Tepe-Ziggurat-Piramit-Tapınak Gelişimi ve Dinlerin Doğuşu

Tam boy görmek için tıklayın.

PROGRESSION OF TEPE-ZIGGURAT-PYRAMID-TEMPLE AND THE BIRTH OF RELIGIONS

 

Mustafa ERGÜN[i]

 

ÖZ

Kültürel miras tüm insanlığa aittir, herkes için bir servet ve herkes için zenginliktir. Kültürel mirastan geçmişin hafızası muhafaza eder ve kültürel miras üzerinde geleceği inşa ederiz. Toplumların en büyük sorunlarından biri de kendine ait oldukları kültürü, geleneği, inançları ve etnik kökenlerini aşırı derecede yüceltme, buna karşın kendilerinden olmayan gruplara inanç sistemlerine devamlı kusur aramaya ve onları küçültmeye çalışmak olmuştur. Bundan dolayı; baskılara, savaşlara ve katliamlara varan acılı sonuçlar doğurmuştur. Avrupa devletleri 18 yüzyıldan itibaren ulusal kültür oluşturmak ve güçlendirmek için tarih yazımını bir araç haline getirmişlerdi. Göz koydukları toprakların ve burada yaşayan insanların kendileri ile geçmiş bağlantılarını ispat etmek için de tarihi bir araç olarak kullanmaya başladılar. Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım; Metaller. Hazar taşkınları olmuştur. Dünyanın en büyük kapalı havzasında su sevileri -150 m’den +50 m’lere yükselmiştir. Bu ani şok insanları çok etkilemiştir. Bu bölgeden kurtulmaya çalışan insan dünyanın ilk uygarlığını yaratmışlardır. Tüm bu olgular dünyanın ilk uygarlığını Hazar havzasında olmasını sağlamıştır.  Bu coğrafyada yaşayan insanlar kendi uygarlığına, geçmişine (Turan) ve Anadolu’nun yalnız geçiş yolu üzerinde bir köprü olmayıp bizzat kendisi UYGARLIĞIN beşiğidir. Son yıllardaki tarihi karmaşıklığı yumağında bu bölge hakkında objektif düşünceler üretilememiştir. Dünya uygarlık tarihinde önemli yer tutan Tunç Çağı (MÖ 3000) ve Demir Çağı (MÖ 1000) Turan Bölgesinde başlamıştır. Demiri Avrupa’ya İskitler taşımıştır. Doğuda Semerkant civarında çıkan KALAY ile Anadolu’da çıkan BAKIR’ın birleşmesini sağlayan Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) Devesi ve Atlarla (MÖ 3500’ler) sağlanmıştır. Bu iki hayvanda Turan bölgesinde evcilleştirilmiştir. İşte bu Ticaret Yolu’nun adı UYGARLIK YOLU olarak adlandırılmıştı. Bu bölgenin insanları bu ulaşım araçları yoluyla uygarlığı delta bölgelerine taşımışlardır.

ANAHTAR KELİMELER: Tepe; Nuh Tufanı; Uygarlık; Din

 

ABSTRACT

Cultural heritage belongs to all humanity, it is a wealth for all and wealth for everyone. We preserve the memory of the past from cultural heritage and build the future on cultural heritage. One of the biggest problems of societies has been to excessively glorify their own culture, tradition, beliefs and ethnic origins, while constantly looking for faults in their belief systems and trying to diminish groups that are not their own. Therefore; It has had painful consequences leading to oppression, wars and massacres. From the 18th century onwards, European states had made historiography a tool to create and strengthen national culture. They also began to use it as a historical tool to prove the past connections of the lands they coveted and the people living there. Favorable climatic zones (between 35º-40° N latitudes); Rich water resources; Agriculture; Metals. There have been Caspian floods. In the world’s largest closed basin, water levels have increased from -150 m to +50 m. This sudden shock affected people very much. Trying to get rid of this region, people created the world’s first civilization. All these facts ensured that the world’s first civilization was in the Caspian basin.  The people living in this geography are not only a bridge to their own civilization, their past (Turan) and Anatolia, but also the cradle of CIVILIZATION. In the course of historical complexity in recent years, objective thoughts about this region have not been produced. The Bronze Age (3000 BC) and the Iron Age (1000 BC), which have an important place in the history of world civilization, started in the Turan Region. Iron was transported to Europe by the Scythians. It was provided by the Double-Humped Bakterian (Turkish) Camel and Horses (3500 BC), which combined the TIN mined around Samarkand in the east and the COPPER mined in Anatolia. These two animals were domesticated in the Turan region. The name of this Trade Road was called the CIVILIZATION ROAD. The people of this region carried civilization to the delta regions through these means of transportation.

KEYWORDS: Tepe (hill); Noah’s Flood; Civilization; Religion

 

GİRİŞ

Neolitik çağ Avrasya’da başka bir yerden çok daha erken elde edildi. Neolitik yaşam kentleşmenin en önemli ön koşulu olduğundan, Avrasya dünyanın geri kalanından binlerce yıl önce şehirlerin yükselişini yaşadı. Sonuç olarak, Avrasya, mevcut dört küresel uygarlığı da kapsayacak şekilde dünya uygarlıklarının çoğuna yol açmıştır: Batı, Ortadoğu, Güney Asya ve Doğu Asya.

Son Buzul çağı süresince (120 ile 12 bin yıl öncesi), dünyadaki su çoğunluğunun genel olarak 40-45°K enlemlerinin kuzeyinde kutup bölgelerinde tutulmaktadır. Bu süreçte okyanuslardaki deniz seviyesi -130 m’lerde idi. Bu devirde genel olarak 30-35°K enlemlerinin güneyinden ekvatora kadar olan bölge yağış olmamasından dolayı (buzul çağları dünyamızda kurak çağlardır) çok kurak ve çöllerle kaplıdır (doğal olarak morfolojiye bağlı olarak). Buzul çağlarında yaşama uygun bölgeler ekvator civarında dar bir alanda ve genel olarak 35-40°K enlemleri arasındaki kuşakta var olabilmektedir. Buzul çağı sırasında, Güney Hazar Denizi yaşam koşullarının en uygun olduğu bir bölgede yer almaktadır.

Günümüzden 15 bin yıl önce Kuzey Kutbunu çevreleyen buzul göllerini tutan setleri çok büyük bir meteor çarpması sonucu yıkılmış ve Hazar-Aral bölgesi (Dünyanın en büyük kapalı havzası) taşkın sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında (20 bin yıl öncesi), Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanında 30-35° K enlemlerinin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert Kurak/Yarı Kurak iklim koşulları vardı (Şekil 1). Canlı türlerin buzul çağı süreçlerinde yaşamlarını devam ettirebilmek için Ilıman Kuşaklara (30-35° K Enlemleri)  kaymışlardır. Bu arada bu türlerin bir kısmı yeni yaşam ortamlarında kalmışlardır. Bu nedenle Anadolu ve Ceyhun’da bazı kuzeyli ve hem de güneyli türler mevcuttur. Bu bölgelerde (pek çoğu endemik olan) çok fazla bitki türü bulunmaktadır. Buzul Çağının en yoğun olduğu 20 bin yıl öncesi tüm Dünya’daki insan sayısı ancak 5 milyon civarında idi ve bunları çoğunluğu 35-40° enlemleri arasında idi. Bu nüfusun büyük bölümünde Hazar Denizi çukur alanlarında bulunmaktaydı.

Hazar Denizi taşkınların merkezi ve ilişkili olayların (deniz-seviye yükselimi, kıyısal değişimler ve kıyısal düz alanları su basması) paleocoğrafya için çok hassas bir göstergesidir. Bu havzadaki su miktarı aşırı bir şekilde artmış ve bu arada da fazla su ise Karadeniz’e akmıştır. Taşkın sırasında, Hazar Denizi yaklaşık bir milyon km2‘ye (günümüzde 371.000 km2) ve eğer Aral-Sarıkamış havzası da eklendiğinde 1,1 milyon km2‘ye ulaşmıştır. Bu Khavalyan Yükselimi olarak bilinmektedir (Şekil 2). Chepalyga (2007) her biri 2000 yıl süren ırmak vadilerinde tanımlanan üç büyük aşırı taşkın dalgalarını içeren ve gruplandırılan 10 salınım (her birisi 500-600 yıl süreli) taşkın tarihi olarak tanımlamıştır. MS 10’nıncı yüzyılda yaşayan bilgin Biruni (Özbekistanlı) Türkmenistan’ın büyük bölümünün su ile kaplı olduğunu söylemiştir. Daha önce çok önemli bir uygarlık yaratmış olan Soğdların anlamı (Su kenarında yaşayanlar) demektir.

Önce çivi yazılı metinlerde okunan TUFAN söylentisi daha sonra da din kitaplarına geçmiştir. TUFAN olayının nerede olduğu veya olabileceği hakkında birçok varsayım yapılmıştır. Fakat bulgular, din kitaplarında yazılanların eski Sümer Gılgamış Destanı’nda verildiğine benzer şekilde olduğu saptanmıştır Bu arada Hazar Denizi’ne komşu tüm Türk halklarının hepsinde taşkın ile ilgili halk destanları mevcuttur (Çığ, 2008). Zaten bu şekilde ani bir yükselim ancak ve ancak Hazar-Aral gibi bir kapalı havzada olabilir. Bu bölge insanı da zaten Hazar Denizi’nin batısındaki Ağrı Dağı ile doğusundaki Tanrı Dağları kurtuluş yerleri olarak kutsanmıştır (Ergün, 2024). Aral Denizi’nin kuzeydoğundaki yerin adı Kemi-Salgan yerinin adı çok ilginçtir. Gemi yapım yeri.

Neyman (2007) tüm olasılıkları tartıştıktan sonra yalnız Hazar Denizi kutsal kitaplarda bahsedilen tanımlamaların tüm koşullara en uygun yer olduğunu kanıtlamıştır. Doğudan kalkan Nuh’un Gemisi batıya doğru gelerek dağlara yaslanmıştır demiştir. Cennet Bahçesi ise Hazar Denizinin derinliklerinde bulunduğu düşünülmektedir. 15 bin yıl önce oluşan “Hazar Taşkınları” sırasında Hazar Denizi su seviyesi -150 metrelerde idi. Buzul Çağında bu çukur alanlar (35°-40°enlemleri arası) Dünya’da en uygun yaşam alanlarıydı.

Son Buzul Maksimumu (SBM)’na göre Taşkının o devir insanlarını daha fazla etkilediğini göstermektedir. Bu olay kültürleri yok etmemiş, öte yandan dönemsel ve tekrarlayan çevresel değişimler belki de denizciliğin başlaması gibi üretken ekonomilere neden olmuş ve aynı zamanda da atın evcilleştirilmesine yol açmıştır. Deniz seviyesindeki bu gibi ani değişimler o devrin insan toplulukları üzerinde aşırı baskılar yapmış olmalıdır ve su baskınları kültürel bellekte Büyük Taşkın (Tufan) olarak kalmıştır. Ayrıca su baskınlarından korunmak için tepelere sığınmışlar ve etrafına hendekler kazmışlardır.  Avrasya taşkın olayları belki de eski Ön-Aryanların hafızalarında tutulmuş ve eski yazıtlarında yer almıştır. Aynı zamanda eski Mezopotamya yerleşimcileri de bunlara yer vermiş ve kutsal kitaplara geçen Tufan hikâyesi doğmuştur.

Buzul çağının bitimiyle bu uygarlıklar (deltalar oluşuncaya kadar) başta Harran, Aran ve Turan olmak üzere Hazar çevresinde oluşmuştur. Erken uygarlıkların, Buzul Çağında Hazar Denizi bölgesi ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğu bilinmektedir. Buzul çağında Toros Dağları buzdan bir duvar örmüşler ve kuzeyinde Anadolu ve tüm Avrupa’da aşırı buzul koşulları canlı yaşamına uygun yerler değildi.

Batıda ise, Uygarlık Hazar Denizi çevresinden başlayarak ARAN ülkesi ve URMU’ya (Güneybatı İran; güney Azerbaycan) ulaşmıştır. ARYAN uygarlığının kökeni de büyük bir olasılıkla budur (Childe, 1926). Buradan da Toros ve Zağros Dağlarındaki geçitlerden ilerleyerek, dünyanın ilk uygarlığının (yaklaşık 12 bin yıl önce) oluştuğu Harran Ovasına ulaşılmıştır. Buzul çağı sonunda Harran bölgesi en uygun iklim koşulları ve coğrafyaya sahipti. Dünya uygarlığında asıl sıçrama, bundan 5-6 bin yıl önceki sıcak iklim koşullarında buzulların hızla erimesi ve deniz seviyesinin hızla yükselmesi sonucunda deltaların oluşmasından sonradır. Sümer uygarlığı da Turan, Aran ve Harran’dan güneye ve batıya doğru Mezopotamya’ya ilerlemiştir. Ayrıca Harran uygarlığı Torosları aşarak önce Konya Ovası’na (MÖ 8000) ve batıya doğru ilerleyerek Ege Denizi kıyısında Troya uygarlığını (MÖ 4000) meydana getirmişlerdir. Uygarlık buradan batıya Trakya’ya geçmiş ve Avrupa uygarlığının temelleri atılmıştır (Şekil 3).

 

SU BASKINLARINDAN KORUNMA KAYGISI (TEPELER)

Gerçek ne olursa olsun, Neolitik devrim (HOLOSEN; Son 12 bin yıl)), İnsanların avcı-toplayıcı yaşam tarzlarından vazgeçip yerleştikleri, kentlere dönüşecek köyler ve kasabalar oluşturdukları İnsanlık tarihinde derin bir dönemdi (Ergün, 2025). Örgütlenmeye ilişkin sözcükler Türkçede Or/Ur kökünden gelmektedir (Orman; Ordu; Organ: Ortak; Orhan; Urbay; Urgan; Urban).  . Bu sözcüğün hendek ile başlayan serüveni toplanmak bir araya gelmekten geçerek kent anlamı kazanmıştır.   “Uygarlık” sözcüğü yalın kentte yaşamak olarak tanımlanabilir. Latince de URBAN sözcüğü kullanılmaktadır. Arapçada MEDENİYET ve Türkçede UYGARLK sözcüğü kullanılmaktadır. URBAN sözcüğü Türkçeden UR kökünden gelmektedir. Örneğin Ur, Uruk, Urmu, Urgenç, Urumçi, Urfa, Uru-salimin (Kudüs’ün ilk adı, Bariş Kenti), Smurna (İzmir), Urla, Ur-Atina (Platon öncesi adı). İzmir ve Erla’nın kuruluşları MÖ 4 binlere gider fakat Atina’nın kuruluşu ise ancak MÖ 2 binlerdir. “AB URBE CONDITA” anlamı “Kent’in (Roma) kuruluşundan bu yana olan” Latince bir deyiştir ve burada Kent’in kuruluşu MÖ 753’tür.

 

Aryanların anayurdunun Orta Asya ve Bakterya (Hazar-Turan) civarında olduğu kabulü yaygınlık kazanmıştır. Lorenzo Burge’da “Pre-Glacial Man and The Aryan Race (1887) adlı eserinde Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıktığını ve burada büyük bir uygarlık yarattıklarını iddia etmiştir (Şekil 4). Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıkmış ve burada büyük bir uygarlık yaratmışlardır. Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Bu bölgede Dünya’ya yayılan insanlar belleklerinde bu felaketin (TUFAN) anılarını taşımışlardır. Buzul Çağı’nın sona ermeye başlamasıyla aryanlar Orta Asya’dan Uygarlığı (BİLGİ) yaymışlardır (Şekil 12). BİLGİ insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar (Ergün, 2025).

Şimdi sırasıyla TEPE, ZİGGURAT, PİRAMİT ve TAPINAK kavramlarının gelişimin olgusunu inceleyerek uygarlığın gelişim aşamaları incelenecektir. Tarihe bakış Piramit ve Zigguratları önceleyerek yazılmıştır. Fakat bunlar Son 5-6 bin yıl önce delta uygarlıklarının gelişmesiyle ilgilidir. Dünya inanç sistemi oluşmasında bu zinciri iyice anlaşılması üzerine görüşler ortaya konacaktır.

  • TEPELER

Nuh Tufanı ile ilişkili olarak su baskınlarından korunmak için yüksek tepeler ve dağlar Kurtuluş/Sığınma yerleri olmuştur. Tepe bir yeryüzü şeklidir. Zirvesi vardır ve tek başına ya da birkaç küçük yükselti ile bir arada bulunabilir. Yüksekliği 0–500 m arasında değişen doğal coğrafi oluşumlardır. Yükseklikleri 100 ile 300 metre arasında değişen küçük dağlara tepe denir. En küçük tepeler ise tepecik olarak nitelendirilir. Eski metinlerde ”töpe” şeklinde geçen bu kelime, bir yapının en üst ve uç noktası manasında da kullanılır. Tepe kelimesinin üç farklı anlamı vardır: 1- Sözlük anlamı: Küçük yükselti, tümsek; 2- Yan anlamı: Bir yerin ya da yapının en üst kısmı 3- Mecazi anlamı: Kafa, ser.

İlk uygarlıkların oluştuğu Turan, Aran ve Harran bölgelerinde tüm eski yerleşimlerin kurulduğu alanların hepsi TEPE adıyla anılmaktadır (Şekil 5). Tüm bu tepelerin Hazar’ın güneyinde Türkmenistan topraklarındadır. Bu tepeler Tahran’ın güneyinde ve batıya doğru da Harran bölgesinde yer almaktadır. Bunlara örnek olarak Altıntepe Türkmenistan’da bulunmaktadır. Aşkabat’ın doğusunda bulunmaktadır. Burada öküz ve manda ile çekilen ilk arabalar bulunmuştur. Bu dört katlı yapı Sümer zigguratlarında öncedir (Şekil 6).

20 bin yıl önce oluşan Son Buzul Maksimumu (LGM) tüm dünya çok daha soğuk ve kuruydu. Onun için bitki örtüsü, hatta yağmur ormanları da dâhil, dünyanın hemen hemen her tarafında yok olmuştu. Dünya çöllerinin alanı çok genişlemişti. Bu çağda büyük bir göl (Dasht-e Kavir) oluşmuş ve Kuzey İran’dan Afganistan’a kadar uzanmıştı (Şekil 7). Firdevsi (11’nci yüzyıl) burada bir göl olduğundan bahsetmektedir. Günümüzde bu göl hemen hemen kurumuş vaziyettedir (Konya ile kıyaslana bilinir). Burası şimdi Kavir Milli Parkı olarak kabul edilmiştir.

Coğrafik olarak Kavir bölgesi kuzeyde Elburz ve güney ve batısında Zağros Dağlar yer almaktadır. Bu gölün çevresinde Kum, Rey (Tahran), Keşan, İsfahan gibi eski yerleşimler bulunmaktadır. Zağros ve Elburz Dağlarının kesişimi kuzeybatıya doğrudur. Bu dağlar bu bölgeyi su bakımından zengin kılmaktadır. Daha batıya doğru gidildikçe dünyanın en eski yerleşimlerden olan URMU’ya ulaşırız. Uygarlığın gelişmesinde Doğu ile Batının köprüsü bu bölge olmuştur.

Tepe Sialk olarak bilinen arkeolojik karmaşık, aralarında yaklaşık yarım kilometre bulunan iki tepe ile A ve B olarak bilinen iki mezarlıktan oluşuyor (Şekil 8). Keşfedilmeden önce bile Tepeler, yöre halkı arasında insanların yaklaşmamayı tercih ettiği “lanetli yer” olarak görülüyordu. Sialk Tepesi’nde kuzey ve güney olmak üzere iki kesim ve iki mezarlık bulunmaktadır. Kuzeydeki tepelerde yapılan kazılar, burada yaşayanların yaklaşık 6100 yıl önce burayı terk ettiği 7500 yıl öncesine bir tarihi belgeliyor. Tepe Sialk’ın önemi, 1930’larda başlayan titiz kazılarla ortaya çıkarılan zengin tarih katmanlarında yatmaktadır. Bu keşifler çanak çömlek, aletler (Balta, kemikten nesneler vb.) ve erken mimari kalıntıları da içeresinde olmak üzere bir dizi eseri ortaya çıkardı. En eski yerleşim yeri kuzeydeki tepede tespit edilmiştir ve MÖ. 5. binyılın ilk yarısına aittir. İlkel köylüler olan yerleşimciler, sazlıklardan yapılmış ve çamurla kaplı basit kulübelerde yaşıyorlardı.

Yaklaşık 12.000 yıl önce, Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan bölgede, insanlık tarihinin en önemli değişimlerinden biri yaşamaktaydı. İnsanoğlu avcı-toplayıcı bir yaşam tarzından, yerleşik hayata, çiftçi-üretici düzene geçmek üzereydi. Binlerce yıl öncesinin avcı toplayıcılarının bu geçiş döneminde, sandığımız gibi alçak gönüllü ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmemiş olduklarını, aksine görkemli bir evre yaşadıklarını, Göbekli Tepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtan, taş üzerine kabartma tekniğiyle yapılarak aktarılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düzeye ulaştığını göstermektedir (Şekil 9).

Tüm bu bulguların yanında, eserlerin nitelik ve nicelikleri gözlemlendiğinde, rastlantısal değil, düzenli bir tekrarlama şeklinde saptanabilen büyük boyutluluk, anıtsallık ve sayısal yoğunluk, arka planda olması gereken gelişkin sosyal düzenin, organizasyon ve koordinasyon kabiliyetinin ipuçlarını vermektedir. 12.000 yıl öncesinde günümüze ilettiği bu kapsamlı bilgi hazinesi ile geçmişimizin önemli bir zaman dilimi hakkında daha önce düşünmemizin dahi mümkün olmadığı soruları üretebilmemizi sağlayan Göbekli Tepe, emsalsizliği ile biz bilim insanlarının olduğu kadar, belki daha fazla, bulunduğu toprakların insanını etkileyen, haklı olarak gururlandıran eşsiz bir değerdir.

Urfa’ya kuzeydoğuya doğru 20 km’lik uzaklıkta, Örencik Köyü yakınlarında tarihi MÖ 10 bin yıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu Göbekli Tepe Höyüğünde Cilalı Taş Devri‘nden kalma bir tapınak vardır. Göbekli Tepe’de bulunan semboller ve mimari yeryüzüyle alakalı olduğu kadar gökyüzüyle de alakalıdır. Sık sık tekrar edilen gök cisimlerinin tapınak boyunca oldukça yaygın olması, tapınağı inşa etmiş olan toplumun tanrılarının gökyüzüyle bağlantılı olduğu sonucunu işaret etmektedir (GÖK TENGRİ; DENGİR). Burası bir tapınak olup, yerleşim yeri değildir. Pek çok görüşe göre, T şeklinde yerleştirilmiş olan taşlar insanları sembolize ederken ortada bulunan karşılıklı iki dikili taş ise Tanrı ve Tanrıçayı temsil etmektedir. Göbekli Tepe’de olukça sık kullanılan bir figür de tilkidir. Normalde tapınaklarda kullanılmasına alışık olmasak da, Babil ve Sümer inançlarında tanrı Enlil’in tilki ile ifade edildiğini bilmekteyiz.

Karl W. Luckwert (2015) Göbekli Tepe adının devamlılığı konusunda şöyle demiştir: Bu yerin adını incelediğimizde, 10 bin yıldır aynı şekilde devam ettiğidir. Ve nasıl olur da 1995’te bu bölgede Kürtçe konuşan çiftçiler bu kadar doğru bir şekilde GÖBEKLİ TEPE olarak bölgenin adını korumuşlardır. Nasıl olur da 10 bin yıldır süren dilsel saldırıları atlatabilmiştir. Böyle bir tesadüfü olanaklı kılabilecek tek şey, evcilleştirme süreci başladığından beri süregelen özüdür.

Doğal olarak Göbekli Tepe’nin bulunması (Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye, Kuzey Irak ve Kuzey İran ve Türkmenistan) ile dünya tarihi yeniden ele alınmaya başlamıştır (Scmidt, 2012 ve Luckwert, 2015). Son 20-25 yıl içinde arkeolojide, devrim sayılabilecek kadar önemli gelişmeler olmuştur; bunlar görkemli ve güzel buluntularla sınırlı değildir. Düşünce sistemimizde, geçmişe bakış açımızda köklü değişiklikler yapacak kadar önemli olan bu sonuçlar öylesine yenilikler içermektedir ki, bunların tam olarak algılanması ve insanlığın geçmişiyle ilgilenilerek aktarılması için herhalde uzun bir süre gerekecektir. Bilgi akışı, bilgiye bakış açısının değişimi ve bunun düşünce sistemimize olan etkisi, uygarlık tarihiyle ilgilenen herkesi heyecanlandıracak ölçüdedir.

Batı Anadolu’da BintepelerBin Tepeler veya Bintepe tümülüs mezarlarıSardes antik kenti yakınlarında yer alan tümülüs mezar nekropolüLidyalılar tarafından; İlk Çağ döneminde, yaklaşık MÖ 6. ve 7. yüzyıllarda yapılmıştır.

Han Hanedanı Çin‘de MÖ 206 – MS 220 tarihleri arasında hüküm sürmüş hanedanıdır (Türk kökenli olduğu söylenir ve Tao’culuğu resmi din haline getirmişlerdir; Tao’nun Sincanlı olduğu söylenir). Dönemin önemli klanlarından Liu tarafından kurulmuştur. Han Hanedanı Çin kültürünün zirvelerinden biri olarak kabul edilir. Günümüzde Çinliler Liu ailesinin ve kurdukları hanedanının onuruna kendilerini Han insanıHan Ulusu olarak adlandırır. Çin piramitleri, Çin’de bulunan Han Çinlileri tarafından inşa edilmiş piramit şeklindeki yapılara verilen, erken Çin İmparatorluğu‘nun yöneticilerini ve akrabalarını barındıran höyük, mozale ve tümülüs benzeri anıt mezarlardır. Bu anıt mezarların yaklaşık 38 tanesi Shaanxi bölgesinde bulunan Xi’an kentinin 25–35 km kuzeybatısında yer almaktadır.

Atatürk’ün Meksika’ya Aztek uygarlığını incelemek üzere görevlendirdiği Hasan Tahsin Mayatepek, Soyadının Mayatepek olmasının nedeni, MAYA  dilinde tepe sözcüğünün “TEPEK” olmasından ileri gelir. MAYA kültüründeki güneşe tapınma eyleminin ORTA ASYA’daki güneş TAPINMA ile olan ilişkisini incelemiştir. Meksika’da yer alan Çapultepek (Chapultepec) parkın adı ilginginçtir. Bu ad. Aztek dilinden gelen ve bölgeye verilen bu ad, “Çekirge Tepesi” anlamındadır. Başta Maya dili olmak üzere, Aztek ve daha birçok yerli dilinde “Tepek”, Türkçe “Tepe” anlamına geliyor. Bu hem ses hem de anlam olarak benzerlik denk gelebilecek bir durum değildir. Kaldı ki yerli dilinde Çekirge anlamına gelen Çapul da Türkçe bir sözcüktür ve “akın, saldırı, yağma” vb. anlamlara gelmektedir. Bu durum bize çekirgelerin toplu olarak yaptığı akınları ve yağmaları akla getirmektedir. Bu benzerlik, yerli dilinde Çekirgeye bir eylem olarak Çapul anlamı ve adı yüklemiş de olabilir. Görüldüğü üzere bunlar, hem ses hem de anlam olarak dilimizde ortak kullandığımız ve “sonradan bulma” değil; “doğanın en temel yapıları olan” dağ (tepe) ve hayvan (çekirge) adı olarak kullanılmış sözcüklerdir.

  • ZİGGURATLAR

Zigguratlar, delta uygarlıkları oluştuktan sonra delta düzlüklerinde yapılan yapılardır. Bilinen 32 ziggurat vardır. Bunlardan 4’ü İran’da, gerisi Irak‘tadır (Şekil 10).  Ziggurat, Akadcaziqqurratum, zaqā “yükselmiş yere kurmak” demektir. Daha önceki Tepe yapıları benzeridirler ve devamıdırlar. En eski ziggurat örnekleri basit yükselti platformları iken Ubaid döneminde MÖ 4000’li yıllara aitti. En sonuncusu da MÖ 6. yüzyıldadır. Basamak piramidi tarzı ilk krallık dönemleri sonunda olmuştur. Dikdörtgen, oval ya da kare platformlar üzerinde kurulan zigguratların pramitsel tasarımı mevcuttu. Güneşte ısıtılmış tuğlalar zigguratların dışındaki görüntüsünü yaratmıştır. Kat sayısı 2 ila 7 arasındaydı ve tepesinde ya bir tapınak ya da türbe bulunurdu. Türbeye ulaşmak için bir tarafında rampalar yapılır ve bu rampa en aşağısından en yükseğine kadar uzanırdı.

Mezopotamya zigguratları sadece halkın ibadet ettiği ya da seremoni yaptığı yerler değildi. Bu yerlerde tanrıların bulunduğuna inanılırdı. Zigguratlar sayesinde tanrıların insanlara yakın olduğuna inanılırdı. Her şehrin kendi tanrısı mevcuttu. Sadece rahipler zigguratın içerisindeki odalara girebilirdi ve onların sorumluluğu altında tanrıların gereksinimleri karşılanırdı. Bu vesile ile zigguratların içerisinde tanrılarla yüz yüze karşılaştıklarını ve diyalog kurabildiklerini iddia eden rahipler böylece Sümer halkının en güçlü üyelerinden olmuştur. Zaten bu coğrafyada dini ne olursa olsun kentler bir tapınma merkezi etrafında gelişmiştir.

Basit bir ziggurata örnek, Sümerler döneminden kalan Uruk’daki Beyaz Tapınak’dır (Şekil 11). Amacı da ne kadar gökyüzüne yakın olursa, tanrılara ulaşımın o kadar kolay olduğuna inanılırdı. Tanrıça Ianna (Ay Ana) Aratta’da yaşamaktadır fakat Uruk prensi Enmerkar onu Aratta beyinden daha fazla mutlu etmektedir. Burada Uruk’ta yapacağı tapınak için istediği lacivert taş (lapis-lazuli) karşılığı olarak buğdayın verildiği anlaşılmaktadır. Demek ki ilk tarımın yapıldığı Harran ile bu bölge arasında buğday karşılığı değerli taşlar ve madenlerin alındığı anlaşılmaktadır. Bu da bizi “İpek Yolu” olarak bildiğimiz ticaret yolu Sümerler zamanından beri var olduğunu göstermektedir (Uygarlık Yolu).

Sümer mitolojisinde yer alan Aratta bölgesi Uruk kralları Enmerker ve Lugalbanda tarafından bahsedilmektedir. Aratta sözcüğünü irdelersek Azeri ve Türkmen Türkçesinde “Mücevher” anlamındadır. Bu bölgenin altın, lacivert taş (lapis-lazuli) ve diğer değerli madenlerce zengin olduğu ve bunu işleyen ustaların var olduğunu belirtilmektedir. Bu bölgenin uzaktadır ve ulaşımının zor olduğu yazılmaktadır. Burasının Tanrıça Ianna (Ay ana))’nın yaşadığı yerdir. “Aratta” kenti, bugün hala ortaya çıkarılamamış efsanevi bir yerdir. Ancak bu kent, Sümer tabletlerine göre “Susin ve Anshan” ülkelerinin yani İran’ın doğusundadır. Tabletler kentin altın, gümüş ve lapis lazuli ile dolu, inanılmaz derecede zengin bir yer olduğunu belirtir. “Lapis lazuli”, lacivet renkli özel bir taş olup Türkmenistan’ın doğu sınırındaki antik “Baktarya” bölgesinden çıkarılmaktadır. Dolayısıyla “Ay Hanım” inancı tanrıça İanna ile bağlantısı var olabilir. Eski Tetis Okyanusu temeli olan yapının üzerinde oluşan Alp-Himalaya kuşağı maden cevherleri açısından çok zengindir. Harran’ın kuzeyi Bitlis Büklüm Kuşağı ve batıya Toroslara ve doğuya Zağros Dağlarına ve Pamirlere uzanan bölgeler çok önemli metalojenik bölgelerdir (Ergün, 2024). Garner (2021) Tunç Çağı’nda kalay üretiminin Afganistan’ın kuzeyinde yapıldığının arkeolojik kanıtlarını ortaya koymuştur. Günümüzde Özbekistan, Tajikistan, Kırgızistan ve Kazakistan olarak bilinen bölgede Tunç Çağında Zerafşan vadisinin güneyindeki Hisar Dağlarından Pamir ve Tanrı Dağlarına kadar dağ uzantılarında önemli maden ocakları vardır.

Ayrıca koruyucu özellikleri olduğu inanılan bu iki kayaç yalnız Sümer ve Mısır uygarlıklarınca kullanılmamıştır. Bu bölgenin “HANİF” inancı (putlara değil tek tanrıya inanç) çok derindir. Tanrı olarak “GÖK TENGRİ”ye inanıyorlardı. Koruyucu renk olarak algıladıkları mavi rengi yansıtan taşlarla önemli yapılarını donatmışlardır. Tüm bu coğrafya Turan, Aran ve Anadolu’da da önemli tapınaklarda hem lacivert taş (Lapis Lazuli) hem de firuze (Turkuvaz) kullanılmıştır.

Bu bağlamda Sümer ve Mısır uygarlıklarının kurulduğu bölgelerde bulunmadığı bilinen Lapis Lazuli (Lacivert Taş; Nazarlık) eski uygarlıklarca kutsal kabul edilmiştir. Lacivert renginin adı ise kayacın çıktığı yerin adıdır. Mavi rengi gökyüzünün rengi olması nedeniyle gök tanrısını temsil ettiğine inanılmasıdır. Mavi, sonsuzluğun, maneviyatın, barışın, huzurun, adaletin, ilhamın rengidir. Demek ki Neolitik erken zamanlarından beri Orta Asya ile Mezopotamya ve Mısır arasında bir ticaret bağlantısı vardı. Bu durum Sir William Mathew Flinders Petrie 1920’lerde antik Mısır ile güney Rusya özellikle de Kafkaslarla belirgin bir bağlantı var olduğunu gözlemlemiştir (Petrie, 1925). En erken Mısır kültür bağları ve aynı zamanda mitolojik tanımlamalar Kafkas (Hazar) bağlarını işaret ettiğini söylemiştir. 1920’den sonra Rusya’daki komünist rejim bu tür kıyaslama yapabileceğimiz çalışmaları engellemiştir.

Günümüzde eski halini en iyi koruyan zigguratlardan biri de İran’ın batısında Koka Zanbil‘dedir (Şekil 12); Çoğa Zenbil Elam dilince Dur Untaşı, İran‘ın Huzistan eyaletinde, Susa şehrinin 30 km güneydoğusunda ve Ahvaz‘ın 80 km kuzeyinde bulunan Elam İmparatorluğu arkeolojik sit alanıdır. Özellikle orta Elam dönemine (MÖ y. 1500-1000) tarihlenen kalıntılarıyla tanınır. Çoğa Zenbil, Höyük sepeti anlamına gelir. Kentin adı, bölge yakınında hâlen konuşulmakta olan Bahtiyari lehçesinde de tepe anlamında kullanılır. Orijinal ismi olan ‘Dur Untaş’ ise, ‘Untaş şehri’ anlamına gelmektedir. Ziggurat tasarımları basit bir tepe üzerine oturulmuş mimariden, matematiği ve inşaatın mucizesine kadar ulaşabilen birçok çeşittedir.

Bilinen en büyük ziggurat ise, Babil’den kalma Marduk zigguratıdır (ya da Etemenanki). Ne yazık ki, bu tapınağın tabanından bile kalıntısı fazla kalmamıştır, ancak arkeolojik araştırmalar ve tarihsel kayıtlar sayesinde bu zigguratın renkli 7 katlı ve tepesinde de dev bir tapınaığın bulunduğu gösterir. Tapınağının renginin indigo (mora yakın) olduğu düşünülmekte ve en üst katlarda da bu renk kullanılmaktadır. Tapınağın üstüne giden 3 merdivenin bulunduğu bilinir ve bunlardan ikisi zigguratın yarısına kadar ulaşır. Bu zigguratın diğer ismi Etemenanki, Sümerce’de “Cennet ve Dünya’nın kuruluşu” manasına gelir. Hammurabi tarafından inşa edildiğine inanılır ve bu zigguratın içinde bulunanlar bundan daha önce bulunan zigguratlarda da bulunur. En üst katı 15 metre uzunluğunda tuğla gelişimiyle Kral Nabukadnezzar tarafından yapılmıştır.

  • PİRAMİTLER

Piramit, genellikle üçgen bir noktaya yükselen dörtgen bir tabana sahip bir yapı veya anıttır. Popüler imgelemelerde piramitler, Sahra Çölü’nün kenarındaki Giza Platosu’ndaki üç tek yapıdır, ancak Mısır’da Nil Nehri Vadisinde uzanan yetmişten fazla piramit vardır ve zamanlarında büyük tapınak yerleşkelerinin merkezleriydi. Mısırlılar tarafından ‘by’ veya ‘mr’ olarak bilinen piramit, bir kraliyet mezarıydı ve ölen firavunun ruhu için yükseliş yeri olarak kabul edildi. Piramidin en üst noktasından, ruhun Sazlık Tarlasının öbür yaşamına gideceği ve eğer öyle seçerse kolayca Dünya’ya dönebileceği düşünülüyordu (piramidin yüksek zirvesi ya da kralın gerçeğe yakın bir heykeli, ruhun tanıyacağı bir işaret olarak hizmet ediyordu). Başlangıçta, basit mastaba hem sıradan insanlar hem de kraliyet ailesi için bir mezar görevi gördü, ancak Erken Hanedanlık Döneminde (M.Ö. 3150-2613) piramit tasarımı Üçüncü Hanedanın Djoser döneminde (M.Ö. 2670-2613) geliştirildi (Şekil 13).

 

  • TAPINAKLAR

Tapınak (Latincetemplum), ibadet yeridua ve kurban gibi manevi ayinler ve aktiviteler için kullanılan bir yapıdır. Dinî terminolojide tapınak, herhangi bir dinî inanç, gelenek veya akımın dinî uygulamalar, âdetler, ibadetler ve ritüeller için yapılan, çoğunlukla kutsal edilen. Tapınaklar çok çeşitli olabildiği gibi dinden dine büyük farklılıklar gösterir. Bağlı olduğu din ve ibadetlere göre tapınaklar hem yapısal hem de anlamsal açıdan farklı olabilirler. Bir dinde birden çok tapınak türü bulunabilir.

Kudüs hiçbir zaman Mısır, Yunan, Roma, Çin veya Hindistandaki gibi görkemli tapınaklar, saraylar, pazar yerlerine ev sahipliği yapmamıştır. Ancak inanç, adanmışlık, hatta fanatizm yüklü yoğun bir enerjinin ev sahibi bir yer olmuştur. MÖ 1000’lerde ismi Uruşalim (Ur: Kent; salimin: Barış) olan Kudüs’de bir Kenani topluluğu olan Yabusiler ve Filistinliler yaşıyordu. Kenti, Musevi Kralı Hz. Davud ele geçirip Yahudi Krallığı’nın başkenti yapar. Şehrin ismi önce Davut’un Şehri sonra da Yeruşalim olur. Hz. Davut beraberinde getirdiği Ahit Sandığı’nı da Hz. Musa’ya indirilen On Emir’in yazılı olduğu tabletleri saklıdır. Hz. Davut’un ölümünden sonra oğlu Hz. Solomon (Süleyman) kenti genişleterek, Hz. İbrahim’in, oğlu İshak’ı kurban etmek için seçtiği kayanın bulunduğu Mabed Tepesi’ne bir saray ve ‘Süleyman Tapınağı / Dağ Tapınağını’ yaptırır ve Ahit Sandığı’nı buraya yerleştirir. Bu dönem Kudüs toprakları üzeriinde gelmiş geçmiş en görkemli Musevi Krallığı yaşamış, Süleyman Mabedi ise Musevilerin ilk kutsal tapınağı olmuştur (Şekil 14).

MÖ 587’de Asur Kralı Nabukadnazer akınları ile hem Kudüs hem de kutsal tapınak yerle bir edilmiş ve kent Asurluların yönetimine geçmiş. İşte bu dönemde Ahit Sandığı’na ne olduğu bilinmiyor. Yahudiler ise Babil’e sürülmüş. Ancak Yahudiler, Tevrat’ta yer alan “Seni unutursam ey Kudüs sağ elim hünerini unutsun” beyiti ile anavatanlarını unutmamaya yemin etmişler. Yahudiler Kudüs’ten çıkarıldıklarında yılda bir kere olsun, onun yıkık duvarları dibinde ağlayabilmek için izin istemişler ve ağlama duvarındaki ibadet hala devam eden bir gelenek. Hayallerindeki tapınak ve Yeruşalim masallaştıkça; sonunda gökte de bir Yeruşalim olduğuna ve bunun, tanrının devleti kurulduğu zaman (Ahirat Günü) yeryüzüne ineceğine inandılar. Yahudiler, halen sandığa ve On Emir tabletine ulaşınca beklenen mehdinin geleceğine inanıyorlar.

MÖ 538′de, Ahemid kralı Kiros Yahudileri affetti ve kendilerini tapınağı yeniden ikinci kez yaptılar. Ancak MÖ 332’de Büyük İskender şehri ele geçirmiş ve Kudüs birkaç yüzyıl Helen yönetimi altına girmiş. MÖ 63’de Romalılar Kudüs yönetimini ele geçirir. MS 70’de Musevi isyanlarını cezalandırmak için Roma’lılar ikinci kez inşaa edilmiş olan Süleyman Tapınağını yerle bir ederler. Böylece Musevilerin 2000 yıldır özlem duyduğu Süleyman Tapınağı son tapınakları olur.

Kudüs, halife Hz. Ömer tarafından MS 634′de İslam topraklarına katılır. Şehrin nüfusunu da, buraya gelip yerleşen Medineliler ile bugün adına Filistinliler denen müslümanlaşmış Araplar oluşturdu. MS 661-750 yılları arasında İslam devleti olan Emeviler Kudüs’de hüküm sürer ve 691′de Abdülmelik bin Mervan, Hz. Muhammed’in göğe yükseldiği yer olduğuna inanılan taşın üzerine Kubbetü’s-Sahrayı (Ömer Camii) yaptırır. Kent MS 750′de Abbasiler,  MS 969′da Fatımiler’in eline geçer. Müslümanlar, ‘Al Quds’ yani ‘kutsal’ diye isimlendirdikleri Kudüs üzerinde çekişedursun, Hz. Muhammed’in göğe yükseldiği yer olduğuna inanılan taşın, Musevi’lerin bir zamanlar kutsal mabedi olan Süleyman Tapınağını az ötesinde Mabed Tepesinde olması bir tesadüf mü acaba? Zaten İslam ilk yıllarında Kabe’ye değil Kudüs’e doğru ibadet etmişlerdir.

Şu anda izinden tek eser olarak bir duvar kalmış Mabed Tepesinin yerinde, dev iki cami olan Mescidi Aksa (Süleyman Tapınağınının yerinde) (Şekil 15) ve Kubbetül Sahra yer alıyor. Eski Tapınaklarının yerinde camiler yer alması ve bölgenin Müslümanların kontrolünde olması Musevilerin en büyük yarası. İşte bu yüzden Süleyman Tapınağından geriye kalan tek kalıntı olduğuna inanlılan, Ağlama Duvarı veya Batı Duvarı olarak bilinen, şimdiki cami avlusunun duvarı, Museviler için dünyadaki en kutsal yer.

Sıklıkla her din barındırdığı tapınaklara farklı isimler verir. Bu isimlerin yanında bazen tapınak sözcüğü de kullanılırken (Yunan Tapınağı gibi), sadece dinin verdiği spesifik isim de olabilir (Cami gibi). Sıklıkla tapınakların, dinin o tip tapınaklara verdiği ismin yanı sıra, özel isimleri de vardır; örneğin, Selimiye Camii (veya Selimiye Camisi). Dinlerin verdikleri özel isimlerin yanı sıra, belirli bir dinin belirli bir tapınak tipinin dahi ismi farklı kültür ve bölgelerde farklı olabilir.

SONUÇLAR

Deniz seviyesindeki bu gibi ani değişimler o devrin insan toplulukları üzerinde aşırı baskılar yapmış olmalıdır ve su baskınları kültürel bellekte Büyük Taşkın (Tufan) olarak kalmıştır. Ayrıca su baskınlarından korunmak için tepelere sığınmışlar ve etrafına hendekler kazmışlardır.  Taşkın sularından korkan insanlar Tanrıya ulaşmak için TEPELERİ kutasamışlar ve buralarda tapınaklarını yapmışlardır. Avrasya taşkın olayları belki de eski Ön-Aryanların hafızalarında tutulmuş ve eski yazıtlarında yer almıştır. Aynı zamanda eski Mezopotamya yerleşimcileri de bunlara yer vermiş ve kutsal kitaplara geçen Tufan hikâyesi doğmuştur. Tüm eski yerleşim yerlerinin adı TEPE olarak olarak yer almaları insanların Hazar Taşkınlarında kurtuluş yerleri olarak buraları görmeleridir. Daha sonra oluşan delta uygarlıklarında ise Mezopotamya’da zigguratlar ve Mısır’da ise piramitleri yapmışlardır. Dünya’nın ilk tapınağı ola Kudüs Tapınağı ise aslında bir ziggurattır.

Pamirler ve Altaylardaki buzullar (Dünyanın karalar üzerindeki en büyük buzullar) içineki saf demirden oluşan meteorlarda demiri MÖ 1000’li yıllarda bulmuşlardır. Doğu’nun tarihine bakıldığında, Türklerde dini geleneklerin MÖ 5. yüzyıla doğru şeklini bulduğu görülür, başlangıcı ise yüzyılların derinliklerinde kaybolmaktadır. İnancın doğuş nedeni üzerine yapılabilecek en yakın tahmin, Altay halkının yaşamını değiştiren madencilikle ilgili olabilir. Eski bir destan bu olayı, Altay halkına Gök Tanrı’yı anlatan ve onlara demir cevherini işlemeyi öğreten Gezer Han öyküsüne bağlar. Yeni Tanrı ve yeni element ilişkisi aşikârdır. Altaylının bilincinde onlar her zaman tek ve ayrılmaz bir bütün olarak kalmıştır. Demiri boşuna “göksel metal”, “göklerin armağanı” olarak adlandırmıyorlar Göklerde birçok değerli maden yataklarının sahibi Tanrı, insanlara cevheri eritip, demir elde etme yeteneği bağışladı. Altay halkı da ona ibadet etmeye başladı. Felsefe bu anlayış zemininde bina oldu, toplumla birlikte gelişip bir dünya görüşü doğurdu ve zamanla olgunlaşıp yeni yaşamın ahlaki temel değerlerini oluşturarak din haline geldi.

Tengri, Türk dili konuşan halkları tek bir bütün olarak birleştiren terim haline gelmiş olan yaratıcının adıydı (Adji, 2019). Zamanla, diğer halkların Türklerle olan ilişkileri Taoculuk, Budizm, Zerdüştlük, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın yaratılmasına veya yenilenmesine yol açtı. Bu hipoteze göre, eski Türk dili bu dinlerin temsilcileri arasında bir iletişim aracıydı ve kutsaldı. Biz Türkler, yani “semavi ruhla dolu insanlar” olarak bu dünyaya gönderdiği için Tanrı’ya şükrediyoruz. Sema (gök) derken “Büyük Mavi Gökyüzü” yani Tengri kastedilmektedir. Semavi ruhla dolu insanlar: “Türkler” sözcüğü yakın geçmişte bu anlama geliyordu. Bu da bilinen “HANEFLİK” olgusudur. Yani putlara değil “YARATICI”ya inanmak demektir. Tengri inancında insanlar GÜNEŞE dönük olarak dua ederlerdi. Zerdüştlerde aynı şeyi yaptılar daha sonra Hristiyanlarda bunu takip ettiler. Yahudiler belki de önce böyle yaptılar daha sonra bunu Kudüs’e çevirdiler.

Budizm, Jainizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Yahudilik o dönemde kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bunlar, Türk inanç tarzının kolları, onun yeni uygarlık alanlarına açılmış uzantılarıdır. Başka bir deyişle Hint, Pers, Yakındoğu uygarlıklarındaki uzantılarıdır. Bu dinler, Kavimler Göçü’nün başlarında topluma giren değişikliklerle şeklini buldu. Daha iyi açıklamak için şöyle diyebiliriz: Zerdüşt ve Mani örneğin Türklerin öğretisini, onların düalizmini vazettiler; ancak bunu başka dil ve sembollerle, bilinen başka kavramlarla işleme koyarak bölge halkına sundular. Bilim adamlarını defalarca şaşırtıp çıkmaza sokan dini bilgilerin çarpıcı kavram benzerliği de buradan kaynaklanmaktadır.

Biraz olsun okuryazar olanlar inancın kaynağının her yerde aynı olduğunu hissedebiliyor, hatta İran’ın kutsal kitaplarının eski bir derlemesinde, yeniden yazılmış (Sasanilerde kodlanmış bilgi) olan Avesta’da bile bunu okuyabiliyor. Ama neden kimsenin bundan haberi yok? Evet, Türk tarihi olmadan bunu anlamanın imkânı yoktur. Kuzey Hindistan ve İran’da milattan önceki yıllarda başlayan kültürel değişim, Avrasya topraklarını da sulayan, getirdiği yeni uygarlıkla oralara da hayat veren insan nehrinin kaynağının, “metal biliminin geliştiği Altay bölgesi” olması gerektiğini doğrulamaktadır. Çünkü Altay insanlığın en eski çağlarında, dünyanın onun başarılarıyla tanışacağı, nedeni esrarengiz bir sır olan “bilim ve teknoloji devrimi” yaşadı. Gerçi Altaylılar sadece madenciliği bulmadılar; çelik dizgin ve üzengili eyer sayesinde ata bindiler, atlı (at arabasıyla) taşıma düzenlediler, toprağı sürmek için pulluk ve yeni silahlar, zırhlar yaptılar.

Bu coğrafyada yaşayan insanlar kendi uygarlığına, geçmişine (Turan) ve Anadolu’nun yalnız geçiş yolu üzerinde bir köprü olmayıp bizzat kendisi UYGARLIĞIN beşiğidir (Lyonnet ve Dubova, 2021). 35-40° enlemleri kalan coğrafik kuşak insanoğlunun ilk uygarlığını yarattığı bölgedir. Son yıllardaki tarihi karmaşıklığı yumağında bu bölge hakkında objektif düşünceler üretilememiştir. Tüm dini, ırksal ve milliyetçilik akımlarından soyutlanmış bir biçimde bazı bilgilerin yeniden yorumlanması ve açıklanması gerekmektedir (Gerey, 2003). Biz kendi geçmişimizi başkalarından değil, Atatürk’ün yol gösterdiği gibi geçmişimize sahip çıkarak bütünleşik bir anlayışla (DİL VE TARİH COĞRAFYA) olgunları ile birlikte ele almalıyız. Değişmez olan Tarih, Coğrafyanın yazdığı tarihtir.

Avrupa-merkezli düşünce bağlamında insanlık tarihini inceleyenler, 20. yüzyılın başlarına kadar uygarlıkların başlangıcı olarak Eski Grek Uygarlığını göstermekteydiler. Bu arada Mısır’da hiyogroliflerin okunması bu uygarlığın Grek Uygarlığında daha önce olduğu ortaya çıktı. İngiltere’nin Hint Yarımadasını ele geçirdikten sonra bu yörenin inançları ve dillerini aydınlatmışlardır. Buradan da Hint-Avrupa uygarlığı diye bir kavram ortaya atmışlardır. Sümer ve Babil tabletlerinin düzenlenerek okunmaya başlamasıyla gözler Mezopotamya’ya çevrilmiştir. Artık günümüzde bütün bilim adamlarınca dünya uygarlığının beşiği denilince Mezopotamya ve özellikle Sümerler akla gelmektedir. Tüm Semavi (Mavi Gökyüzü) Dinler ’in kaynağı Sümer yazıtlarıdır. Tarih başlamaz ve bitmez. Tarih bir süreçtir onu iyi okumak gerek. Murat Adji (2019) der ki: Tarih tuvalinde yer ve zamanın izi her zaman mevcuttur. Onu fark etmek de mümkündür, fark etmemek de, ama o vardır. Bu dünyada hiçbir şey iz bırakmadan geçmez; çünkü GERÇEK ebedidir ve onu hiçbir kuvvet silemez.

KAYNAKLAR

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Burge, L., 1887. Pre-glacial man and the Aryan race.

Chepalyga, A.L., 2007). “The late glacial great flood in the Ponto-Caspian basin”. In Yanko-Hombach, V.; Gilbert, A.S.; Panin, N.; Dolukhanov, P.M. (eds.). The Black Sea Flood Question: Changes in coastline, climate, and human settlement. Dordrecht: Springer. pp. 118−148. ISBN 9781402053023.

Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber.

Çığ, M.İ., 2008, Sümerlilerde Tufan-Tufanda Türkler, ; Kaynak Yayinlari (Istanbul, Turkey); pp168 (in Turkish).

Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.

Ergün, M., 2021, Paleogeography of Caspian Sea, Water Level Fluctuations, and Consequences on the Environment and Civilization, M.Öztürk • V. Altay • R. Efe (Editors) Biodiversity, Conservation and Sustainability in Asia Volume 1: Prospects and Challenges in West Asia and Caucasus, 615-638,

Ergün, M., 2024, Nuh Tufanı Nedir, Nerede Olmuştur ve Dünya Uygarlıklarına Etkisi, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2024, At ve Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) Devesinin Uygarlığa Katkısı, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2024, Metaller ve Uygarlık, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2024, Uygarlık Yolu, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2025. Uygarlığın doğuşu ve yayılımı, Kırmızılar Yayınevi.

Luckwert, W.L., 2015, Göbekli Tepe, Alfa Printing, Istanbul (420 pp).

Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.

Petrie, Sir William Flinders, 1924, The Caucasian Atlantis and Egypt, (Ancient Egypt, December).

Schmidt, K., 2012, Göbekli Tepe, A Stone Age Sanctuary in South-Eastern Anatolia, exoriente, Berlin (286p).

[i] Prof.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü. Uygulamalı Jeofizik Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi,

Yazar
Mustafa ERGÜN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen