Töre Ve Edebiyat

Kavramlara, ideolojilere, çeşitli kimliklere tutunarak yaşamaya ve var olmaya çalışan bir insan tipimiz var. Siyasi örgütlerde, cemaatlerde ve ideolojik çevrelerde insana aidiyet hissi veren mensubiyetler var. Bu mensubiyetler elde edilmemiş, adeta lutfedilmiştir. Geçmişteki kölelik sistemine benzer bir şekilde fikrî, dinî ve duygusal aidiyetlerde de baskı, zulüm, şahsiyete karşı bir tutum söz konusudur. Çünkü grup liderleri kendi otoritelerinin, görüşlerinin ve ideolojik tavır ve saplantılarının sorgulanmasını istemezler. Düşünce, fikir, kitap, okumak ideolojik çevrelerde ve cemaatlerde bu ifade edilmese bile genelde en büyük düşman kabul edilir. Buralarda ferdin kendini içten içe inşa etmesine izin verilmez. Kavramlara ve sürü bilincine tutunan bir tür asalak insan tipi yetiştirir cemaatler ve örgütlenmeler. Farklılıklara saygı olmadığı gibi karşı görüşte olanlar izole edilir, bazen de açık bir hedef hâline getirilir. Düşmanca tavırlar ve haset duygusu kişinin ve ideolojilerin yetersizliğinden kaynaklanır. Bundan hareketle artık hiçbir cemaat ve ideoloji ferdin ve toplumun huzurunu ve mutluluğunu temin etme iddiasıyla ortaya çıkamıyor. Gelecekte belki bu kavramları konuşmayı bile bırakacağız.

Cemaat ve ideoloji, kişiye bir mensubiyet duygusu verir, demiştik. Elbette bunu da karşılıksız yapmazlar. Karşılığında kayıtsız, şartsız itaat isterler. Sizin “anlamak” üzere ortaya koyduğunuz gayretiniz, grubun ve liderin adaletten saptığı yönündeki eleştirileriniz, kişilere yönelik olumsuz(!) tutumunuz sizi derhal “mensup” olduğunuz çevreden uzaklaştırır. Dolayısıyla bir “aforoz” durumuyla karşılaşırsınız.

Ferdî gayretler, hele anlam üzerinde yoğunlaşmalar daima ideolojik yapıların ve cemaatlerin karşısında yer alır. Yapısı gereği cemaatler ve ideolojiler orijinal ve yeni fikirlere karşıdır. Bu türden gruplarda her türden fikrî derinliğin ve samimi gayretin genel olarak bir tehdit olarak algılanmasının sebebi zayıf kimlikler ve şahsiyetsiz liderlerdir.

Sürü psikolojisinin hâkim olduğu cemaatlerde ve ideolojik yapılanmalarda taklitten tahkike geçişi engelleyen bir tür körlük hâli yaşanır ve bu ısrarla yaşatılır. Kavramlar ve kişiler idealize edilir. Bir tür putperestlik durumu yaşatılır mensup olanlara. Kavramların karşılığını hakkıyla verdiğine inanılan, onları en doğru şekilde anladığı zannedilen lider, geniş kitlelerin yerine düşünür, karar verir, hareket eder. Onun bilgiden, dinden, milletten, tarihten anladığı şey mutlak hakikat olarak kabul edilir. Böylece kitleler uçuruma doğru ilerlerken mensubiyet bağıyla gruba bağlı olanlar bir sürü psikoloji içerisinde nereye gittiklerini bile bilemezler. Akabinde ise coğrafyamızda zaman zaman görülen kitlesel felaketler yaşanır durur.

Kişiyi ve toplumu cemaatlerin ve ideolojilerin başındaki sahtekarlardan, art niyetlilerden, nefsine tapanlardan koruyan kavram adalettir. Adaleti nefsinde tatbik etmeyen bir kimsenin liderliği yahut bir grup oluşturması son derece tehlikelidir.

Buraya kadar ortaya koymaya çalıştığımız düşüncelerin teşekkülünde “Töreli” adıyla piyasaya çıkan ve bence sürü psikolojisinden kurtulamamış bir grubun böyle kadim bir kavramı keyfî bir tutum ve vukufiyetten uzak bir şekilde kullanması etkili oldu. “Töreli” ifadesinin yanına “edebiyat” ilavesiyle ortada töresiz edebiyat varmış algısı oluşturmaya çalışan bu kimselerin içinde bulunduğu hâl, akıl ve fikir sahipleri tarafından çabuk teşhis edilir. Ben burada “Kötü komşu adamı ev sahibi yaparmış.” atasözünden hareketle kötü akademisyenlerin ve ideolojik takılan çevrelerin insanı yazı, eser, kitap sahibi yaptığını söyleyeceğim ve buradan hareketle “töre ve edebiyat” konusundaki bazı düşüncelerimi paylaşacağım.

Törenin kökeninde elbette Türklük vardır. Töresiz bir Türklükten söz edilemeyeceği gibi Türklük olmadan da törenin var olamayacağı söylenebilir. Türk kelimesinin anlamlarından birisi olarak “Töre sahibi” ifadeleri kabul edilir. Öyleyse Türklüğün medeniyet sahasına armağan ettiği her kavram töreyle anlam kazanır, desek sanırım bu çok iddialı bir hüküm olmaz. Edebiyatımız da böyledir. Edebiyatın dünyasında töre, esere nüfuz etmiş hâlde yaşar. Öyle ki artık her ikisini birbirinden ayrı düşünmek imkânsız hâle gelmiştir. Bu yüzden “Töreli Edebiyat” başlığı ile kendi çaplarında ortalığı velveleye verenler maalesef töreyi “zâid” hükmüne indirgemişlerdir. Çünkü edebiyat töresiz düşünülemez. Edebiyatın başında fazladan “töreli” ifadesi onun gücünü teslim etmekten ziyade; beden ve ruh gibi birbirine bağlı bu iki kavramı ayrı düşünmek gafletinin tezahüründen ibarettir. Bu durum fikir çilesinden geçmemenin doğal bir sonucudur.

Töre Türklüğün ortak değeridir. Millet vicdanı tarafından onaylanmayan, ferdi tedirgin eden, insanda milli asabiyet duygusunu harekete geçiren bence törenin kendisidir. Millet bütünlüğünü tahkim etmesi, değerlerimizi muhafaza etmesi ve toplumu koruması adına töre büyük bir güçtür. Bu bakımdan töre, milletin maneviyatını, düşünce sistematiğini, duygularını, milli hedeflerini temsil eder. Tarafgir veya yanlış tutumlar yüzünden töre herhangi bir gruba da isnâd edilemez. Törenin ideoloğu, ideolojisi olamaz. Töre kelimesi etrafında millet sadece bir araya gelir. Çünkü töre birleştirici, bir araya getiricidir. Bir beden hükmünde olan millete can veren töredir. Millet töreyle bir arada yaşar. Devlet bile törenin organize olmuş hâlidir ve bence yönetim biçimlerinin değişmesi de bu durumu engellemez. Devlet otoritesinin zayıfladığı veya olmadığı zamanlarda Türklüğü ayakta tutan güç töredir. Bunu bütün sanat dallarımız için de düşünebiliriz. Zaten edebiyatımız da tarihten ve töreden doğan ruhun yaşadığı bir alandır. Dolayısıyla edebiyatın bir bakıma törenin ifadesi olduğunu söylemede bir beis görmüyorum. Oğuznâmeler, Dede Korkut Hikâyeleri, atasözleri, efsaneler, şiir geleneğimiz törenin söze ve yazıya bürünmüş hâlidir.

Öyleyse töreden bahseden kişi ve grupların bütün bir toplumu kucaklayıcı erdem, fazilet, tecrübe, bilgelikle donanmış olması gerekir. Töre kavramını günümüzde yeniden yorumlayan Dr. Sait Başer hocamız elbette ve bence bu hasletlerle donanmış bir mütefekkirimizdir. Onun töre etrafında oluşan düşünceleri, yazıları ve eserleri kavramı tarihselci bakış açısından, töreyi yokluğa mahkûm edenlerden ve medyanın algı operasyonundan çekip aldı, diyebiliriz. Bu yazıyı yazarken de düşüncelerimizin temellendiği zemin Dr. Sait Başer’in eserleridir.

Yeniden konuya dönecek olursak edebiyatın törenin ifadesi olduğunu burada yeniden vurgulamak gerekir. Törenin gücünün hissedildiği edebî eserler zaman ve mekân ne olursa olsun Türklüğü bir merkez etrafında buluşturmaktadır. Bunun en bariz örneği destanlarımızdır. Türk töresi, destanlarımızda, hikâyelerimizde ve atasözlerimizde yer yer insanı hayrete düşürecek bir canlılıkla yaşamaktadır. Bu hazineden hareketle törenin Türk gençliğine anlatılması, bu meşalenin canlı tutulması bir zarurettir. Böylece milleti millet yapan değerlerle mimarimizin, edebiyatımızın, aile ve toplum hayatımızın, inançlarımızın ardındaki güç de kendini göstermiş olacaktır.

Töreyle ilgilenmek, onun üzerinde düşünmek bir bakıma Türklüğü meydana getiren ontolojik kökeni de yeniden hatırlamak demektir. Bu bakımdan edebî eserlerden yola çıkarak töreyi yeniden gündemimize almaya ihtiyacımız var. Fakat ortaya konan ferdî gayretlerin yetmediği ortada. Yalnız bunu yaparken törenin taraftarlığına soyunmamalı. Onu bir düşünce ve kavram olarak kendi içimizde yeniden inşa etmenin yollarına ve çarelerine bakmalı. Günümüzde hemen her kavramın içine düştüğü anlam kayması maalesef törenin de başına gelmiştir. Kasıtlı yönlendirmelerden, bir fikir etrafında bile olsa taraftarlıktan, ötekileştirmekten korunmak ve kurtulmak için fertlerin töre gibi bir kavramı yeniden düşünmeye ve anlamlandırmasına ihtiyaç duymaktayız. Bunu medya, siyaset, kavramların ve demagojinin elinde boğulmuş din üzerinden yapmanın zorluğu ve bizi çektiği sonuçlar ortada. O zaman töre günümüzde yeniden edebî eserler üzerinden düşünülecektir.

Günümüzde çokça yaşadığımız kavram çöküşlerinin ve “anlama” ihtiyacımızın zaruri sonuçlarından birisi olarak millet, kendi değerlerinin ruhu olan törenin de bir yorumlayıcısını çıkaracaktı. Bu görevi bugün Dr. Sait Başer hocamız üstleniyor. Töre, günümüzde bir mütefekkirin “anlama” çabasının bir ürünü olarak ait olduğu ontolojik zemini yeniden buldu.

Sait Başer’in üstünde ısrarla durduğu üzere anlamak öznel bir faaliyettir ve “Başkalarının anlamalarıyla adam olunamaz!” (Sait Başer, Anlama Krizi, Post Yayınları, İstanbul 2017, s. 85). Durum böyle olduğu hâlde Türkiye’de fikrin çilesini çekenlerin etrafında derhal bir tarafgirlik hâli oluşabilir. Bunlar fanatiklerdir ve işin tuhaf tarafı bol bol çığırtkanlık yaparlar. Halbuki mütefekkirin “anlamak” üzerinde ısrarla durması görmezden geliniyor. Bunlara “Töreli” demektense “Töreci” demek bence daha makul duruyor. Çünkü sözlerinin, yazılarının derinliği ile değil seslerinin yüksekliği ile teşhis ediliyorlar. Halbuki “anlama”nın ihalesi kimseye verilmemiştir. Her fert kendini ve mensup olduğu milletini yapan değerler üzerinde yeniden düşünmelidir. Bu olmayınca inançlarımız başta olmak üzere toplum ve aile hayatımız ortalıkta canavarca gezinen kişi, grup ve çetelerin elinde heder ediliyor. Dikkatini öz benliği ve değerleri üzerine yönelten en ilkel(?) bir kabilenin fertleri bile günümüzde düşünmeyen, okumayan, anlamak üzere gayret göstermeyen topluluklardan daha huzurlu ve daha âhenkli bir toplum yapısı ortaya koyuyorlar. Halbuki millet olarak bizler bunu yapmalıydık.

Burada sonuç hükmünde şunları söylemek istiyorum: Töre gibi edebiyat da birleştirir. Milletin bir araya geldiği, Türklüğün değerleriyle beraber bir arada yaşadığı kavramlardan birisi edebiyattır. Dönemlendirmeler, edebiyat tarihçiliğinin sonucudur ve mutlak değildir, itibârîdir. Edebiyat tarihçiliğindeki sınıflandırmalar uzun müddet mutlak gerçekmiş algılandı. Halbuki edebiyatta var olan sınıflandırmalarda meslek, meşrep ve eğitim düzeyi etkili olmuştur. Unutmamak gerekir ki, edebiyatımızın özünde yer edinmiş kavramlardan birisi “hikmet”tir. Burada “Cümle şair dost bahçesi bülbülü” diyen Yûnus Emre’ye kulak vermek gerekir. Şairlerimiz bir ideolojinin savunucusu değil, yaşadıkları hakikatleri anlatan kimselerdir. “Sevdiğimizi demez isem sevmek derdi ben boğar!” diyen Yûnus Emre, cemaatlere ve ideolojik çevrelere düşünce mezesi, akademiye çalışma mevzusu vermek üzere bunları söylemedi. Bunu bir hikmeti dile getirmek üzere söyledi. Bu anlamda hikmet belki törenin de şahsî yönüdür. Çünkü töre ferdiyeti yok saymaz. İşte burada edebiyatın hem hikmetin hem de törenin bir ifadesi olarak ortaya çıktığını söylemek isterim. Daha geniş bir ifadeyle Türk Edebiyatı, Türk’ün töresini ve hikmet arayışını ifade eder. Bunun aksi yorumlar son devrin pozitivist bakış açısının yansımasıdır. Pozitivist bakış açısı Türk Edebiyatında hikmet merkezli eserleri anlamada son derece yetersiz olduğu gibi edebiyat tarihçiliğinde yanlış hükümleri bilimsel gerçeklermiş gibi ısrarla ortalığa saçmanın da sebebidir.

Türk Edebiyatının verimleri Türk’ün töresinin ifadesidir. Edebiyat ve töre üzerinde durmak Türklüğün değerleri üzerinde çalışmak ve düşünmekle mümkündür. Türklüğü bir kıymet olarak ihmal edenler törenin üzerinde derinleşemezler. Konunun edebiyat tarihçisi açısından önemli ve gerekli yanı ise edebî eserlerin temellendiği zemin üzerinde töreyi merkeze alarak zihin yorulması gerektiğidir. Burada “töre”yi sadece bir kavram olarak görenler, onu bunu ötekileştiren ve düşman icat eden sakat bir zihniyetin sığınağı hâline getirmeye çalışanlar ancak ve ancak kendi cehaletlerinin itirafında bulunmuş olurlar. Yoksa töre gibi bir kavramdan ayrılık ve ötekileştirme değil birlik ve beraberlik hâli zuhur eder, etmelidir. Etmiyorsa töre anlaşılmamış, sadece onun çığırtkanlığında kalınmış demektir.

Öyleyse töreyle ilgilenen bir kimsenin üzerinde durması gereken husus töreden ne anladığıdır. Bence bu, hayatî önemde bir mesele olarak önümüzde duruyor. Diyebiliriz ki, törenin önünde duran en büyük engellerden birisi “anlamak” üzerinde şekilleniyor. Herkes meşrebine, mesleğine, ideolojik kimliğine ve mensubiyetlerine göre ona bir anlam vermeye çalışıyor. Töre bu noktada böyle bir tavırdan ve anlamlandırmadan beridedir. Töre, yine edebiyatın bize sunduğu imkanlar sayesinde yorumlanabilecektir.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen