Uçmaya Hazır Hümâ Kuşu Çevikliği
- Ayrıntılar
- Turgut GÜLER tarafından yazıldı.
- Kategori: Güncel yazılar
Türk Cihân Nizâmı’nı, kap-kaç vukuâtından ayrı tutmak lâzım. Orada “doğru”, her dâim göz önünde ve uçmaya hazır “hümâ” kuşu çevikliğinde durmuştur. Bu doğruya, Türk’ün ufuk çizgisinde “tuğra”denmiş.
Dîvânü Lügâti’t-Türk, “tuğra” kelimesinin aslının “tuğrağ”dan geldiğini ve onun Oğuz hânlarının nişânı olduğunu kaydediyor. Aynı tâbir, Uygur Türkçesinde “tuğrı=tuğru” ve Çağatay, Kazan vb.lerinin Türkçelerinde “toğru=doğru” şekillerinde kullanılıyordu. “Kendisiyle doğrulanan” mânâsındaki “tuğra”, estetik zirveye, elbette Osmanlı Cihân Devleti’nde ulaştı.
“Tuğra”nın Arabî karşılığı “tevki”dir. Şemseddin Sâmî’nin Kâmûs-ı Türkî’sinde bu kelime hakkında: «Bir şeyi vâki’ ettirmek mânâsınadır ki, bu münâsebetle tesir mânâsına kullanılır ve bu münâsebetle berât, menşûr ve mektûb gibi şeylere yazılan nişâna denir.» ifâdesi yer alıyor. Yine Kâmûs, bu kelimeyi “vukû” kökünden getirmekte ve bunun: «Yağmurun yağması, kuşun konması gibi, yukarıdan aşağıya inme mânâsına» geldiğini belirtmektedir. “Tevki”de ayrıca “şiddetle çarpma ve iz bırakma” hassaları da bulunmaktadır.
Farsçada “tuğra”ya tekâbül eden “nişân” ise, “nişânden=konmak, oturmak” masdarından gelmekte ve iz bırakma, bir işâret, alâmet dikme mânâsı kazanmaktadır. Osmanlı yazı dilinde, zaman zaman “tuğra” yerine “nişân-ı şerîf” sözü kullanılmıştır.
“Tuğra, tevki’ ve nişân”ın müşterek ifâde yükü ise: “Yukarıdan aşağıya inme, buyurma ve bunu anlatan, doğrulayan, tasdîk eden iz, işâret” tarzında heybeye girmektedir.
Yavuz Sultan Selîm’in İran Seferi’ne çıkarken Şâh İsmâil’e gönderdiği ve altına tuğrasını bastığı “nâme”sini:
“Fermân-ı bî-emân ile kalkan hümâ gibi
Tuğrâlu nâme gitdi Kızılbaş Şâhı’na.”
diye mısrâlarına aktaran Yahyâ Kemâl; “tuğra”nın, daha başka bir söyleyişle, “doğru”nun saltanatını anlatıyordu.
Çekilen sıkıntıların ve milletçe katlanılan mezelletin görünüşdeki eften-püften sebepleri kimseyi aldatmasın. O, Cihân’a “tuğra” gönderdiğimiz demlerin, bizimle berâber, yanımızda olanları da meftûn eden tadı, vicdân ve gönüllerde hâlâ duruyor.
"Tuğra”yı, bir şekilden ibâret sananlarla varılacak yer, olsa olsa, haymatlos tüneğidir. Hâlbuki şâirin “hümâ kalkışı” derken kastettiği daha insânî ve ahlâkî, aynı zamanda ufuklara sığmayacak genişlikte bir Türk idrâki var. Bunu, haymatloslara anlatmak mümkün mü?
Işığın etrâfında döne döne ömrünü tamamlayan pervâne kelebekleri, belli ki, ateşin her türlü görünüşüne sevdâlılar. Bu zâhirî fotoğrafa bakıp, o günâhsız böcekleri Zerdüşt’ün mürîdi saymak bile mümkün. İçlerindeki aşkın harâretini fark edebilselerdi, pervâneler ateşe de, ışığa da pek pey sürmezlerdi. Şeyhülislâm Yahyâ aynı hâli:
“Niçün pervâne dâim yanmağa âteş arar, turmaz?
Tutuşmaz mı derûnı âteşinden âşık-ı şeydâ”
diyerek, pervânelerle berâber kendinde de görüyor.
Bütün mes’ele, “derûn”un tutuşup tutuşmamasından ibârettir. Ne var ki, bahsedilen kıvılcımlanma işi, ham-ervâhlara göre değildir. Müftü Efendi, o fiilin mekânına, yâni “derûn ocağı”nın karşısına, “âşık-ı şeydâ”yı bağdaş kurar vaziyette oturtmuştur.
Pervâneye “dîvâne” yakıştırması yapanların indinde, aşkın meczûb eylediği, nereye konabilir?
Etrâfımızı saran katı, mânâsız, soğuk, boş, maddeci muhîtte, “moda” fikirlerin çevresinde fırdolayı kanat çırparak “âşık-ı şeydâ”dan bahsedilebilir mi?
Üzümden, dileyenin pekmez, dileyenin şarap yapması gibi, meşrebi neyi hazmediyorsa, insan onu kendine yakıştırıyor. Yine Şeyhülislâm Yahyâ, bir pazarlama fetvâsı sayılacak beytinde, mezar toprağını görücüye çıkarıyor:
“Tûtiyâdan toprağım vakt ola tercîh ederler.
Rindler sâgar düzüb, zühhâd tesbîh ederler.”
(Burada ‘tûtiyâ’ sözü ile sürme yapımında kullanılan özel bir mâden kastediliyor.)
“İnsan Denen Meçhûl”ü, Alexis Carrel’den üç asır önce fark eden bir şâirimiz var. Ne kadar iftihâr etsek, yeridir. Lâkin sokak ve çarşılar, “Şeyhülislâm Yahyâ da kim ola?” diyen anketörlerle dolu.
Yazar Hakkında:
Turgut GÜLER
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.
Yazarın diğer makalelerinden:
- Çık Tayy-ı Zaman Et !
- “Gül Baba Budin Gözcüsü Olup Himmetleri Hâzır ve Nâzır Ola!”
- Hissetmenin Adı İlham mıdır ?
- Redd-İ Mîrâs Dâvâsı
- Zeki ve Boris
- Anadolu Türk'ün Ana Vatanıdır
- Şu Gözüm Yaşın Yere Dökünce…
- Oğuz Kağan'dan Fuzuli'ye Uzanan Türk Cihangirliği
- Millî Elbîse ve Bîgâne Tavırlar
- Bâkî’den Mehmet Ali Kalkan’a Akseden Millî Şuûr
- Cihân’ın Başının Bağlandığı Kutlu Belde
- Bana Gazete Yazını Söyle, Sana Kim Olduğunu...
- Bir Vakitler…
- Yekpâre Geniş Bir Ân ve Yekpâre Bir Vatan
- Sevginin Ortasına Bağdaş Kurup Oturan Koca Türkler
- Allâh’dan Yardım ve Yakın Bir Fetih
- Sular Gibi Akan Çağlarımıza Hasretiz
- Haddeden Geçmiş Nezâket ve Talebe Ağzı
- Kalemin Güzelliği, Türk’ün Elindendir
- Kemâlpaşazâde’nin Diliyle Konuşan İnsanlara Türk Milleti Denir
- Aklın Serhaddi
- Mâlikî Başkadısı
- Beğ Olmak İki Kefeli Terâzidir
- Vatanı Uğruna Kim Ne Yapabilir?
- Harîm-i İsmetimize Girip Bağdaş Kuran Ekranlar
- Hempâlık ve Nebbâş Sendromu
- Taş Düştüğü Yerde Ağır
- Güvendiğimiz O Dağa Da Kar Yağmış
- Galeyân Geldi Mi Mantık Savuşurmuş…
- Devlet Sofrası
- Açık Kapı Hikâyeleri
- Malazgird’den Dumlupınar’a Giden Yol
- Devlet ve Devletlû
- Gün Akşamlıdır Devletlûm…
- Yaşanılan Ânın İmkân Parıltıları
- Eksik-Gedik Bir Yazı
- Daha Önce Bunu Deneyenler İflâh Olmadı
- Zamânın Eteğine Tutunmak
- Fuzûlî Dilinden Mesajlar Çıkarabilmek..
- Dünyâ’ya Sığmayan Baş
- Sevgiden Arta Kalan
- Haysiyet-İ Hümâyûn
- Kendi Gök Kubbemiz
- Kaybedilmiş Bir Maârif Dâvâsı
- Azme İnananların Sayısı
- Eskimeden Yenileşmek
- Emsâl Çok, Timsâl Az..
- Zerdesiz Pilâv
- Beşeriyetin Kurtuluş Reçetesi
- Saltanat Denilen Akıl Çelici Makâm
- “Doğru”, Çağlar Boyunca İnsanlıktan Hep Kaçırılmış..
- Teknolojiyi İnsanın Kalbine Koymak
- "Evvel Yoğ İdi İşbu Rivâyet Yeni Çıktı..”
- Vurma Kazmayı Ferhaaad!
- İnsanlık Târîhinde Açılan Hayret Sahîfeleri
- Yüksek Tepelere Uçarak Veyâ Sürünerek Çıkmak
- Cihâd-I Asgardan Cihâd-I Ekbere Yöneliş
- Dâimâ En Büyüğe, En İyiye, En Yükseğe Tâlip Olmak
- Ağlama Nedretdendir, Mebzûliyeti Kesel Verir..
- Fenn-i Aşk İçre Olubdur Üstâd
- Vatan Mefhûmunu Öksüz Bırakmak
- Türklük Gemisini Kâinât Okyanusu’nda Taşıyanlar
- Âhiret Emlâkçılığı Veyâ Cehâlet Marketleri
- Vistül Nehri’nde Sulanan Türk Atları
- “Râyete Meyl Ederiz Kâmet-İ Dil-Cû Yerine”
- Ecdâdın Ortaya Koyduğu Dârü’ş-Şafaka Medeniyeti ve Zamânı Eleyen Âbide Ağaçlar
- Cihân Hâkimiyeti Tohumu
- Bürokrasi Yeli
- Yörük Tabiatlı Oğuzlar ve “Yatuk”luk
- Evet, Yollara Tükürmek, Bir Ahlâk Mes’elesidir
- Ağrının İlâcı Özümüzde Saklı
- Kaanûnî’nin Ölçüleri
- Bize İrfân Gibi Bir Yâr-i Kadîm Lâzım
- “İkimiz De Çıkarız Anda Yalan…”
- İstiklâl Marşı’nı Yazan Rûh, Seyid Onbaşı’nın Rûhudur
- İşi Ehline Havâle Etmek, Nefsi Yenmenin De Zafernâmesidir
- Türk’ün Bahçesine Konan Renkler
- Türk’ün Su Hâkimiyeti ve Kâtil Kelimeler
- Kitap, En Geniş Ufuklu Medeniyet Anahtarıdır
- Başkalarının Sırtına Yükleyerek Mes’ûliyetten Kurtulamayız
- Islanmayan Abdest Havlusu
- Kazâ ve Kader
- “Ben Dahî Bile Yapıldım Taş U Toprağ Arasında”
- İbret
- Az Zamanda Çok İş
- Değirmenimizin Suyu
- Haddeden Geçerek Haddini Bilmek
- Kişilik, Çok Hassas Bir Sırça Vazodur, Sallanırsa Kırılır
- Bize Mahsûs Yenilerle İyiler
- Hakikî Şekli Ve Ebâdı Ortaya Çıkarılacak Ne Kadar Meçhûl Var?
- Münâfıklık Mesleği
- Feth-i Sultan Murâd Hân, Şehr-i Selânik
- Hâfıza Kaybının En Müessir İlâcı, Târîh! Daha Güçlüsü, Henüz Bulunmadı...
- Çâresi, Sâdece “Sancak” Tadır...
- Eşref-İ Mahlûkât Tahtında Oturan İnsan
- Bülbülü Çatlatan Gül Yağı
- Kuma Gelen Kelimeler ve Jaguarlaşma
- Üçüncü Selim-Kılıç ve Ney
- “İhtimâldir Pâdişah’ım, Belki Deryâ Tutuşa!”
- Çürük Kalbin Gücü
- Köroğlu Biziz!
- Mânâ Okyanusu’nda Ceviz Kabuğu
- Adâlet Mülkün Temelidir
- Kahve Fincanında Telve
- Kelime Ser-Askerliği
- Fuzûlî Olmak Veyâ Olmamak
- Paragraf Arası Şiirler
- Fütüvvet, Civânmerdlik ve Alp-Erenlik
- Müntehir Âşıklar, Paskalya ve Bize Düşen Hüzün
- Kanı Boşa Gitmemiştir
- İnsan ve Mezâr Üstüne
- İstanbul’un Bağı, Bahçesi ve Suyu
- Hikmet Tahtı ve Kutadgu Bilig
- Âh... Diyerdin Hiç Ölmezdim Düşebilsem Ayağına
- Tanzîmât Hareketi Kutadgu Bilig Derslerinden Sınıfta Kalmıştır
- Koyun ve Kaplan Görünüşleri
- Ârif Oldur Kim, Önce Kendini Ve De Haddini Bilir
- Söyle, Senden Başka Kimim Var!
- Boş Oturanın Boş Kalfası
- O, Hâlâ Güzel, Hâlâ En Câzib Şehir
- İstanbul Sevgisi ve İnce Hastalık
- Pedro’nun Torunları ve Bayramlarımız
- Annelerimizin Şâh Damarı
- Bu Memleketin Alnının Ortası Eğitim Sistemidir
- İbret ve Târîh
- Tebrîz’den Antalya’ya Uzanan İbret Çubukları
- Konya Yöresi Halk Oyunu
- İnsan Başlıklı Huzûr Reçetesi
- Lâlezârın Ortasına Bağdaş Kurup Oturmak
- Doğu’ya ve Batı’ya Hükmetme Geleneği
- Ambale Bir Devlet Bünyesi
- Dalın Beslendiği Kök
- “Güzel Dil Türkçe Bize”
- Kaanûnî Sultan Süleyman Hân
- Ol Mâhîler Ki, Deryâ İçredir, Deryâyı Bilmezler!
- Su, Zâten Vatan Demektir
- Yenile Yenile Yenmesini Öğrenmek
- Edirne, Baraj Kapakları ve Voynuk
- Tutuş’u Tutan Artuk ve Timur
- Abese Sûresi’nin Hikmeti
- Su Şehsüvârları
- Koluna Taksan Taşıyamazsın, Başına Koysan Yürüyemezsin
- Cem Sultân’ın Şiire Döktüğü Gözyaşları
- Tâkati Kesilmiş Türkçe
- Tüfek Îcâd Oldu Mertlik Bozuldu
- Kâbe-İ Kâlb
- Dilimizin Keyfi Kaçtı
- Ağla Ey Dîdem
- İki Kere On Sekiz
- Ayağ Seyri ve Tabiatyediler
- Tombak Çekmek ve Şütürbân Ağalar
- Zamânı Tuşa Getirmek ve Kelle Şekeri
- Mezarlık Soğukluğuna Uzatılan Gül Kâsesi
- Lâf ü Güzâf
- Yavuz’un Cem’den Kaptığı Kıssadan Hisseler
- Şiir Üzerine
- Azmi Olmayanların Merâsimi Bol Oluyor
- Ufuk Sâhibi Olmanın İlk Adımı
- İlk Müslüman Türkler
- Kelimeler Söylemek ve Yazmak İçindir
- Gaflet Uykusuna Mağlûb Olmamak
- İncir ve Cirit
- Düşman Kardeşler
- Fil Deyip Geçmeyin
- Türk Târîhinin Yazılma ve Öğretilmesinde Ana Mes’eleler
- Molla Kâsımlar ve Cabriolet
- Fâtih Sultan Mehmed Hân
- Türkçe Bedesteni Ve Kahve Masaları
- Gem, Göz, Çeşm, Çeşme Ve Ahmed Cevdet Paşa
- İnsanın Sözü İle Özü
- İnsan Yükü
- Hangi Edeb?
- Kişi Alası İçtin Yılkı Alası Taştın
- Dobra Dobra
- Hem Öyle Hem Böyle
- Çilekeş Locası
- Kurtlu Et
- Bozdoğan Şecâatinden Tâc-Mahâl Heybetine
- Füniküler Mi, Tünel Mi?
- Öteden Beriden Küçük Notlar
- Suyun Âvâreliği Ve Taşın Sertliği
- Türkçe, Fâtih Bir Milletin Fetih Gülleri Açan Diliydi
- Dünyâ Vatandaşlığı Ve Milliyetçilik Üzerine
- Duâyı Aslâ Hafife Almayın
- Dil Yâresinin En İflâh Olmaz Sahîfeleri
- Türkçe, Su ve Çınar
- Gelibolu, Gâzî Süleyman Paşa ve Nâmık Kemâl
- Nedâmet Secdesi
- İran’daki Türk Mührü
- Fâtih’in Kollarında Bir Yavuz Sahnesi
- Onlar, Ne Muazzez İnsanlardı!..
- Mahcûbiyet, Fetih Ve Âbâd
- Allâh Resûl Hep Şehîdler Şimdi Sizden Bunu İster
- Musâhib Yerine Muhâsib Diyenler
- Töre Varsa Cinâyet Yoktur
- Desem Vay! Demesem Vay!
- Fâtih Sultan Mehmed ve Ezineli Yahyâ Çavuş
- Hem Alçak Dala, Hem De Yüksek Dala Konabilmek
- Bayram Türkçenin Neyine?
- Cleopatra Sendromu
- “Ölümden Ne Korkarsın? Korkma! Ebedî Varsın…”
- Çiçek Sevenler, İnsanı Daha Çok Severler
- Albert’imiz, Ali’miz, Aliş’ imiz
- Bogomil, Bosna, Mostar Köprüsü
- Akmam Deyip De Akan Tuna..
- Dil Âfiyeti ve Harfler
- Estergon Kal’ası’ndan Uçurduğumuz Şâhinler
- Müteyemmin
- Bahtî’nin Bahtı
- Hükemâ Kavli İle Doğan Burunlu Olmak
- Emânet ve Karındaşlık
- Türklüğün Lisânı
- Bize Benzer Kâinât’ın Su Ayağı
- Haleb ve Arşın
- Merd-i Mestâne
- Zîrâ Ki, Küllükte Gül Bitmez!
- Kısa Aklın Asâsı
- Güzel Söz ve Güzel Ağaç
- Bitmeyecek Sanılan Beste
- Bayram Düşünceleri
- Takke ve Baş
- Penceresiz Evler
- Zerde, Zer ve Ter
- Hamarat Deyince
- Yeni Ay Bedr Olur
- Timur ve Despina
- Cihângîrlerin Başbûğu Veyâ Şehsüvâr-ı Cihângîr
- Güzel Dil, Güzel Türkçe
- Evimizle Dilimiz
- Sıralovaz’dan Sıralı Oğuz’a
- Yabgulu Türkmenler
- Barbaros Hayreddîn Paşa Ve Mîmâr Koca Sinan
- Böğürdelen’den Yükselen Türklük Nefesi
- Ekin Tarlası Ve Üzüm Bağı
- Kelle Koltukta Savaşmak
- Kurbân, Bayram Ve Dede Efendi
- Nîsân’dan Ağustos’a Rahmet ve Bereketten Zafere
- Ordu-Millet
- Keçeden Kerpiçe
- Yavuz Sultan Selîm Hân (1470-1520)
- Büyük Tuğrul, Küçük Tuğrul
- Kutlu Beldeler
- Uzlar ve Oğuzlar
- Bey Dediğin İplik Koparan Değil, İpliğe Düğüm Atandır
- Cumhûriyet Fazîlettir
- Türk’ün Suya Bakışı
- Bayrak, Sancak, Turquoise vee Fîrûze
- Bayrak, Sancak, Turquoise Ve Fîrûze
- Haşmet ve Heybet
- Alpdan Gâzîye Giden Yolda Türk Soyu
- Karaca-Hisâr’daki Hutbe
- Tuzak Kuranlara Tuzak Kurmak
- Türk’ün Su Sevdâsı
- Ocak İçinde Ateş Olmak
- Ala Geyik Güzelliği
- Çamurlu Kaftan
- Fâtih’in Hukûka Konan Görklü ve Hürmetli Nazarı
- Babalar ve Oğullar
- Ülfet
- Kâhire’nin Kahrı
- Yenihisâr’dan Didim’e Uzanan Dil Kekreliği
- Attâr’dan Gülşehrî’ye ve Neşâtî’ye Şakıyan Kuş Dili
- Zamâna Dizgin Vurmak
- Türk, Türkmen, Türkmânend, Türkîmân
- Cezâyir Ocağı
- Kırım’dan Gelirim Adım Da Sinan’dır Hey!
- Köprü
- Nakş-i Kadem-i Şerîf
- Süleymâniye’nin Alemleri
- Yıkılubdur Bu Cihân
- Öncekini Aşmak
- Boş Vakit Bezirgânlığı Ve Enderûnlu Fâzıl
- İşâret Levhaları Sökülmüş Bir Yol
- Çanakkale’de Esen Rüzgâr
- Hazîne’ye Basılan Yavuz Mührü
- Müstesnâ Kalabilmek
- Tabâbet ve Sürünen Güzellik
- Türkçenin Bağrındaki Hançer
- Türk’ün İstiklâl Sevdâsı Ve Sirâyet Kaabiliyeti
- Kâselis, Tesvîlât ve Bizim Ayasofya
- Devlet Kâhyâsı Hâlet Efendi
- Pandora’nın Kutusu
- Benlik Yarışının Sonu Var Mı?
- Vatan Yâhut…
- Çorbacı
- Sodom, Gomore ve Bahtımızın Rüzgârı
- İyiler ve Kötüler
- Türkçenin Üç Nâdîde Gülü
- Bize Mahsûs Eksi Notlar
- Millet Vatanı İle Vardır Vatansız Millete Cihân Dardır
- Anadolu Teresi, Rûmeli Teresi Ve Odlâre Çâre Kılmayan Su
- Çatal Yürekli Sultan Yıldırım Hân
- Biz Ahmak Mıyız?
- Terk Durakları
- Kültür Bahçesinde Bahçevânlık Yapmak
- Kürşad Menziline Varan Yol
- Niye Hâlâ Çukurdayız?
- Kemik, Küçük Dünyâların Malzemesidir
- Millî Târîh Şuûru ve İyilik Yapmak Üzerine
- İlig Tutup Törüg Etmiş
- Sultan Reşâd’ın Çanakkale Cephesi’ne Bakışı Ve Yahyâ Kemâl
- Akşemseddin’i Hatırlamak
- Balkan Harbi ve İbret
- Cumhûriyet ve Fazîlet
- Haddi Aşmamak
- Kısa Vakte Çok İş Sığdırmak
- Hayât Ve Tabiat Üzerine
- Sağır, Dilsiz ve Kör Târîh Demleri
- Kendimiz Ettik Kendimiz Bulduk
- Türk Hakîkati ve Türk’ün Kudreti
- Âhlar ve Vâhlar
- Tonyukuk Ata Ve Şeyh Edebâlî
- Selçuk Ata’nın Geçtiği Köprü
- Âferin Germiyân Türkü
- Mâvi Gök, Yağız Yer
- Söz Ola Kese Savaşı
- Barbaros Deyince..
- Çanakkale Deyince
- Gömgök Tere Batmış Sümbül
- Evliyâ Çelebî’yi Okumak
- Şehîd Karındaşlar
- Telemsan Önünde Gâzî Türk Yoldaşlar
- Evlâd-ı Fâtihân Üzerine Birkaç Söz
- Peçûylu İbrâhim, Evliyâ Çelebî Ve Ömer Seyfeddin’in Grejgâl’e Kutlu Nazarları
- Aldığımız Fiyata Veremediğimiz Girit
- Haddeden Geçmek
- Evvel Bahâr Geldi Geçiyor
- Heder Edilen İstanbul
- Bayram ve Bayramlaşmak Deyince
- Devlet ve Devletlû
- Menemen’in Sivrisinekleri