında adâletli olmaya aslâ güç yetiremezsiniz; öyleyse (birisine) büsbütün meylederek yönelip de onu (diğerini) askıda kalmış gibi (ne kocalı, ne kocasız bir hâlde) bırakmayın!”. Her ne hikmetse müslüman erkekler bu ayeti görmemezliğe gelmektedir. Üstelik muamelatla (uygulama) ilgili ayetlerde müfessirler Kur’an hükümlerinin başka muamelat ayetleriyle değiştirildiği örneğini verseler de burada bu prensip unutulmaktadır. Kur’an Müslümanlara evrensel bir mesaj vermekte zamana göre hükümlerdeki yöntem, sebep ve sonuç ilişkilerini insan idrakine ve zihnin dünya ile kurduğu bağlantısallığa dikkat çekmektedir. Bu açıklamalarda Kur’an tefsiri demektense İmam Mâtürîdî[8] gibi tevil kavramını kullanmak daha isabetli de olacaktır. Çünkü tefsir ifadesi ile iddialı “Kur’an böyle diyor” “açıklaması bu gibi” denilirken, tevilde “Kur’an’dan benim anladığım kadarıyla” tevazusu daha ön plandadır.

Şu noktayı da önemle vurgulamak gerekir ki “Yenisi ile değiştirme kesinlikle vahiy kitaplarındaki muhkem hüküm olan ayet veya bilgi ile ilgili değil, daha çok inanç veya toplum yaşamına ait sosyo-ekonomik yeniliklere, yani zaman ve topluma göre değişken olan müteşabih mesajlara yöneliktir. Ki bunların da değişimi ise ancak peygamberden peygambere, diğer bir ifade ile sonraki vahiy kitabı iledir. Yoksa Kur’an’da nesh (yürürlükten kaldıran yeni hüküm nasih) veya mensûhluk (kaldırılan önceki hüküm) olayı söz konusu değildir. Allah, ayetlerde artık herhangi bir değişiklik yapmaya ihtiyaç kalmadığını ve İslam dinini tamamladığını (Maide-3), ve Hz. Muhammed ile vahiy kitaplı son peygamberi (Nebi’yi) (Ahzap-40) gönderip kitaplı peygamberlik görevlendirmesini sonlandırmıştır. Dolayısıyla da Kur’an’ın yanına; ilahi kaynaklıdır diye başka bir kitap veya söz koymak da artık mümkün değildir. Buna göre, demek ki Kur’an’daki muhkem hüküm özellikli ayetlerde artık herhangi bir değişiklik de söz konusu değildir. Ra’d-38. Gerçek şu ki, Biz Senden önce de birçok elçi gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan ve vahyettiğimiz dışında hiçbir elçi kendiliğinden hiçbir ayet /kural /hüküm getirememiştir. Gönderdiğimiz ayetlerin /delillerin /bilgilerin de kitabımızda yazılı birer ecelleri /geçerlilik dönemleri olmuştur. 39. İşte Allah, bu elçileri aracılığı ile gönderdiği ayetlerinden uygun gördüğünü silmiş, yeni eklemeyi uygun gördüğünü ise daha sonrasında gönderdiği elçileri /resulleri aracılığıyla insanlara tebliğ ettirmiştir. Hepsini içeren Ana Kitap O’nun yanındadır ve hepsi de orada kayıtlıdır (Ra’d-38-39. Ayetler)[9]”.

“Nesh, yazıyı silmek anlamına geldiği gibi, yazıyı kopye etmek anlamına da gelir. Yani zıt anlamlı bir kelimedir. Ancak Bakara 106. Ayette: “Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kādirdir.” Burada nesh silmek anlamında kullanıldığı açıktır. Çünkü bu nesh eylemi unutma ile ilgili olduğu için unutturursak deniliyor. Ayrıca Nahl 101. Ayette: “Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir” denmektedir. Bu ayetten, Kur’an’ın ancak Kur’an ile neshedileceği anlaşılır. Çünkü “Bir ayeti başka bir ayetle değiştirdiğimiz zaman” ifadesi, neshedilen ayetin yerine, yeni bir ayet getirildiğini belirtmektedir. Bakara 106. ayet ise bu konuda daha kesindir. Bu ayetlerde anlatılan nesh, tamamen unutulmuş, Peygamber’in belleğinden silinmiş bir ayetin yerine, yenisinin getirilmesi olayıdır. İşte Kur’an’ın anlattığı nesh bundan ibarettir”[10].

Muamelatla (uygulama) ilgili örneklerde bahsi geçen ayetler ise Hz. Muhammed (Ona, Ashab-ı Güzin ve Ehl-i Beyt’ine selam olsun) hayatta iken sonra gelen önce gelen ayeti değiştirmiştir. Bu durum: Hicr Suresi 9. Ayette ifade edilen “Kur’ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şüphesiz ki, biziz” hükmüne de ters düşmemektedir. Çünkü Kur’an’da belirli bir süreçte kademeli olarak bir hükmün daha sonra gelen hükümlerle değiştirilmesi bulunmaktadır. Ayrıca Kur’an’ın (Allah tarafından) korunacağı vaat edilen hükümleri surelerin sadece lafz kalıbı olsaydı bazı ayetlerde kat-i ifadeler kullanıldığı halde istikbalin cemiyetlerini de nizamlayıcı mahiyetteki diğer bazı ayetlere zamanın şartlarına göre yorumlanabilecek ifadeler bahşedilir miydi?[11]

Hz. Peygamber’in (S.A.V) damadı Hz. Ali’nin (Ona selam olsun) Hz. Fatıma (Ona selam olsun) hayatta iken ikinci kez evlenme isteğine gösterdiği tepki “destansı bir sünnet” duruşudur. Misver İbni Mahreme’nin rivayet ettiği şu hadisten öğreniyoruz ki: “Peygamber (S.A.V) in minberde şöyle dediğini işittim:  Hişam Oğulları kızlarını Ali İbni Ebu Talip ile evlendirmek için benden izin istediler. Ben onlara izin vermem, izin vermem, izin vermem!  Ancak Ali İbni Ebu Talip benim kızımı boşadıktan sonra onların kızı ile evlenebilir. Çünkü Fatıma benim bir parçamdır. Onu üzen, beni de üzer, onu inciten beni de incitir![12]” “Buhari rivayetinde Hz. Peygamber’in (S.A.V) sadece Hz. Fâtıma değil diğer kızlarının üzerine evlenilmesine de müsaade etmediği anlaşılmaktadır”[13]. Burada İslam Peygamber’i (S.A.V) babalara, erkeklere; kızların ve kadınların onurlarının nasıl müdafaa edilmesi gerektiğini göstermiştir. Hz. Peygamberin (S.A.V) bu davranışı sadece Peygamber kızları için kabul etmek şeklinde anlaşılırsa onun ümmetine örnek olma ile “Adalet” vasfı dikkate alınmamış ve kaybolmuş olacaktır. Hâlbuki O “Sizden biri kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe kâmil mümin olamaz” buyurmaktadır. Bu noktada bazı araştırmacılar konuyu hemen Hz. Peygamber’in (S. A. V) eşlerine getirmeleri yerinde olmamaktadır. Hz. Peygamber (S. A. V) gençliğinde (25 yaşında) dul bir hanım olan iki kez evlenmiş ve eşlerini kaybetmiş Hz. Hatice (40 yaşında) (Ona selam olsun) ile 25 yıl tek eşli olarak evli kalmıştır. Hicretten üç yıl kadar önce Hz. Hatice (Ona selam olsun) vefat etmiştir. Hz. Muhammed’in (S. A. V) çoğu dul olan kadınları nikâhı altına alması onları korumak içindir herhangi bir cinsel anlamda evlilik şeklinde değildir.  

Bazı müfessirler ısrarla İslam’da bazı şartlar oluşursa tekrar erkekler için çok evliliğe müsaade edilir gibi açıklamalarda bulunmalarının da Kur’an ve bilimsel karşılığı yoktur. Örnek olarak; Kadının üretkenliği olmama durumunda erkeğin başka bir kadınla evlenebileceği gibi bilimsel gerçekle bağdaşmayan açıklamalar kadın veya erkek insan üretkenliğine uygun düşmemektedir. Çünkü üretkenliğin olmama durumu sadece kadına bağlı olmayabilir. Bazen erkeklerde de aynı durum söz konusudur. Günümüzde gelişen IVF gibi tıbbi yöntemlerle bu sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır. Klasik tüp bebek yöntemi olan IVF sırasında olgun yumurtalar (ovum) yumurtalıklardan (ovarium) alınır. Bir laboratuvarda sperm tarafından döllenir. Daha sonra döllenmiş yumurta veya yumurtalar rahme aktarılır. Bilim ilerledikçe ve bilim ahlakı da ihmal edilmediği müddetçe bu gibi problemlerin çözüleceği gün gibi aşikârdır.

Dünya nüfusunda erkek ve kadın oranı büyük bir denge içinde bulunmaktadır Bu dengeyi erkeklerin cinsel arzularının taşkınlığı lehine bozmak kimsenin hakkı değildir. Özellikle bu dengeyi bozan Arap Dünyasından örnek vermek gerekirse: “Suudi Arabistan Genel İstatistik Kurumu, ülke nüfusunun son bir yılda %2,27 artış göstererek 35 milyonu aştığını açıkladı. Kurum tarafından yayınlanan ön tahminlere göre, 2019 yılının ilk yarısında ülke nüfusuna 795 bin 245 kişi eklenerek vatandaşlar ve sakinler dâhil toplam nüfus 35 milyon 13 bin 414 milyon kişiye ulaştı. Nüfusun, 20 milyon 314 bin 25 kişi ile %57,78’ini erkekler oluştururken 14 milyon 819 bin 89 kişi ile %42,22’sini kadınlar oluşturuyor[14]”.

 “Tarih boyunca savaşlarda milyonlarca erkek öldüğü doğrudur ve bu savaşlar cinsiyet dengesini etkileyebilir. Ancak, bu savaşlar sırasında ölen erkeklerin sayısı, herhangi bir cinsiyet dengesizliğine neden olacak kadar yüksek değildi. Bunun yanı sıra, savaş dönemleri genellikle doğum oranlarını da etkilediği için, savaş sonrasında kadınların daha fazla doğum yapmasıyla doğal bir dengelenme meydana gelmiştir”[15]. Diğer taraftan tarih boyunca Türk Milleti kadın/erkek birlikte savaşlara gitmiştir.

Günümüzde ise savaşların seyri değişmiş kadınlar da cephede bulunan erkeklerden daha fazla ölmeye başlamıştır. Asker olarak görev yapan kadınlar da bütün dünyada artmaktadır. “BM’nin 2021 yılında yayınladığı verilere göre dünya nüfusu 90 milyon artarak 7,8 milyara yükseldi. Dünya genelinde ise erkek nüfusu kadınları geçti. Bu rakamlara göre her 100 kadına düşen erkek sayısı dünya genelinde 101.7  olarak kayda geçmiştir[16]”. Demek oluyor ki erkekler için çok evliliğe meşruiyet kazandırmak isteyenlerin her savı çürütülebilecektir.

Beynin Eğitilmesi

Binlerce yıldır erkek egemen toplumların ortaya koyduğu anlayış çocuklarına verdikleri eğitim erkek ve kadının farklı cinsiyet kabullerinin toplumda yerleşmesi sonucunu doğurmuştur. “Soyağacı” romanında her ne kadar büyük anne Hanife’nin aldatması söz konusu ise de toplumda çoğu kez erkeklerin eşlerini aldattıklarının  yaygın olduğu sosyolojik bir gerçektir. İnsanlar ister kadın ister erkek olsunlar, kendilerinin nöro-endokrin sistemlerini dengeli tutmalarıyla her türlü aşırılığı eğitilebilir.  Bu eğitim sonucunda “beynin elektrokimyasal ırmakları[17]”nın sağlıklı olması sağlanacaktır. Aksi halde hangi dünya görüşü ve dinî inanca sahip olursa olsun beyin ve vücut nöro-endokrin sistemi ile “elektrokimyasal ırmakları”nda taşkınlıklar görülecektir.  İnsan (canlı) vücudunun iç ortamındaki tüm süreçler açısından sağlanan; nero-endokrin, biyokimyasal vd. dengelerinin yani homeostasis’in sağlanması zor değildir. İnsanın davranış ve alışkanlıkları arasındaki uyum ile düşünce ve zihin dünyasının derinliğinin artırılmasıyla kişilik ve karakter (ahlak) gelişecek ve olgunlaşacaktır. Bu önemli husus göz ardı edilirse ahlak yani karakter sadece kitaplarda okunan hikâye ve masallardan ibaret kalacaktır. Bu takdirde cinsellik gerçeği medulla spinalis’in (omurilik) lumbo-sakral seviyesinde (bel bölgesi) kalacaktır. Bu Otonom sinir sistemi ya da özerk sinir sistemi (parasempatik ve sempatik) dediğimiz cinsel uyarılma gibi istemsiz yapılan hareketleri ve organ fonksiyonlarının kontrolünü gerçekleştirir. İnsan neslinde cinsellik sadece diğer canlılardaki gibi haz denilebilecek alt sistemlerle açıklanmamalıdır. Tabiî ki cinsel davranışın hormonal ve nöral kontrolü vardır. Bununla birlikte beyin mekanizmaları bu fonksiyonları hem uyarma hem de baskılama gücüne sahiptir. Erkeklerde hipotalamusda  konumlanmış olan medial preoptik bölge (MPA) bulunur. Kadınlarda da tıpkı MPA’nın erkek cinsel davranışında önemli bir rol oynaması gibi Hipotalamus’un ventromedial (VMH) çekirdeği benzer bir rol oynar[18].

Parasempatik lifler medula spinalis’in (omuriliğin) sakral 2, 3 ve 4.  segmentlerinden çıkmaktadır. Sempatik lifler medula spinalisin lumbal 1 ve 2. segmentlerinden ayrılır. Psişik faktörler, hem erkek hem de kadın cinsel eyleminde son derece önemlidir. “Psişik faktörler, erkekte eylemi başlatır ya da baskılayabilirler. Erkekte cinsel eylem omuriliğin lomber ve sakral (bel) bölgelerinde kontrol edilen, kalıtsal refleks mekanizmalar sonucunda oluşmaktadır. Bu mekanizmalar ya beyinden gelen psişik uyaranlarla ya da cinsel organlardan gelen gerçek cinsel uyaranlarla, ama genellikle de ikisinin kombinasyonu ile başlar[19]. Kadında ise özellikle beyinden gelen uygun psişik koşulların sinyalleriyle desteklendiğinde, kadında cinsel refleksler başlar. Bu büyük bir olasılıkla, ovumun (yumurtanın) döllenmesine yardım eder. Gerçekten de, kadının normal cinsel birleşmesindeki üretkenliği, yapay yöntemlere oranla daha yüksektir[20].

Kadında beyinin fonksiyonu daha baskın olduğuna göre erkeklerin de dikkatlerden kaçmaması ve unutmaması gereken; kadın olsun erkek olsun, insan en gelişmiş prefrontal kortex alanına (ön beyin) sahiptir. Bu nedenle ön beyin bölgesi insanın kişiliğini ve toplum içinde nasıl davranacağınızı kontrol eden sinir devrelerini içerir. İlave olarak kortexte farklı yerlerde bulunan asosiyasyon alanları (Asosiyasyon-İlişkilendirme-Bağlantısallık Alanları) diğer primatlara (iri beyinli memeliler) göre insanlarda oldukça fazla gelişmiştir. Bu alanlar birden fazla duyunun koordine edildiği ve motor hareketlerin planlandığı yerlerdir. Düşünme, planlama, sonuç çıkarma, önlem alma, çevreden haberdar olma, öğrenme, hafıza, lisan ve emosyonel davranışlar gibi üst düzey fonksiyonları düzenlerler. Farklı alanlardan gelen algısal fonksiyonları “bilinç” adı altında bütünleştiren ve bireyin bu süreçlerin sonuçlarının algılamasını sağlayan korteksteki yani beyin kabuğundaki birleştirici bu sahaları (Loblara göre;  posterior parietal, prefrontal assosiyasyon ve temporal assosiyasyon bölgeler)[21] dikkate almak gerekir.

Bir TV Programı ve Çok (!) Evlilik

Gündem Ötesi programında Pelin Çift Soruyor: Akademisyenlerin konuşmaları karşısında hayretle “İslam Hukuku istediğin kadar cariye alabilirsin mi diyor” ? Ve akademisyenlerin cevapları karşısında şok oluyor!”    https://www.youtube.com/watch?v=lIg0WY-kTcQ

Bu programda iki akademisyenin İslam dini, insan vicdanı ve aklına aykırı açıklamaları Pelin ÇİFT’i hayrete düşürmektedir. Bugünün 1400 yıl gerisinde kalmış bir fıkıh anlayışı ile izah etmeye kalkıştıkları anakronik (kişi, nesne veya olayların kendi gerçek zaman ve mekânlarından kopartılıp farklı bir çerçeveye oturtulması olarak değerlendirilmesi-TDK Sözlüğü-) bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu bakış aynı zamanda İslam’daki içtihat kapısının asırlar boyu kapatılmasının sonucudur.  Gündem Ötesindeki akademisyenlerin yorumları da benzerlerinden hatta âlim denilen insanlardan farklı değildir. Sadece malumat fazlalığı ilim ve onu söyleyenler âlim kabul edilirse İslâm dünyasındaki bu çelişkiler artarak devam edecektir. Bu ise gençliği İslam dininden önce soğutacak sonra maalesef uzaklaştıracaktır. Sekiz ciltlik Kur’an tefsiri de bulunan Türkiye Cumhuriyeti 5. Diyanet İşleri Başkanı (atanma tarihi: 30 Haziran 1960-bir yıl sonra kendi isteği ile ayrılmıştır) Ömer Nasuhi Bilmen’in (1883-1971) Büyük İslam İlmihali’ndeki şu satırlar insan haysiyetinin 20. yy da bile anlaşılamadığının örneğidir.

Ömer Nasuhi Bilmen bu eserinde: Namazın farzlarını açıklarken, Setr-i avret (ayıp yerleri örtmek)  bahsinde cariyeler için şu sözleri kullanmaktadır.  “Cariyeler (köle olan kadınlar) için avret yeri, erkekler gibi göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımla karın ve sırtlarıdır. Hür kadınların şeref ve durumları bakımından örtmek zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise hürriyet şerefinden yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için bunlara daha fazla genişlik gösterilmiştir”[22]. Ömer Nasuhi Bilmen’e 20.yy da cariyeliği nasıl var gibi kabul eder ve hüküm verirsiniz demek gerekirdi. Bu açıklama ile cariye kadınların tarihi süreçte memeleri açık olarak avret yerlerini kapatmış sayılmaları hem fıkıhçıların hem de kadın onurunu düşünmeyenlerin “İslam Işığında Müslümanlık” anlayışlarını sorgulamaları gerekmektedir. Ali Bardakoğlu’nun “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme”[23] eseri birçok konuda Çağa ışık tutmakta ve Müslümanları düşünmeye davet etmektedir. Ali Bardakoğlu’nun onlarca soru ve tartışma açtıklarından biri de şudur:

“1. Resmi yola başvurmaksızın yapılan ve “imam nikâhı” denilen işlem günümüzde ne kadar dini? “Dini evlenme” tabiri bizim geleneğimizde yokken, hatta evlenmenin resmi-dini şeklinde bir ayırımına kaynaklarda hiç rastlan­mazken, “imam nikâhının” “dini nikâh” olduğuna kim karar verdi? Böyle bir nikâhın mağduru kim? “Dini” kaydıyla akdedilen nikâhta kadın veya bir baş­kası mağdur olunca, “din” zarar görmüş olmuyor mu? Dinin/dini duygunun zarar gördüğüne kani olmak için erkeklerin mi mağdur olması gerekiyor?

2. Boşanmanın dini-hukuki boyutu: Devletten maaşın kesilmemesi veya maaş bağlanması için resmen boşanıp veya evlenmeyip fiilen/dinen evlenme ne kadar dini ve ahlaki?

3. Nişan nikâhı veya resmi boşanma sonrası, kendince “dinî nikâhı devam ettirme” ısrarı ne anlama geliyor?

4. Üç talak (boşanma) ve hülle[24]  nasıl anlaşıldı, nasıl anlamalıyız? Suç ne, cezayı kim ödüyor?

Bu soruların her biri günlük hayatta sıkça karşılaşılan, sadece İslam ahlakını değil bizzat İslam’ı da töhmet altında bırakan, İslam algısını derinden et­kileyen ve bizim bugün açık yüreklilikle konuşmamız gereken ciddi sorunlara işaret etmektedir. Bu ve benzeri konuların her biri önemli ve üzerinde sadece klasik kitaplara bakarak değil toplumda olup bitenlere ve bu uğurda yaşanan mağduriyerlere bakarak yüzlerce tez ve araştırma yapılması gerekiyor”[25].

Sonuç
İnsanlara bakınca konuyu hemen cinselliğe getirenler; lumbo-sakral bölge ile en fazla beyin sapı ve limbik sistem (duygusal beyin) düzeyine gelecektir. Bu anlayış insanı asla kişilik ve tek başına bir değer olarak göremeyecektir. Onun için insanı bir metadan (alınır-satılır mal, mülk-tarihsel tortuları ile cariyelik) öte değerlendirmeyen bu algı özellikle erkeklerde kendilerinin anneleri, kız kardeşleri, kız çocukları olsa da kadına dişilik olarak bakacaklardır. Bu ise erkek çocuklarının küçük yaştan itibaren genetik yapılarını epigenetik olarak olumsuz etkileyecektir. Erişkin düzeye geldiklerinde kadın-kadın/erkek-erkek davranış kalıpları olarak birbirlerini “Ayna Nöronlar”ı ile taklit edecektir. Kadınlar ve erkekler kendilerine biçilen toplumsal rolü asırlarca sorgulamadan yerine getirecektir. Ayna nöronlar insan beyninde bulunan ve karşıdaki insan davranışların taklit edilmesinde ve o davranışların kalıcı hale gelmesinde önemli bir fonksiyon görmektedir. Bu hem olumlu hem de olumsuz davranışlar için geçerlidir.

İyi bir gözlemci ve analizci “Türk Aydın”ı olan “Öznur Yılmaz”ın “Soyağacı” romanının çarpıcı ve sarsıcı “tek seferin çok sefer olduğu” tezi hayatta bir hakikat olarak insanların karşısına çıkacağı ve neslin bozulacağının çok açık bir ifadesidir. Diğer taraftan eşlerini ister kaçamak ister muhafazakârlığın sözde meşrulaştırma yöntemlerinin ne kadar tehlikeli ve dayanıksız olduğunun genetik, epigenetik, anatomik, fizyolojik kısaca bilimsel olarak gözler önüne serildiğinde toplumdaki kabulün hiç de “İnsan ve Toplum Bilgisi Bilimi’ne” uygun olmadığının görülmesidir.

Dipnotlar
[1] Öznur Yılmaz, Welcome 6. Filo, Soysuzlar İçin SOYAĞACI, Göl Kitap Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[2] Geniş Bilgi İçin: TDV İslâm Ansiklopedisi, 2006, İstanbul,  32. cilt, s. 174-180.
[3] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.753.
[4] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.614.
[5] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.740-741.
[6] R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an (Nuzül Sırasına Göre Türkçe Meal-Tefsir), İnşa Yayınları, 2023, İstanbul, s.  865-866.
[7] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.626-627.
[8] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin (ö. 333/944), Te’vilâtü’l Kur’an
[9] Gazi Özdemir, Oku, Konularına Göre Kur’an Ayetleri Alfabetik Konu Dizini, Şira Yayınları, 2021, İstanbul, s.
[10] Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 20-21.
[11] Amiran Kurktan, Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, Kutsun Yayınevi, 1977, İstanbul, s. 196-197.
[12] Süleyman Ateş, İslam’a İtirazalar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, Yeni Ufuklar Neşriyat, Ankara, 1966.,s. 396.
[13] Gencal Şenyayla, Hz. Ali’nin, Ebû Cehil’in Kızı İle Evlenme Teşebbüsü Hakkındaki Rivayetlerin Değerlendirilmesi, s. 111. İstem, 19/37 (2021): 103-124.
[14] Bu kaynağı tarafıma ileten Kıdemli (E) Albay Öznur Yılmaz’a Teşekkür ederim. https://turkish.aawsat.com/k%C3%B6rfez/4902896-saudi-aramco-k%C3%BCresel-ekonomik-zorluklara-ra%C4%9Fmen-%C5%9Fimdiye-kadarki-en-y%C3%BCksek-ikinci-net
[15] https://evrimagaci.org/soru/dunyada-erkek-kadin-nufusu-esit-mi- Erişim Tarihi: 4.03.2024.
[16] https://www.google.com/search?q=D%C3%BCnya+erkek+kad%C4%B1n+n%C3%BCfus+oran%C4%B1 Erişim Tarihi: 4.03.2024.
[17] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2020, s. 25.
[18] Neil R. Carlson, Fizyolojik Psikoloji Davranışın Nörolojik Temelleri, Bölüm Çevirmeni: Gülnaz Tatlıcı, Çeviri Editörü: Muzaffer Şahin, Nobel Yayınları, 2011, s. 264,266
[19] John E. Hall, Guyton ve Hall, Tıbbi Fizyoloji, Çeviri Editörü: Berrak Çağlayan Yeğen, Güneş Tıp Kitapevleri, Ankara, 2016, s. 1027.
[20] John E. Hall, a. g. e., s. 1052.
[21] Reha Erzurumlu, Gülgün Şengül ve Emel Ulupınar, Nöroanatomi, Güneş Tıp Kitapevleri, Ankara, 2019., Kaplan Arıncı, Alaittin Elhan, Anatomi 2. Cilt, Güneş Tıp Kitapevleri, Ankara, 1995., Hasan Ozan, Ozan Anatomi, Klinisyen Tıp Kitapları, Ankara, 2014., Yüksel Aydar, Gül Güven, Ferruh Yücel, Hakan Ay,  Hilmi Özden, Anatomi Ders Notları, ESOGÜ. Tıp Fakültesi.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen,  Büyük İslam İlmihali, Sadeleştiren: Ali Fikri Yavuz, Sadeleştirilmiş Tam Metin, Merve Yayınları, İstanbul, 2014, s. 124.
[23] Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, KURAMER Yayınları, İstanbul, 2016.
[24] Eskiden geçerli olan dinsel nikâh kurallarına göre, kocasının üç kez boşadığı bir kadının, eski kocasıyla bir kez daha evlenebilmesi için, yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi ve bir gün sonra boşanması. Geniş Bilgi: TDV İslâm Ansiklopedisi 1998, İstanbul, 18. cilt, s. 475-477.
[25] Ali Bardakoğlu, a. g. e.,s. 328-329.

————-
[i] Prof.Dr., ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi ABD Öğretim Üyesi

Yazar
Hilmi ÖZDEN

Prof.Dr. Hilmi Özden, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Aynı üniversite Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Kurucu Müdürü de olan Özden, Türk kültürü ve medeniyet çalışma... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen