“Milletin Adı: Türkiye” şeklinde yayınlar görüyoruz.
Bu saygısızlığı, bu hadsizliği yapanlara sesleniyoruz; suç işliyorsunuz.
Târihin en eski milletine, yeryüzündeki milletlerin en şanlısına bu saygısızlığı, bu hadsizliği yapanları hukuk da affetmez, Türk Milleti de.
Siz kim oluyorsunuz da, târihin en eski ve en şanlı milletine yeni isimler icad etmeye kalkıyorsunuz?
“Gök kubbe çadırımız, güneş tuğumuz olsun” diyen Oğuz Kağan’ın milletine,
Türk Milleti’nin -yine bugünkü gibi- bir fetret ânında, “gücümüz yok, itaat edelim, hiç olmazsa milletin canını-malını koruyalım” diyenlere, “Biz, esir yaşamaktansa, ölmeyi yeğleriz. Belki öleceğiz, ancak milletin şânını yaşatacağız. Gelecek nesillere, utanç değil, gurur duyacakları bir hâtıra bırakacağız. Hürriyet ateşiyle rûhu tutuşan nesiller, boyunduruk altında yaşamayı kabûl etmeyeceklerdir.” diyerek, sayıca kat kat üstün düşmana karşı koyan, -ev ev, sokak sokak- birkaç gün ve gece süren savaşın ardından -Türklüğe şan ve şeref bırakarak- ev halkıyla birlikte ölüm şerbetini içen Çiçi Tanhu’nun milletine,
Eski dünyanın en az yarısını hâkimiyeti altına alan İlteriş, Kapgan, Bilge Kağanların milletine,
“Milletim yaşasın” diye, kırk yiğidi ile koskoca Çin İmparatorluğu’na savaş açan, Vey Irmağının kıyısında destansı bir ölümle bu dünyâya vedâ ederken, milletinin içindeki özgürlük ateşini yeniden tutuşturmayı başaran Kür Şad’ın milletine,
“Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün yeryüzü benim hükmüm altındadır” diyen hanlar hânı Atilla’nın milletine,
Kabile zihniyetinden kurtulamayan, kendi iç kavgalarına dîni âlet etmeye kalkan, câhiliye âdetlerini dîn kisvesiyle yeniden canlandırmaya çalışan Arapların kabile çekişmeleri yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Dîn-i mübîni İslâmın bayraktarlığını üstlenerek, yeniden ayağa kaldıran ve yüzlerce yıl boyunca haçlı sürülerine karşı göğsünü siper eden Sultan Alparslan’ın, Sultan Melikşah’ın, Sultan Sencer’in, Selâhaddin Eyyübî’nin milletine,
Yeryüzünün gördüğü en kalabalık orduya karşı, neredeyse Avrupa’da eli silah tutan herkesi bünyesine almış olan 600 bin kişilik haçlı güruhuna karşı, ateşler içinde yanarken, iki atın arasına gerilen bir sedye üstünde aylarca düşman kovalayarak, Eskişehir yakınlarındaki Miryakefalon ovasında düşmanı per ü perişan eden Sultan II. Kılıçarslan’ın milletine,
Eski dünyânın neredeyse tamâmına yakınını hâkimiyeti altına alan Cengiz Han’ın milletine,
Kimsenin durduramadığı Cengiz Hanı, -yine bir Türk olarak- Ayncalut’da durduran Sultan Baybars’ın milletine,
Burada her birinin şan ve şöhretini ayrı ayrı yazma imkânı bulunmayan, -buna gerek de olmayan- yeryüzünün gördüğü en büyük kumandan ve devlet adamları olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın, Yavuz Sultan Selim Han’ın, -kadim düşmanlarının ‘muhteşem’ ünvanını verdikleri- Kanuni Sultan Süleyman Han’ın milletine,
Ve dahi Timur’un, Şah İsmail’in, Uzun Hasan Bey’in, Sultan Kansu Gavri’nin milletine,
Binlerce yıllık târihimizde, inancı-kökeni-dili-meşrebi farklı toplumların -Türk Milletinin hükümranlığında- barış ve huzur içinde yaşatılması için, yöneticilik, askerlik ya da bilim yoluyla gecesini gündüzüne katan Tonyukuk, İmam Mâturidî, İmam-ı Âzam Ebu Hanife, Birûnî, Farâbi, İbn-i Sina, Merâgî, Mevlâna, Saâdettin Konevî, Yunus Emre, Uluğbey, Mimar Sinan, Barbaros Hayrettin Paşa, Turahanoğlu Ömer Bey, Özdemiroğlu Osman Paşa ve burada herbirinin adını ayrı ayrı yazmaya imkân bulamadığımız nice satvetli insanın milletine,
Ve, elbette, ehli sâlibin “Türkler artık târihin tozlu sayfalarında yeri alacak” diye düşündüğü bir zamanda, Börteçine gibi ortaya çıkan, milletine öncülük ederek Türklüğün yeniden pâyidar olmasını sağlayan Gâzi Mustafa Kemál Atarürk’ün milletine,
Ve, binlerce yıllık târihi boyunca, Türklüğün şan ve şerefle yaşaması için kanını sebil gibi akıtan -ismi târihe geçen ya da geçmeyen- isimli-isimsiz sayısız kahramanın milletine,
Ezcümle, bütün insanlığın yeryüzünde huzur ve barış içinde yaşatılmasını kendisi için ilâhî bir görev bilen, bu uğurda binlerce yıl her türlü ezâya ve cefâya katlanan; sömürü nedir bilmeyen, yönetimi altındaki toplulukların “devletin egemenliğine saygılı olmak, ‘vergi, askerlik vb.’ kamusal yükümlülüklerini yerine getirmek, kanuna-nizâma uygun davranmak kaydıyla”, huzur, barış, refah içinde yaşatılmasını sağlayan, bunu Tanrı’nın kendisine verdiği bir görev kabûl eden Yüce Türk Milletine isim koymaya kalkmak kimin haddine?
Yüce Türk Milleti, bu vasfını, millet olma vasfını binlerce yıl önce kazanmış, bu konudaki kararlılığını güçlüklere birlikte göğüs gererek, sevinçleri birlikte yaşayarak, nimetleri ve külfetleri âdilâne bölüşerek kanıtlamıştır.
Binlerce yıllık târihinde, kapsayıcı-kuşatıcı bir millet anlayışı inşâ etme olgunluğuna erişen Yüce Türk Milleti, bu özelliğini Cumhûriyetin kuruluşunda da muhafaza etmiş, 1924 yılından itibâren, Anayasalarımıza “Türkiye Cumhûriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” maddesi konulmak sûretiyle, bu kucaklayıcı anlayışı -anayasa hükmü ile- tescillemiştir.
Bu anayasa hükmü, Cumhûriyetimizin bânisi Gâzi Mustafa Kemál Atatürk’ün “Türkiye Cumhûriyetini kuran ahâliye Türk Milleti denir.” sözü ile de uyumludur.
Bu kucaklayıcı anlayış, hiçbir vatandaşın, “Türk olmadığı gerekçesiyle” hiçbir konuda ayrımcılığa mâruz bırakılmayacağını ve hiç kimseye de “Türk olduğu gerekçesiyle” ayrıcalık tanınmayacağını teminat altına almaktadır ki, günümüzde ulus-devlet anlayışının en isâbetli ve en ileri uygulamasıdır.
Yürürlükte olan Anayasamızın âmir hükûmleriyle çelişen bir eylem, yâni Yüce Türk Milleti’nin adını değiştirme çabası, târihin en eski ve en şanlı milletine ağır bir hakaret olduğu kadar, aynı zamanda anayasaya karşı işlenmiş bir suçtur.
Bu saygısızlığın derhál durdurulmasını, bu eyleme son verilmesini, sorumluları hakkında gerekli yasal girişimlerin âcîlen başlatılmasını ilgililerden/yetkililerden talep ediyoruz.
Sonsöz:
Milletimizin Adı, Türk.
Ülkemizin Adı, Türkiye.
Devletimizin Adı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Dilimiz, Türkçe.
Bayrağımız, Türk Bayrağı…
Aslımız da Türk, neslimiz de Türk…