Eğitim Politikaları ve Çapsız Öğretmen Problemi

Eğitim politikaları her zaman ülkelerin en önemli konularından biri olarak tarihteki yerini almıştır. Çünkü eğitim sayesindedir ki; anın düşünce ve kabullerini gelecek senelerde de devam ettirebilmek, ister imparatorluk, ister ulus devlet olsun, devletin resmi ideolojisini ve değerlerini yeni nesillere aktararak bir beka denklemini kurmak son derece kolay hale gelebilir. Eğitim faaliyetleri bu sebeplerden ötürü ancak uzun vadeli planlamalar, istişareler, araştırmalar sonunda revize edilebilir ve birtakım değişikliklerin yapılmasına ancak ince eleyip sık dokuyarak müsaade edilebilir. Olması gereken, özellikle gelişmiş ülkelerin hâlihazırdaki yöntemleri ve hareket stratejileri göz önüne alındığında, olan da budur. Lâkin ülkemiz eğitim politikalarının tarihi seyrine göz ucuyla dahi baktığınızda, bahsettiğimiz ‘olması gereken’ halinin pek de karşımızda olmadığını görürüz. Değişen dünyaya, gelişen teknolojiye, üretilen yeni fikirlere intibak etmek için girişilen birçok yeniliğin, ne kadar halis niyet çerçevesinde de olsa, bizde ‘yapboz’ mantığının önünü açan hamlelere sebebiyet verdiğini çok net olarak görmek mümkün.

Ülkelerin eğitim kurumlarının kalitesi, gelişmişlik düzeyinin hem sebebi hem de sonucu mahiyetindedir. Doğadaki ekosistem gibi dâimî bir devir-dönüşüm halinde, eğitim çarkları birbiri ardınca döner durur. Sistem ana çark etrafında dönerken, kendine eklenen küçük çarklarla da bir senfoni uyumu kadar sessizce ve hatasız olarak seyrini sürdürür. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ‘yapboz’ sistemi, bu düzenin tam aksi strateji ile hareket eder. Ana çark her dışarıdan gelen yeni bir ana çark ile yer değiştirmek, ona yerini kaybetmek ihtimali ile karşı karşıyadır. Uyum, intibak yerini kati bir değişim ve devrime bırakır. Hal böyle olunca da her değişim esnasında çarklardan yükselen sesler, tüm sistemin dengesini bozmaya, kurumların büyük bir kafa karışıklığına sürüklenmesine neden olur. Biz de Tanzimat’tan bu yana gerçekleşen de budur. 

Tanzimat döneminde ortaya çıkan, sonrasında II. Mahmut devrinde hız kazanarak devam eden Batılı eğitim kurumlarının ülkenin her sathına yayılmasını öngören eğitim politikaları ile birlikte, eski-yeni çatışması Cumhuriyet’in ilk yıllarına değin güncel tartışma konusu olmaya devam etti. Bu kadar katî bir değişim hamlesi elbette çarkların intizamını bozacaktı. Nitekim daha sonrasında devlet erkânının dahi birbiri arasında eski-yeni, medrese-okul tartışmalarına girdiğini, Türk modernleşmesi üzerine birkaç eser okuyan herkes görebilir. Burada tenkid ettiğimiz nokta elbette günümüz eğitim kurumlarının temelini teşkil eden hamlelerin doğruluğunu veya yanlışlığını ön planda tutmak değil, yapılan hamlelerin uzun vadeli planlama ve getirilerinin iyi hesap edilememesine ışık tutmaktır. Çünkü devrin zihniyetinden farklı olarak eğitim politikalarında yapılan değişiklik ve politikalara müdahaleler anında sonuç getirmekten uzaktır. Eğitimin doğası bu şekildedir. Bugün yaptığınız bir değişiklik için, Mümtaz Turhan’ın deyimi ile ‘en az bir nesil geçmesini beklemek’ zorundasınız. Nitekim Devlet-i Aliyye devrinde yapılan birçok değişiklik ve eğitim hamlesi seneler sonra meyvesini verecek, devlet ideolojisinin öngördüğü ve arzuladığı şekilde olmasa da, evvela Meşrutiyet, sonrasında da Cumhuriyet rejiminin doğmasına sebep olacak nesillerin yetişmesini sağlayacaktı.

Hülasa günlük kaygılarla, günlük değişen siyâsî şartlarla eğitim üzerinde değişiklikler yapmak veya eğitimi, günün şartlarından ve olumsuz ikliminden bir kaçış, kurtuluş yolu olarak düşünmek geçmişte olduğu gibi bugün de, gelecekte de aksine olumsuz sonuçları beraberinde getirecektir. O sebeple her siyâsînin, eğitim politikalarına geçmişten, tarihten ders alarak, ihtiyatla ve planlı olarak yaklaşması gerekmektedir. ‘Millî eğitim’in gereğini yerine getirerek, Türk milli şuurunu, ahlaklı olmayı, erdemli olmayı, dünyayı tanımayı nesillere ‘millî’ düşünceden sapmayacak şekilde öğretmek, anlatmak gerekmektedir. Şahsiyetli bireyler yetiştirmek, ‘millî’ olduğu kadar ‘üniversal’ düşünceye sahip nesiller yetiştirmek de milli eğitimimizin başlıca gayesi olmalıdır.

Tabiî, tüm bu eğitim faaliyetlerini sahada uygulayacak, teoriyi pratik hale getirecek olan eğitim neferleri mutlak olarak öğretmenlerdir. Öğretmenler bu ağır sorumluluğun altında, omuzlarında koca bir ülkenin geleceğinin sorumluluğunu taşıyanlardır. Mustafa Sâtı Beyler, Nurettin Topçular, Hüseyin Nihal Atsızlar, Celaleddin Öktenler aklımıza gelen şahsiyetli eğitim neferlerinden yalnız birkaçı. İsmini sayamadığımız daha birçok öğretmen aynı zamanda bu millete münevverlik görevinde de bulunuyorlardı. Müktesebatları, şahsiyetleri, tecrübeleri ile bugünün öğretmenleri ile mukayese edilemeyecek derecede irfan sahibiydiler. Oysaki bugün belli üniversitelerimizdeki belli akademisyenlerin sahip olabileceği entelektüel birikime sahip olan evvelki öğretmenlerin ancak hikâyeleriyle karşılaşabiliyoruz.

İstisnalar muhakkak olmakla beraber, özellikle yeni nesil öğretmenler ve öğretmen adaylarının durumu bugün geçmişle mukayese kabul etmeyecek derecede hazin bir durumda. Öğretmenliğin getirdiği o büyük sorumluluk duygusuna sahip olmayan, iki kelâm Türkçe konuşup, Türkçe yazamayan, ‘millî’ hassasiyetlerden arınmış, alelâde bir mesleğin alelâde birer temsilcisi durumunda olan birçok öğretmen, bugün geleceğimizi şekillendiren en önemli pozisyonda görev yapıyor veyahut görev yapmak için gün sayıyor. Yazımızın ilk satırlarında ifade ettiğimiz üzere eğitim kurumlarının kalitesi, gelişmişliğin hem sebebi hem de sonucudur. Bu mantıkla kalitesizlik de tam tersi istikameti göstermektedir. Demek ki bahsi geçen öğretmenleri yetiştiren kurumlarımızda bir sıkıntı, bir eksiklik, çarkların dönmesine izin vermeyen bir problem var. Bizim yapmamız gerekense öncelikle doğru teşhislerde bulunmak, mevcut eğitim sistemini her sene âtıl pozisyona getirmek yerine sistemin avantaj ve dezavantajlarına uygun ıslahat çalışmaları yapmaktır. Ve eğer bu vaziyette devam edeceksek,  Atatürk’ün ‘Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.’ vecizesi bizleri ümitlendirmekten öte bir korku filmi izlercesine tedirginliğe sokmaktadır.

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen