Temel Bilgiler

*İnsan, kendi kendine var olmuşsa, ortaya çıkmışsa, yâni, kendiliğinden oluşmuşsa, istediği gibi davranabilir, istediğini yapabilir, onu hiçbir kural bağlamaz.

Ama; acaba öyle mi?

*Dünyâya gelmeğe kendisi karar verip de mi doğuyor? Yoksa doğuruluyor mu?

*Annesi onu doğuruyor.

*Annesi, babası, onun nasıl olacağını, kız mı, erkek mi olacağını, uzun mu, kısa mı olacağını, güzel mi, çirkin mi olacağını kararlaştırıyor mu?

*İnsanın KENDİSİ, doğmağa karar mı veriyor?

*Şu zamanda, şu toplum içinde doğayım, babam şu adam olsun, annem şu kadın olsun, gözlerimin rengi şöyle olsun, erkek olayım, kız olayım diye karar mı veriyor, yoksa, BÜTÜN BU OLAYLAR, kendisine hiç sorulmadan, o, istesin veya istemesin, belli bir nizâma göre, ana-babasının özelliklerini taşıyarak, dünyaya mı geliyor?

*Dünyâya geldi; üzerinde yaşadığı toprak, ÖYLE YAPILMIŞ ki, onda bitki yetişiyor, bitkinin yetişmesi için güneş enerji veriyor, bitkileri insanlar da hayvanlar da yiyor, insan, hayvanların etinden, sütünden, yününden, derisinden yararlanıyor. Yâni, insanın YAŞAYABİLMESİ İÇİN her şey ayarlanmış, düzenlenmiş.

*İnsana verilmiş olan akıl, hayvanlara da verilmiş olsaydı, insan, hayvanları kullanamazdı; koyunu, sığırı sağıp sütünü alamazdı, arının balını alamazdı, ata araba çektiremezdi, eşeğe yük taşıtamazdı. Tam tersi olurdu; hayvanlar, insanlara istediklerini yaptırır, insanları, istedikleri gibi kullanırdı: çünkü, hayvan, insandan çok daha güçlüdür.

*Hayvan yavrusu kısa zamanda gelişiyor, sözgelimi, keçi yavrusu, oğlak, doğumdan kısa bir süre sonra, yürümeğe, koşmağa başlıyor. Oysa, insan yavrusunun ayağa kalkması, için yaklaşık 1 yıl geçmesi gerekiyor. Hayvan, maddî olarak, insandan daha güçlü; ama, hayvana içgüdü verilmiş, insana da akıl verilmiş. İnsan, “bana akıl verilsin” diye bir seçimde de bulunmamış, ona, AKLI VEREN, hayvana vermemiş.

*Dünyâ, Yerküre, 24 saatte 1 defa kendi çevresinde dönüyor mu?

*Evet, dönüyor; dönmese idi, Güneşe bakan tarafı hep gündüz ve aydınlık olurdu, arka tarafı ise hep karanlık ve soğuk olurdu, orada hayat olmazdı. Güneşe bakan kısımda yaşayanlar, hep gündüz içinde olduklarından, hep aydınlık içinde yaşadıklarından, orada “gece” hiç olmayacağı için, can sıkıntısı içinde kalırlardı, ne zaman uyuyacaklarını bile kestiremezlerdi.

*Ay, Dünyâ’nın çevresine dönmese idi, insanda, “zamân” kavramı oluşmazdı, insan, “zamân”ın farkına varamazdı: İnsan, Ay’a bakıyor, incecik, hilâl biçiminden başlayarak kalınlaşıp yusyuvarlak hâle geldiğini görüyor, sonra tekrar incelerek âdetâ yok olduğunu, sonra tekrar görünmeğe başladığını görüyor; bu 30 günlük süreye bir “ay” diyor.

*Dünyânın ekseni, dik olsaydı, 23 derece eğik olmasaydı, orta bölgesi hep çok sıcak, kuzey ve güneye gidildikçe soğuk bir iklim olurdu; mevsimler olmazdı. Halbuki, kuzey yarımküre kışa girerken, güney tarafı yaza giriyor; mevsimler, eksenin eğik olmasından dolayı meydana geliyor.

*Demek ki; insanın bu Yerküre üzerinde rahatça yaşaması için, HER ŞEY DÜZENLENMİŞ.

Peki …

Düzenleyen KİM?

İnsan mı?

*Ne gezer! İnsan, dünyaya gelmeğe bile kendisi karar vermiş değil.

*Ana-babasını kendisi seçmemiş.

*Ne zaman dünyaya geleceğine, kendisi karar vermemiş,

*Hangi toplum içinde doğacağını kendisi kararlaştırmamış,

*Bedeninin nasıl olacağına da kendisi karar vermemiş.

***

*İnsanı meydana getiren, yâni YARADAN var; insanın, üzerinde yaşadığı Yerküreyi kendi çevresinde 24 saatte bir defa, güneş çevresinde yılda bir defa döndüren de O.

*İnsanın bu Yerküre üzerinde hayat sürmesi için, her şeyi hazırlayan, düzenleyen de O.

*Peki, insanı Yaratmış Olan, onu, başıboş, kendi hâline mi bırakmış?

*Asla! İnsanlara Gönderdiği Peygamberlerin Sonuncusu vasıtasıyla, insanın nasıl yaşaması gerektiğini, kutlu kanunlarını bildirmiş.

*Türk Milleti bu kutlu kanunlara uyduğu, bu kanunları üstün tuttuğu, İslâma açtığı (fethettiği) ülkelerde uyguladığı, Avrupa için zifirî karanlık Ortaçağda ve 16, 17inci yüzyıllarda Yeryüzünün En Büyük Devleti olarak hüküm sürmüştür.

*Allah’ın koyduğu kanunlara uygun olarak yaşamak insanların, insanca yaşamasını, toplumların çok üstün durumda olmalarını sağlıyor.

*Son 300 yıldır etkisi altında kaldığımız ve 1839 da resmen kabul edip devlet politikası hâline getirdiğimiz 1856 da pekiştirdiğimiz ve 8 kuşaktır içinde yaşadığımızı bile birçoğumuzun farketmediği -asker işgalinden bin beter- kültür istilâsı yüzünden, kendimize, kendi değerlerimize, Avrupalı’nın baktığı açıdan, onun gözlüğüyle bakma alışkanlığı kazandırıldığımız için öğretilmiş çaresizlik içinde bocalıyoruz.

*Diplomalılarımızın ezici çoğunluğu, Tanzîmat’ın nasıl DAYATILDIĞINI, art deprem İslahat’ın hangi şartlarda ilân edildiğini BİLMEZ, Bilmediğini de Bilmez. Okulda kafasına doldurulan “Tanzîmat ve İslahat, güçlü, ilerici atılımlardır” palavrasını, kafasında “bilgi” diye taşır. Sömürgecinin, sömürgesi için hazırladığı müfredat programlarına çok benzeyen ‘eğitim’in ürünü olduğu için de, düşünme özürlüdür.

*Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, 1826 da yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kurulan, henüz gelişmesini tamamlamamış Osmanlı kuvvetlerini birkaç defa yenerek 1832 yılında Kütahya’ya kadar geldi. İstanbul’a gelip Kavalalı hânedanını başa geçirebilirdi, bu, Osmanlı’nın zayıf olarak devam etmesini isteyen emperyalistlerin işine gelmediği için İbrahim paşayı durdurdular. Mir’ât-ı Hakîkat yazarı Mahmûd Celâleddîn Paşa anlatır ki “ya Hânedan değişecek veya Osmanlı toprakları ikiye bölünecekti, dış desteğe ihtiyaç vardı”.

Bu desteği emperyalist İngiltere, mason Sadrazam Mustafa Reşid Paşa vasıtasıyla verdi; bu paşa, İngiliz’in kendisine dikte ettiği hususları, gizli oturumlarla 16 yaşındaki toy Abdülmecid’e aktardı, ona ilân ettirdi. Yâni, Tanzîmat, İngiliz’in istediklerinin ilânıdır!

Bir yıl önceki Baltalimanı anlaşmasıyla (1838) kendisine tanınan ekonomik kolaylıkların (Osmanlı mülkünün açık Pazar hâline getirilişinin) de teminat altına alınmasındır, aynı “kolaylıklar”, diğer bazı Avrupa’lı hükümetlere de tanınmıştır. Bunu bilmeyen diploma hamallarına Türkiye’de “aydın” deniliyor, ve bu tıp “aydın”lar, her konuda ahkâm kesiyorlar, hoparlörler onların elinde.

*Diplomalı profilimizin değişmesi, gençlerimizin, dilini, tarihini iyi bilen, ahlâklı olarak yetişen ve yaşayan aydınlar hâline gelmesi yönünde çalışmalar yapılması gerektiğini görmek, kurtuluşumuzun, gelişmemizin ilk adımı olsa gerektir.

06 Ocak 2024

 

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen