Zemheri Kuyusu Üzerine Bir Tahlil Denemesi

Semanur ULU

Bir modern anlatı sanatı olarak roman, Türk edebiyatına girdiğinden beri çok yol kat etti. Bu türde pek çok yetkin örnek verildi ve verilmeye devam ediyor. Çağdaş Türk edebiyatının güçlü romancılarından biri de şüphesiz Metin Savaş. Maalesef adına belli bir mecra dışında pek rastlanmıyor. Tanıyanı, okuyanı bol bir yazar değil. Politik seçimleri yüzünden hakkı yenen yazarlarımızdan biri olduğunu söylemek de mümkün. Atsız’ın Ruh Adam’ı nasıl ki hak ettiği üne kavuşamamıştır Metin Savaş’ın romanları da korkarım aynı kadere mahkumdur. Gerçi bu durumun avantajları da yok değildir. Zira marşmelovlu kahve fincanının yanına konulmuş Ruh Adam romanı fotoğraflarının sosyal medyayı işgal etmesi gibi bir olayı zinhar hayal edemiyorum. Böylece bu eserler popüler kültürün dişleri arasında çiğnenmekten ve vakti dolunca safra gibi kusulmaktan kurtuluyorlar.

Metin Savaş ve Hüseyin Nihal Atsız’ın adlarını bir arada anmak isabetli örnekler teşkil ettiği kadar Metin Savaş’ı anlamak açısından da önemli. Zira Atsız romanları ile Metin Savaş romanları arasındaki metinlerarasılık dikkat çekici boyuttadır. Bilhassa Metin Savaş’ın Zemheri Kuyusu[1] romanı ile Ruh Adam’ı birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır. Metin Savaş’ın Ruh Adam üzerine yazdığı tahlil yazılarından müteşekkil Sevda Gibi Bir Gizli Emel’i de bunlardan ayrı düşünemeyiz. Söz konusu bu eserde Metin Savaş Ruh Adam’ı çözümlerken bir yandan kendi eserlerine dair de ipuçları sunuyor. Metin Savaş diyince anılmadan geçilmeyecek bir diğer isim de psikanalizin kurucularından Freud’un çağdaşı olan Carl Gustav Jung’dur. Metin Savaş’ın psikanalizin Freudyen yorumu yerine Jung’u tercih etmesi de onun kurgusuna ve yarattığı karakterlere yansımaktadır. Freud benliğimizi oluşturan her şeyin bilinçdışında olup bittiğini söylüyordu. Buna karşın Jung tarihsel bir kökenden, kültürel bir mirastan bahisle arketip vurgusuyla bu konuya açıklık getiriyordu. Jung’un daha mistik bir damara denk düştüğünü söylersek sanırım yanılmış olmayız. Türklerin genel olarak Freud’dansa Jung’a yakınlık göstermesi de bundan ileri geliyor olabilir. Jung’un bahsettiğimiz bu düşüncesini açıklamak üzere Metin Savaş, Sevda Gibi Bir Gizli Emel’de şu ifadelere yer veriyor: “…içtimai ruhun ölümsüzlüğü, kısacası müşterek bilinçaltının kuşaktan kuşağa sürekliliği söz konusudur.”[2] Bunun izlerini Zemheri Kuyusu’nda görmek mümkündür. Bu eserde Fuat Çınaraltı adlı nevrotik bir karakterin psikiyatristi olan Hayrünnisa Hisar’a aşık olması onların çevrelerindeki insanlarla ilişkileri konu ediliyor. Romanın en vurucu noktası ise 17 Ağustos depremi sırasında zamanda bir sıçrama yaşayan Fuat Çınaraltı’nın geçmişe gitmesi. Kendini 1894 yılında bulan Fuat orada da Hayrünnisa Hisar’ın büyük dedesi ve hane halkı ile karşılaşıyor. Zamandan mütevellit bazı farklar olmakla beraber bu aile de 20. Yüzyıldaki Hisar ailesi ile bir takım benzerlikler taşıyor. Özellikle aile reisi Hisarlı aydın Beyin Hayrünnisa Hisar’ın ağabeyi Aydın Hisar’la olan benzerliği bu sürekliliğe işaret ediyor. Geçmişteki ve gelecekteki karakterlerin kaderleri arasında bir oranda paralellik bulunuyor. Aile büyüklerinin müşterek bilinçaltı tarihsel bir miras gibi yirminci yüzyıla aksediyor. Ruh Adam romanında bu süreklilik daha da geriye gidilerek bir Uygur masalı vasıtasıyla kurulurken Zemheri Kuyusu’nda bir nebze daha yakın bir geçmişe başvurularak sağlanıyor. Ruh Adam’da Selim Pusat karakterinin “Bu iğrenç asırda yaşamaktansa Mete zamanında dünyaya gelmiş olmayı tercih ederdim.” Demesi gibi Fuat Çınaraltı da gittiği geçmiş zamandan dönmemeyi orada kalmayı arzuluyor bir ara. Ruh Adam ile Zemheri Kuyusu arasındaki metinlerarasılık bununla sınırlı değil. Örneğin Hisar ailesinin bireylerinin isimleri Aydın, Binnur, Işık gibi aydınlıkla, ışıkla ilişkili. Burada Ruh Adam romanındaki Ayşe Pusat’ın öğrencileri Güntülü, Aydolu ve Nurkan’ın isimleri akla geliyor. Zira isimlerinin bu ortak yönleri nedeniyle Selim Pusat onlara ışık kızlar adını takıyordu. Bu gönderme ilk bakışta dikkati çekenlerden biri. Diğer yandan karakterlerin adlandırılmasında esere dair başka ipuçları yakalamak da mümkün. Başkahraman Fuat Çınaraltı ve aşık olduğu Hayrünnisa Hisar’ın soyadları da birer metafor olarak karşımıza çıkıyor. Mitolojik bir öge olarak ağaç yaradılışla ilişkilendirilmektedir. Bazı mitolojik anlatılarda insanların hayat ağacı denilen bir ağaçtan türediğine inanılmaktadır. Bu inançlar kısmen de olsa Tuva Türkleri gibi topluluklar arasında varlığını sürdürmektedir. Yine bazı dinlerde ve mitolojilerde insanoğlunun ilk günahı yasak ağacın meyvesini yemek olarak karşımıza çıkar. Netice itibarıyla ağaç imgesi kökensel bir şeye, bir arkheye işaret eder. Uygarlık seviyesi olarak da daha ilkel bir formun sembolüdür. Oysa Hisar bunun aksidir. Fransızcadan dilimize geçen “burjuva” kelimesi “bourgeois”ten gelmektedir. Bu kelimenin tam karşılığı kale burcudur. Burjuvalar da burçlarla çevrili yerlerde yaşayan kişilerdir. Yani burada kast edilen şey şehirliliktir. Fuat Çınaraltı ilkel bir formu, bozkır kültürünü, konar göçerliği temsil ediyorken Hayrünnisa Hisar şehri, şehirliliği, uygarlığı temsil etmektedir. Burada İbn Halduncu bir damar gördüğümüzü söylemek mümkün. Yani Bay Çınaraltı bedevi umran ise Bayan Hisar Hadari umrandır. Çınaraltı asabiyyet ise Hisar çözülme, bozulma, yozlaşma, sefahat düşkünlüğüdür. İbn Haldun’un çok da matah bir şey olarak tanımlamadığı hadari umranın bir kadın tarafından temsil edilmesi de kadim anlatılarla, mitoloji ile ve dinlerle örtüşmektedir. Yasak meyveyi yediren kadın cennet ve dünya arasındaki kopuşun müsebbibi olduğu gibi barbarlıktan uygarlığa geçişin de sorumlusudur. Burada kadının rolünü vurgulamak üzere Hayrünnisa adının tercih edildiğini görüyoruz. Tüm aile aydınlık isimlere sahipken Hayrünnisa onlardan ayrılıyor. Çünkü onda daha baskın olan şey kadınlığıdır. Nisa Arapça kadın anlamına gelmektedir. Diğer yandan Fuat Çınaraltı’nın nevrotik kişiliğinin de aslında bedevi umrandan hadari umrana geçişin buhranlarından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Bir yanda direnç, bir yanda karşı konulamaz tarihsel seyir bulunmaktadır. Fuat bir yandan psikolog Hayrünnisa Hisar’a aşık olacağını bildiği için onunla görüşmek istememekte bir yandan bunun kaçınılmaz olduğunu bilmektedir. Diğer yandan Fuat Çınaraltı’nın ve Aydın Hisar’ın ilk aşkları olan Arzu’nun adı da ilksel dürtüye işaret ediyor olabilir. Hayvani olmaktan sıyrılış insani olana yaklaşma olarak Arzu bir basamak sayılabilir. Hegel “İnsanlık tarihi arzulanmış arzuların tarihidir.”diyor. Yani tanınma, bilinme arzusu. Bu Zemheri Kuyusu’nda sevilme arzusu olarak karşımıza çıkar. Nitekim her iki karakterin de hayatlarına başka kadınlar girecektir. Ama ilk Arzu’nun gölgesi ne Fuat’ın ne de Aydın’ın peşini bırakır.

Söz konusu romanın bir diğer ilgi çekici yönü ise Metin Savaşın otobiyografik unsurlara yer vermesi. Romanın bu yönüne dair en güzel açıklamayı yine Metin Savaş’ın kendisinde buluyoruz. Sevda Gibi Bir Gizli Emel’de “Kurmaca anlatı sanatlarından biri olan roman sanatının hiçbir ürünü hiçbir şekilde tastamam muhayyel değildir.(..)her roman metninin arka planında insanın ve hayatın bir takım gerçekleri yatmaktadır. Ve tabii aynı zamanda, bütünüyle gerçekçi romanlar ve hatta biyografik romanlar bile roman sanatının şartları içerisinde birer kurgudurlar.”[3] Ne tamamen kurgu ne tamamen hayattan alınmış, ne hayal ne gerçek. Roman bunların arasındaki bir çizgide yer alıyor. Bu anlatının içinde okur iki tarafa bakmayı da tercih edebilir. İki uçurumdan birine yuvarlanıp kendini anlatının içinde kaybedebilir.

Burada Zemheri Kuyusu’nun ancak birkaç noktasına değindik ve sadece bir veçheden değerlendirdik. Şunu itiraf etmek gerekli ki Zemheri Kuyusu çok yönlü bir anlatı. Bu romanda rüyaların yeri ve kuyu metaforu bir başka yazının konusunu teşkil edecek kadar geniş bir tartışma zemini sunuyor. Zemheri Kuyusu okunmak, birkaç defa okunmak ve Atsız’la, Jung’la, Peyami Sefa’yla karşılaştırmalı okunmak istiyor.

DİPNOTLAR

[1] Metin Savaş, Zemheri Kuyusu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005

[2] Metin Savaş, Sevda Gibi Bir Gizli Emel, Tün Kitap, 2018, s.68

[3] A.g.e., s.15

Yazar
Semanur ULU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen