Türk Öğün Çalış Güven

 Nasıl böyle varıp geldin hoş geldin
Çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
Şol yüzünde güneş südü sıcaklık
Ellerinden öperim mustafa kemal
Senin dalın yaprağın biz senin fidanların
 
                                      Atilla İlhan

 Buğra GÜLDEREN

Cihan devleti Osmanlı gitgide zayıflamıştı bu hadisattan kurtulmak için fikri cereyanları, Batı kaynaklı reformları uygulamayı deniyordu. Milletler arenasındaki yarış, milliyetçilik akımıyla farklı bir boyuta taşınmıştı. Osmanlı’da çok uluslu bir yapıya sahip olduğu için bu durum karşısında bedbin ve biçare kaldı.

İşte bu kötü gidişattan ülkeyi kurtaracak genç fikirlerdi. Gençliklerinin al baharında bu durum karşısında üzülen gençler, sırtlarında taşıdıkları küfeye milletin derdini doldurdular. O dert onları farklı bir amaca yöneltecekti.   O karanlık afakların yaldızlandığı günlerde gecenin örtüsünü kaldıracak genç bir yürek yetişiyordu. O örtüyü kaldırmak için atalarının ruhu onu göreve çağırıyordu.  Bu görevde ona tükenmez inanç kaynağını veren vatan sevgisi ve Türk gençliğine duyduğu sonsuz güvendir. İşte bu genç yürek Mustafa Kemal’dir, onun da bütün ümidi Türk gençliğidir.

O karanlık yılların ardından savaş kapıya gelir. Devlet-i Alî beş cephede emperyalist koalisyona karşı direnmiştir. Mustafa Kemal’de bu direniş sırasında Çanakkale cephesindedir. Türk semalarına namahrem ellerin bayraklarının dikilmek istendiği sırada Mustafa Kemal “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimizi baş­ka birlik ve komutanlar ala­cak”   diyerek istiklali uğruna “dağları yırtan “bir milletin timsali olmuş, savaş sırasında dahi Ergenekon destanını okuyarak ecdadının ruhunu mest etmiş ve o destandan feyz almıştır. O cephelerde direnen gençlik bizim için Asımın neslidir. O gençlik hakikaten de nesilmiş, gittikleri uzak cephelerden geri dönmediler lakin onların temsil ettiği ruh Kuvayı Milliye denilen muazzam gücü ortaya çıkardı. Millet top yekûn taarruza geçti.

Bir yandan Mondros denilen pranga Türk milletine vurulmak isteniyordu Mümkün müydü? Elbette hayır. Ruhi yapımıza aykırı ne kadar rüzgâr varsa üzerimize doğru esiyordu. Bu ortamda Türk gençleri milleti örgütlüyor, işgallere karşı büyük bir mücadele veriyorlardı, kimi de kelimelerin dünyasına sığınıp dertlerini, kalemleriyle buluşturuyorlardı. İşte genç yürekler böyle bir ortamda mücadele etmişlerdi.

Şimdi bir parantez açıp Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’taki yürüyüşünden bahsedelim. Tarih 1919’dur Kemal Paşa Mayıs ufuklarında 9. Ordu müfettişi sıfatıyla Samsun’a çıkmıştır. Tarihe altın harflerle yazacağımız “Türk Kurtuluş Savaşını” başlatmıştır. Bu sırada görevinden bile istifa etmiştir. Daha 35’li yaşlarda bir subaydır. Tarihin sesini duyarak, Allah’ın emrine uyarak çıktığı bu yolda,  Türk milletini kumanda edecek bu genç, etrafına ümitler suna suna yürümüştür. Memleketin durumunu görmüş, sıtmalı bir halde kurtulmayı bekleyen bu Türk yurdunun ahvali karşısında üzüntüsü gitgide artmıştır. Buna bağlı olarak direnci ve umudu da bin kart artmıştır. Çünkü ona güç veren Türk gençliği vardır. O gençler Milli cemiyetlerin çatısı altında memleketi bu bataklıktan çekmek için var güçle çalışıyorlardı. Bunları takiben Mustafa Kemal de genelgelerle, kongrelerle Türk milletinin esir edilemeyeceğini dosta düşmana haykırıyordu. Müslüman Türk’ün alnına yazılmaya çalışılan Manda ve Sevr denilen garip bir ölüm fermanına karşı Mustafa Kemal ,tüm gücüyle savaşıyordu. Milli duyguların hamaset dili oluyordu. Onun sayesinde dumura uğratılmak istenen milli hisler yeniden şaha kalkmıştı. Asırlar önce esaret zincirini kıran Kür Şad, yeniden milli birliği tesis eden İlteriş Kağan; Mustafa Kemal’in bedeninde vücut buluyorlardı. Yukarıda açtığımız parantezi kapatıp Türk Kurtuluş Savaşına dönelim Mustafa Kemal bu savaşla birlikte Türk milletinin kara talihini tersine çevirmiştir. Anadolu’da sıkışıp kalan bu millet, İkinci Ergenekon’umuz olan bu savaşla Yeni Türk devletini kurmuştur. Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı sürerken dahi, düşmana karşı yapılan savaş kadar cahillikle de savaşmanın önemini belirtmiştir. Bu sırada Mustafa Kemal yeni kurulan devletin bütün sorumluluğunu ve akıbetini genç omuzlara devretmiştir. “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet’i biz kurduk, O’nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.”diyerek gençlere tarihi bir sorumluluk ve kutsal bir görev vermiştir.

Konuşmamı Atatürk’ten bir anıyla sürdürmek istiyorum: bir toplantıda Atatürk, “Gençlik nedir?” sorusunu sordu. Çeşitli cevaplar verildikten sonra, kendisi Türk gençliğinin tarifini şöyle yaptı:

“Benim anladığım gençlik, Türk İnkılâbı’nın fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip, gelecek nesillere aktarabilecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşındaki bir yobaz ihtiyardır, yetmiş yaşındaki bir idealist de, ter-ü taze bir gençtir. İşte benim anladığım Türk genci.”

Atatürk ve arkadaşları bilimsel bir milliyetçilik anlayışıyla; kendi kimliğine ve kültürüne sahip yeni nesiller yetiştirmeyi hedef edinmiş bu hedefi de benimsemişlerdir. Bu amaçla Türk gençliğine de şu iki ülküyü bırakmıştır: Birini Onuncu Yıl Nutkunda şöyle anlatmıştır:“Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, milli birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilir. Ve çünkü Türk milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir.” Diğerinden ise üstü kapalı bir şekilde şöyle bahseder: Türk birliğinin, birgün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.

Bana göre Atatürk, Türk gençliği ve milliyetçilik ayrılmaz bir bütündür. Bu üçlü en hızlı atılımını Yeni Türk Devletiyle gerçekleştirmiştir. Hatta bu oluşum, İslam’ı da hurafelerden temizlemiştir.   Avrupa’nın 400 yılı aşkın süren fikri devrimini, Mustafa Kemal 15 seneye sığdırmıştır.

Bugünün ve yarının gençliği Atatürk’ü şöyle anlamalıdır:    “ Dağılmış imparatorluk, esir edilmeye çalışılan bir millet. Ardından Kurtuluş Savaşı, başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve yeni kurulan Türk devleti. Başta tarih, felsefe ve din olmak üzere 4000’e yakın kitap okuyan, başöğretmenlik yapan, terimleri Türkçeye çeviren, fabrikalar kuran; “Fen diyarına gidip o nafi pınarın namütenahi sularından hem içecek hem yurda getirecek bir gençlik” bekleyen. Sanata, spora büyük önem veren, toplumsal alanda çok büyük devrimler gerçekleştiren, , Peygamberimizin “İlim Çin’de dahi olsa öğreniniz”  sözünden hareketle “Bir gün dediklerim bilimle ters düşerse bilimi seçin”diyen eşsiz bir lider.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği toplumsal devrimler içerisinde dini alanlarda yapılan çalışmalar da büyük bir yer tutar. Atatürk’ün dine verdiği önemi İlk diyanet işleri başkanı Rıfat Börekçi şöyle anlatıyor:

“Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman “Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.” buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” (Atatürk ve Din Eğitimi – Ahmet Gürtaş – Diyanet İşleri Bakanları Yayınları s.12)

O hayatında hep zorluklarla karşılaştı. Yetim büyüdü, hastalandı. Ama gün geldi Yusuflar kuyudan çıktı, Mısıra hükümdar oldu. Mustafa Kemal’de mısır tarlasından devlet başkanlığına geldi. Ona çok büyük bir vefa borcumuz var.

Atatürk’ e bu gözle bakan bizler.  Daha küçük yaşlarda “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” diyerek Mustafa Kemal’in idealist ruhuyla bütünleştik.  O ruhla bütünleşen bizler Atatürk’ün ideallerini sonsuza kadar yaşatacağız, diyor ve Türkiye Cumhuriyetini kuranları bu uğurda şehit düşenleri saygıyla selamlıyor. Arif Nihat Asya’nın şu sözleriyle konuşmama son vermek istiyorum:

“Vasiyetnamesi gençliğin ezberlediği meşhur hitabe, mirası istiklâl olan bir vatan babasıydı. Ey onun çocukları, gidiniz; mezarının başında yurdunun istiklâl marşını okuyunuz. Başka ses istemez.”

Yazar
Buğra GÜLDEREN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen