Nasıl Bir Medeniyet Tasavvur Ediyoruz ?

Tarihin her safhasında milletlere önderlik eden muktedir şahsiyetler ön plana çıkmıştır. Ancak bugün yaşadığımızı problemlerin bir tek şahsın kurtarıcı rolüyle aşılamayacağı açık. Günümüzün ‘küreselleşmiş’ problemleri şahısların çabaları cüzi etkisinden ziyade, milletlerin külli iştiyakı ile deva bulabilir.

Milletlerin iştiyakı medeniyet tasarımlarıyla tabiri caizse ete kemiğe bürünür. Ancak pek az millet medeniyet iddiası taşıyabilecek kültürel zenginliğe malik olmuştur. Antik dönemlerde kalmış olan Yunan, Mısır ve İran medeniyetlerinin günümüzdeki temsilcilerinin durumunu ortada. Hali hazırda dünyaya tahakküm eden bir medeniyet var; Batı medeniyeti. Bu medeniyetin kendine has çözümlerinin, iki dünya savaşı, bir soğuk savaş ve son olarak demokrasi adı altında milyonlarca insanın canına mal olduğu düşünüldüğünde sorunları sistematikleştirdiğini fark etmek zor olmayacaktır.

İslam medeniyeti ise bayraktarlığını yapan Türk milletinin uzun süredir devam donuklaşmış fikir havzası sebebiyle atıl ve öksüz durumda. Bu boşluğu radikal cemaatler ve terörist gruplar dolduruyor. Türk milleti, İslam Âlemine ve Dünya’ya 21. Yüzyılın kemikleşmiş sorunlarını çözecek yeni bir medeniyet sunmak zorundadır. Bu Türk milletinin insanlığa ve daha da önemlisi Yaradan’a borcudur.

Yeni Türk medeniyetinin fikri istikameti nasıl olmalıdır? Geçmişten gelen hangi akımlardan beslenmelidir? Bu sorular birkaç paragraflık yazı ile hallolmaktan uzak kalacaktır. Ancak kabataslak kendi fikirlerimi belirtmek istiyorum. Yukarıdaki ifadelerimden anlaşılabileceği üzere, Batı medeniyetinin taklidinin garabete garabet eklemekten başka bir işe yaramayacağına kaniyim. Yunan ve Mısır medeniyetlerinin etkinliği ise, yaşayan medeniyet Batı’nın fikri havzasını beslemesine vesile olmasıyla birlikte miadını tamamen doldurmuştur.  Batı medeniyetinde bu iki kaynaktan izler taşımadığını iddia etmek doğru olmayacaktır. Bilakis şu an bu iki kaynak Batı’ya karışıp yok olmuştur. Bugünün İran’ı ise medeniyet iddiası ortaya koyabilecek düşünsel altyapıya sahip olmadığı gibi, siyasi ve bilhassa mezhepler saikler ile başka sıkıntılarla mülaki olmaktadır.

Toplumsal iştiyak en üst raddeye ulaştığı vakit, ortaya medeniyet oluşturabilecek bir fikir örgüsü çıkar.  Yeni doğan medeniyet bu fikir örgüsünün kalıplarında hareket eder. Fikir örgüsü oluştuğu toplumun karakteristik unsurlarının aynası gibidir. Çünkü fikir örgüsü tabiri caizse o milletin çocuğudur. Şahısların ortak çabaları sonucunda vuku bulduğu için herhangi bir şahıs tek başına fikir örgüsünde hak iddia edemez.

Antik Yunan, kaderci ve varlık merkezli düşünür. Tabiatın insan davranışlarını belirlediğini kabul eder. Antik Fars ise hümanisttir, insan merkezlidir. Hilmi Ziya Ülken’in ifade ettiği gibi; insanı âlemin merkezi ve bütün eşyanın mana ve gayesi olarak telakki eder.[1]İnsan eşyaya hükmeder ve onun kaderini tayin eder. Bu iki görüşte şimdiki zamanın problemleri çözme hususunda yetersiz kalacaktır. Kaldı ki Batı, zaten bu iki görüşten istifade ederek kendi yolunu tayin etmiştir.

Yeni medeniyetimizi temellendirirken, geçmişteki müspet emarelerden istifade ve menfi tecrübelerden ders çıkarttığımız takdirde realist bir fikir örgüsünde mutabık kalacağımızı düşünüyorum. Bu doğrultuda geçmişi gözden geçirelim. Türkistan’daki yaşantımızda milleti oluşturan her ferdin mahiyette eşit olduğunu görüyoruz. Farklılık arz eden durumlar mahiyette değil derecede değişiklik gösteriyordu. Yöneten ile yönetilen arasındaki fark yaşantıda değil görevler konusunda değişiyordu. Hükümdar da diğer insanlar gibi savaşa bizzat girer, toyda bulunur ve boyun diğer mensupları gibi otağ denilen ‘ev’de kalırdı. Komutan ve diğer yöneticiler akrabalık ilişkilerine göre değil liyakat ve ehliyete göre belirlenirdi. Orhun kitabelerini detaylı şekilde incelediğimizde müspet emareleri çoğaltmak mümkün olacaktır.

İslam ile birlikte Türk fikir hayatı müstakil bir hayata geçmenin etkisiyle değişime uğramıştır. Bu devirde medeniyetimiz zirve noktasını görmüştür. Bu değişim kitabı eserlere ve bilhassa mimari eserlere yansımıştır. Türk karakteri ve İslam ahlakının terkibiyle dünyaya adalet ışığı saçan bir medeniyet inşa etmiştir. Öyle ki Süleymaniye Camii’nin üstüne bir cami yapamadığımız gibi, tarihte ilk kez barışın hakim olduğu Ortadoğu’dan çekilmemizle birlikte, bölge yeniden gayya çukuruna dönmüştür. Medeniyetimizdeki gerileme mimari eserlerdeki inkişafımızdan içtimai hayattaki ilişkilerimize kadar etkili olmuştur.

O halde yeni medeniyetimizi Türk Töresi ve İslam Ahlakı üzerine temellendirmemiz gerekir. İslam’ın özümsenmesinde aklı ve ayeti bir arada götürmek doğru olacaktır. Fikir örgümüz realist olmalıdır. Geçmişte fikri durgunluğa sebebiyet veren afaki dini görüşlere itibar etmeyen, İslam’ı aklıya idrak ve hayatında tatbik eden bir toplumsal anlayış oluşmalıdır.

Geçmişteki müspet olgulara yeni Türk medeniyetinde mutlaka olması gereken iki kaide var;

Zamanı etkili şekilde kullanma.
Uzmanlık alanlarının netleştirilmesi.

Zamanın etkili şekilde kullanılması mefhumu, erken çocukluktan itibaren çocuk eğitimine değer verilmesinden trafikte vaktin kaybolmasına kadar geniş bir yelpazedeki olayları kapsar. Zamanın kıymetli olduğunun anlaşılması bütün işlerin düzgün şekilde icra edilmesine ön ayak olacaktır. Yarım yapılan iş kıymetsizdir. Her iş vaktinde yapılmalıdır. Ezan vakitleri nasıl dakikası dakikasına belirleniyorsa, yapılacak diğer işlerde aynı şekilde belirgin saatlere sahip olmalıdır.

İşi ehline verme sünneti ve Türk töresindeki liyakat-ehliyet göz önünde bulundurarak uzmanlık alanlarının netleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela, bir öğretmen adayı lise yıllarından itibaren öğretmen olma şuuruyla yetişmelidir. Birkaç aylık eğitim sonucu öğretmen yapılan kişilerin yetiştirdiği neslin geleceğinden emin olmak mümkün değildir.

Akademisyenler, rütbeli asker, bürokratlar vs. uzmanlık alanları haricinde ünvanlarını kullanmaktan çekinmelidir. İktisatçının şiir kitabında profesör ünvanını kullanması gereksizdir.

Kısaca Türk milleti yeni bir medeniyet oluşturma safhasındadır. Ancak bu medeniyet uzun ve kararlı bir toplumsal iştiyaktan beslenerek inşa edilebilir. Yeni Türk Medeniyeti, bekleyenlerin hasretini dindirecektir.

 

Kaynaklar

[1] ÜLKEN Hilmi Ziya, Türk Tefekkür Tarihi, S.48

Yazar
Recep KÜÇÜK

Recep Küçük, 1994 yılında Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Kültürü Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisidir. İlgi alanları; Ahlak felsefesi, Makro İktisat, Din Psikolojisi. Etkilendiği ki... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen