Terörsüz Türkiye ve Suriyede Türkiye – İsrail Kavgası

Tam boy görmek için tıklayın.

Nejmettin ÖZDEMİR

Günümüz dünyasında hiçbir devletin güvenliği artık kendi sınırından başlamıyor. Özellikle kitle imha silahlarının ulaştığı menzil ve yok etme kapasitesi buna imkân bırakmıyor.

Bir ülkedeki istikrarsızlık sadece komşu ülkeyi değil, bölgeyi hatta tüm dünyayı etkiliyor. Artık herkes güvende olmadıkça, kimse güvende değil. Ülkelerin güvenliği, en azından komşusundaki istikrar ve güven ortamına muhtaç.

Terörsüz Türkiye

Mecliste Sayın Bahçeli’nin attığı adımla başlayan Terörsüz Türkiye süreci, 30 kişilik bir PKK mensubu grubun Irak’ın Süleymaniye şehrinde, silahlarını sembolik olarak yakmasıyla ivme kazandı. En son mecliste kurulan komisyonla sürecin kanuni alt yapısı oluşturulacak. Görünen o ki yürünecek daha çok yol var.

Elbette terörsüz Türkiye’ye, barış içinde birlikte yaşamaya, huzura, refaha kimsenin itirazı olamaz. Ancak asıl mesele, bu sürecin nasıl, hangi metodla yürütüleceği, bu süreçte kimin ne alacağı, daha da önemlisi ne vereceğidir.

Öncelikle bu yazının amacı, ayrıntılarına vakıf olamadığımız çözüm sürecini toptan reddetmek değil, eldeki bilgiler ışığında, aleyhe oluşabilecek gelişme ve sonuçlar hususunda dikkat çekmektir.

Süreçle İlgili Kaygılar

Örgütün silah bıraktığını göstermek için seçilen yer Kuzey Irak yönetimine bağlı Süleymaniye şehri oldu. Geçmişte Kuzey Irak yönetiminin PKK ile yakın ilişkiler kurduğu ve örgüte gizli-açık destek verdiği iyi biliniyor. Bu yönüyle Süleymaniye’nin seçilmesi, örgütün Kuzey Irak yönetiminin himayesini aldığı görüntüsü veriyor.

30 kişilik sembolik bir grubun silahlarını yakması, elbette bütün bir terör örgütünün silah bıraktığı anlamına gelmiyor.

Örgütün silah bırakmasının peyderpey olacağı ve bunun 3 ila 6 ay arasında bir süre alacağı kamuoyuna yansıyan bilgiler arasında. Ancak süreci uzatacak ve olumsuz etkileyecek bu uygulamayı doğru bulmak mümkün değil. Şayet örgüt silah bırakma kararı almışsa, bunun en kısa sürede gerçekleşmesinin önünde bir engel, bu kadar uzaması için de bir sebep bulunmuyor. Ancak anlaşılan o ki, örgüt “ben bir adım atarım karşılığında devlet de bir adım atsın, o da atarsa devamı gelir aksi halde biz yaktığımız silahları tekrar elimize almasını biliriz” demeye getiriyor. Bu bir pazarlık ve eşitlikçi bir süreç yürütme manasına gelir ki yanlıştır. Terör örgütü devlete “adıma karşılık adım” diyemez, diyememeli.

Şubat ayında terör elebaşı Öcalan örgüte silah bırakma çağrısı yaptığında aklımızda beliren sorular vardı. İlki, acaba Öcalan tüm örgüt üzerinde etkili mi, sözünü dinletecek güce sahip mi?

Nitekim çağrının ardından PKK yaptığı kongrede, bu çağrıya uyacağını ve silah bırakacağını beyan ederken, örgütün Suriye kolu PYD/YPG, bu çağrının kendilerini kapsamadığını ve silah bırakmayacaklarını açıkladı. Yani bu çağrıyı muhatap bile almadı.

Bu iki türlü mümkündür. Ya bu iş baştan beri stratejik olarak böyle planlanmıştır, yani PKK’nın göstermelik silah bırakması, ancak sayı ve imkan olarak çok daha büyük bir yapı olan PYD/YPG’nin silah bırakmaması baştan beri planlanan bir durumdur ya da gerçekten söylendiği gibi Öcalan’ın tüm örgüt yapılanması üzerinde bir buyurganlığı ve hükmü yoktur.

Hangisi doğru olursa olsun sonuçta bu durum, terörsüz Türkiye projesinin üzerine bina edildiği, “örgütün silah bırakması” şartının yerine gelmediği manasına geliyor.

Öcalan’ın çağrısı üzerine akıllarda oluşan bir diğer önemli soru ise şuydu. Terör örgütünü kuruluşundan eylemlerine, lojistiğinden eğitimine ve finansmanına kadar her konuda besleyip büyütenin yani örgütün iplerini asıl elinde tutanın, Türkiye düşmanı batılı devletler olduğu, bu güne kadar her türlü bilgi ve belgeyle Türkiye tarafından sayısız kereler ortaya konmuştur. Peki isimlerini saymakta beis görmediğimiz, örgüte binlerce tır askeri malzeme sağlayan, eğitip donatan ve örgütü kullanan Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Danimarka, hatta NATO’ya üyeliğini onaylamak durumunda kaldığımız Norveç bu çağrıya nasıl bakıyor. Onlar da örgütün kendisini fesh etmesi ve silah bırakması konusunda Öcalan’la aynı mı düşünüyorlar. Eğer öyleyse, onları bu noktaya getiren nedir? Eğer bu devletler, Türkiye’de akan kanın durmasını, halkların barış içinde bir arada yaşamasını, yarım asırlık bu belanın Türkiye’den def edilmesini, velhasıl terörsüz Türkiye sürecini destekleme noktasına geldilerse, bunu Türkiye’nin siyasi, diplomatik ve askeri gücüyle başardığını düşünmek, fazlasıyla iyimserlik olmaz mı?

Devletlerarası ilişkilerde, neredeyse tüm meseleler birer pazarlık mevzuudur. İlişkilerinde çıkarlarını gözeten devletler, meseleler üzerinde bir al-ver süreci yürütürler ve sonucunda güçleri nispetinde alır, zafiyetleri nispetinde de vermek durumunda kalırlar.

Terör hamisi bu mihraklar, terörsüz Türkiye’ye evet demişlerse, karşılığında ne istemişler, daha da önemlisi istediklerini almışlar mıdır?

Buraya kadar sorduğumuz ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını doğrudan ilgilendiren bu sorulara hükümet kanadından şu ana kadar cevap verilmiş değil. Bu sürecin, doğası gereği belli noktalarda gizli ve örtük yürütülmesi gerektiği kabul edilebilir bir husustur. Ancak işin doğasına aykırı olmayacak şekilde, zamanında ve doğru şekilde bilgilendirilmek de her vatandaşın doğal hakkıdır.

Sembolik silah yakma töreninin ardından, 1.200 civarında terör örgütü mensubunun (geçici olarak) Süleymaniye’de iskân edileceği açıklandı. Böylece sınırımızın ötesindeki fotoğraf şekillenmiş oldu. Göstermelik silah bırakan PKK terör örgütü, Kuzey Irak Süleymaniye’de konuşlanıyor, öte yandan Suriye’nin kuzeyindeki PYD/YPG silah bırakmıyor, çağrıyı muhatap bile almıyor.

Maalesef bu fotoğraf, Suriye’den Kuzey Irak’a eklemlenmiş ve oradan güney İran’a uzanan “büyük Kürdistan devleti!” hayalini işaret ediyor.

Bu durum, içeride tükenmiş, diz çökmüş terör örgütünün, göstermelik silah bırakarak ülkeden çıkması, ancak sınırın diğer tarafında devlet olarak karşınıza dikilmesi manasına gelir. Yani içerideki dağınık, can çekişen terörü, yarın sınırımızın ötesinde devletleşmiş bulabiliriz. Bu ise terörsüz Türkiye başarısı değil, terörün devletleştirilmesi hezimeti olur.

Şayet böyle bir yapı, uluslararası arenada devlet olarak tanınırsa, müdahale şansınız da olmaz. Sınırımızda eli silahlı, kumandası dışarıda terör örgütlerinden teşekkül edecek bir devlet yapısı, Türkiye için en önemli güvenlik tehdidi olacaktır.

Suriye

Suriye’de Esat rejiminin düşmesiyle başa geçen Ahmet El Şara yönetimi, başta Suriye’nin toprak bütünlüğü ve güvenliğinin sağlanması olmak üzere, her alanda ciddi çaba harcıyor. Savaş sırasında rejim muhaliflerini destekleyen Türkiye ise Suriye’de yeni bir devlet inşası için de her türlü desteği sürdürüyor. Şara yönetimi, iflas noktasına gelmiş ekonominin düzeltilmesi, durmuş üretimin yeniden başlatılması, devletin kurumlarının ayağa kaldırılması gibi çok önemli meselelerle uğraşsa da önündeki en can alıcı mesele, ülkenin toprak bütünlüğünün ve içeride toplumsal barış ve güvenliğin sağlanması olarak duruyor.

Esad rejimi zamanından bu yana Suriye’ye saldırılarını sürdüren İsrail, rejimin düşmesinin hemen ardından, ülke genelindeki askeri ve stratejik noktaları yoğun şekilde bombalayarak imha etti. Bununla da yetinmeyen İsrail, Golan tepelerinde geçmişten süregelen işgalini ileri taşıyarak Şam’ın yakınlarına kadar sokulmuş durumda. Ayrıca, hiçbir gerekçeye dayanmayan ve uluslararası hukuka aykırı şekilde Suriye’deki saldırılarını aralıksız sürdürüyor.

İsrail-Dürziler-PYD/YPG

Tüm bunların yanında İsrail, farklı etnik kesimleri hem devlet otoritesine, hem de birbirlerine karşı kışkırtarak, Suriye’de toplumsal barışın oluşmasını engellemeye ve ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.

İsrail vaktiyle katletmekten çekinmediği Dürzilerin güya hamiliğine soyunarak, Suriye hükümetinin Dürzileri öldürdüğü, türlü baskılarla haklarını çiğnediği, can ve mal güvenliklerinin olmadığı algısı yaratarak Dürziler üzerinden Suriye’ye ültimatom veriyor.

İsrail’in desteğiyle özellikle Golan tepeleri eteklerinde yerleşik Dürzi grupların ayaklanarak, bölgedeki Arap aşiretlerine yaptıkları saldırılara bu aşiretlerin karşılık vermesi üzerine çıkan çatışmalarda, her iki taraftan ciddi sayıda can kaybı yaşandı. Dürzi ayaklanmasını ve saldırılarını sonlandırmak için bölgeye gelen Suriye güvenlik güçleri ise İsrail tarafından bombalanarak geri çekilmeye zorlandı.

Öte yandan, İsrail’in uzun süredir Suriye’nin kuzeyini elinde tutan Kürt gruplar ve PYD/YPG ye olan desteği ve yakın ilişkileri biliniyor.

Etrafındaki güçlü ve istikrarlı her devleti kendi güvenliğine tehdit sayan İsrail, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak, dahası bölerek zayıf düşürmek istiyor. İsrail’in Amerikan destekli planı; güneyde Dürziler, kuzeyde Kürtler, Batıda muhalifler ve merkezde HTŞ devletinden oluşan dörde bölünmüş bir Suriye’yi öngörüyor. Bu yolla İsrail, kendi kontrolündeki Dürzi ve Kürt bölgelerini, Davut koridoru ile birleştirerek “arz-ı mev’ud”u gerçekleştirme yolunda önemli bir adımı tamamlamış olacak.

İsrail’in bölgedeki tüm bu planları ve attığı adımların önünde Türkiye duruyor. Türkiye hem hedef, hem engel konumunda.

Türkiye her şeyden önce Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunuyor ve istikrarlı bir Suriye istiyor. Türkiye’nin güvenliği Suriye’den başlıyor ve ülkedeki karışıklık ve istikrarsızlık, Türkiye için güvenlik tehdidi demek.

Bu yüzden, Suriye’de pek çok devletin çıkar planları ve oyunları görülse de en büyük kavga Türkiye ile İsrail arasında yaşanıyor.

Şimdilik bu kavga, İsrail’in vekilleri Dürziler ve Kürtler (PYD/YPG) ile, Türkiye’nin vekilleri eski muhalif ve Türkmen gruplar ile desteklediği merkezi hükümet üzerinden yürüyor.

Suriye Türkiye’den resmen askerî yardım talebinde bulundu. Türkiye’nin Suriye’de üs kurması halinde, İsrail’le karşı karşıya gelme olasılığı artacaktır.

Öte yandan, özellikle son haftalarda, İsrail ve Amerikan basınında, Türkiye-İsrail savaşı ihtimali ve olası bir savaşta Türkiye’nin üstün ve avantajlı olacağı görüşü sıklıkla dillendirilmeye başlandı.

Elbette bunun daha çok Türk kamuoyunu buna heveslendirmek, Türkiye’yi böyle bir savaşın içine çekmek gibi iyi niyetli olmayan amaçlar taşıdığı aşikâr.

Bununla birlikte, bölgede İsrail’le Türkiye’nin bir gün karşı karşıya geleceği muhakkak.

İşte o gün bu sadece Türkiye ile İsrail’in çarpıştığı bir savaş olmayacak.

01 Ağustos 2025

———————————–

Kaynak:

https://www.anahaberyorum.com/yazar.aspx?ID=85011

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen