Başlangıç Hassasiyeti

Her türlü bilim/ilim en başta bazı kabullerin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu kabuller araştırmanın kendisi tarafından ele geçirilmesi imkan dahilinde olmayan şeyler. Bu nedenle mecburidirler.

Bu yazıda fizikten başlayıp, psikolojiden geçip, dini metinlerin yorumlanması konusuna varmaya çalışacağım.

Fizikteki “Kaos teorisi” klasik fiziğin çok fazla karmaşık bulduğu için ancak basitleştirerek ele alabildiği bazı konuları ele alabilmeye uğraşıyor. Zira bu basitleştirme kimi zaman ancak işin hakikatini elden kaçırma bahasına mümkün olmakta.

Örneğin bir ağacın çevresinin kaç santim olduğunu bulmaya çalışan, klasik bilim anlayışındaki birisi için makul bir yaklaşım herhalde eline bir mezura alıp ağacın çevresini ölçmek olacaktır. Kaos teorisi şöyle diyor; iyi ama ağaç gövdesi girintili çıkıntılıdır ve mezura ile bu girinti-çıkıntılar arasında mesafeler kalmaktadır.  Klasik bilim adamı bunun ihmal edilmesinin uygun olacağını söylerken Kaos teorisinin bilim adamı bu farkı da ölçmeye çalışacak. Bu mesafeler çok küçük olduğundan onları fotoğraflayıp büyütmeye çalıştığımızda ise iyice tuhaf bir durum ortaya çıkacak; büyütünce bazı girinti çıkıntılar ölçülür hale gelse bile daha önce gözle tespit edilemeyen küçük girinti-çıkıntılar büyüyecek ve eğer çok hassas bir ölçüm arıyorsak görüntüyü büyütüp onların da ölçülmesi gerekecek. Ama bu büyütme işlemine devam etmek zorunda kalınacak. Ve büyüttükçe içinden çıkılmaz bir şekilde sonsuzcasına artan bir çevre ile karşılaşılacak. Ağacın çevresi esasında sonsuz uzunluktadır. Sonsuzluk uzayın dipsizliklerinde değil avucumuzun içinde yani.

Bir başka örnek de şu; diyelim bir ses sistemi olsun ve mikrofona gelen sesi 4 kat artırarak hoparlörden dışarı versin. Yani 20 desibel ses girip hoparlörden 20×4=80 çıksın. Hesap yalın gibi, ancak Kaos teorisi şunu soruyor; iyi ama hoparlörden çıkan sesin bir kısmı (diyelim onda biri olsun;8 desibel) tekrar mikrofona yansımayacak mı? Yani ilk verilen ses 20 desibel olabilir ama bu ses hoparlörden çıkınca mikrofona da yansıyacak ve mikrofona giren ses 20 değil 28 desibel olacak. Hoparlörden çıkan da 28×4=112 olacak. Bu sefer 112’nin onda bir olan 11.2 mikrofona yansıyacak ve giren ses 20+11.2=31.2 olacak. Bunun da 4 katı 124.8 vb…

Kaos teorisinin ortaya koyduğu en sağlam tezlerden birisi “kelebek etkisi ” olarak popüler kültürde yer alan ve başlangıç şartlarındaki çok küçük bir değişikliğin sonuçta çok ama çok büyük farklılıklara neden olabileceği. Kelebek etkisi tabiri de Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin (başlangıç şartlarındaki küçük bir faktör) Amerika’da fırtınaya sebep olabileceği (muazzam büyüklükte bir sonuç) tasvirinden adını alıyor.

Jung psikolojisindeki  “ruhsal büyüme” sürecinin karmaşıklığının (klasik bilimsel teorilerinin basitleştirmeleriyle değil) ancak Kaos teorisiyle ele alınabileceğini savunan şaşılası güzellikte bir kitapta (Archetypes and Strange Attractors-John. R. Van Eenwyk) Jung’un ruhsal büyüme teorileri ve Kaos teorisi arasında bağlantılar-benzerlikler kurulmaya çalışılıyor. Bana kalırsa da işini gayet başarılı ve güzel bir şekilde yapıyor.

Başlangıç şartlarındaki küçük değişikliklerin nasıl sonuçları büyük ölçüde değiştirebileceğinin örneklerini sayarken örneğin aynı evde, aynı zamanda aynı ebeveynlerle yetişen çocukların nasıl bambaşka türden kişiliklere sahip olabildiğinin bu şekilde anlaşılabileceğini söylüyor. Başlangıçta söylenen küçük bir yalanı örtbas için gereken diğer yalanların insanı ve tüm ilişkilerini kuşatan büyük bir örümcek ağına dönüşmesini anlatan atasözünü örnek veriyor. Bir örnek de insanının içini yaralıyor; şizofren olduğu düşünülerek geçici olarak hastanede bulunan bir genci annesi  ziyarete geliyor. Esasında çocuk enikonu iyi durumda. Çocuk, sevinçle annesini kucaklamaya geldiğinde annesi hafiften kendini kasıyor. Çocuk annesini korkuttuğunu düşündüğünden tereddüt ediyor, kucaklayamıyor, duraksıyor. Anne ona “Anneni kucaklamaktan asla korkmamalısın” diyor. Sözlü mesajla bedensel mesajın bu zıtlığı çocuğu içinden çıkamadığı bir ikileme sokuyor, donup kalıyor. Bu da doktorları onun pek de iyileşmediği, bir süre daha hastanede kalması gerektiği fikrine ikna ediyor.

Bahsettiğim kitabın alt başlığı: Sembollerin kaotik dünyası. İşte psikoloji ve tefsir burada kesişiyor, sembollerin dünyasında.

Prof Dr. Mehmet Paçacı Hoca birisinde; esasında İslam’la ilgili ciddi düzeyde bilgiye sahip, ileri düzey yorumlama becerilerine sahip  bir şarkiyatçının İslam’la ilgili yanlış sonuçlara varmasının usulle vb. değil onun ilk kabulleriyle alakalı olduğunu söylemişti. Buna Kaos teorisinden şöyle bir ekleme teklif ediyorum; Kimi zaman bu ön kabuller hakikatten “çok az” farklıysa da “büyük düzeyde” hatalı sonuçlara varmak söz konusu olabilir.

Burada aklıma gelen bir-iki durumdan bahsedeyim;

Bir tanesi Margoliouth’a ait; şaşırtıcı bir bilgi ve beceri düzeyine sahip bu adam peygamberimizin hayatını incelemeye girişirken şu ön kabulü yapıyor; Müslümanların hadis koleksiyonları veya siyer kitapları pek de güvenilir olmadığından, dindarca bir saflıkla peygamberin hayatı şişirilmiş olabileceğinden, o peygamberle ilgili olumlu ifadelere itimat duyulamamakta, ancak (saf dindar zihin peygamber olarak gördüğü kişiye olumsuz yüklemeler yapamayacağından), aslında olumsuz olanları gerçek olarak kabul ederek yola çıkmak uygundur. Bu sefer de ortaya bildiğimiz İslâmofobik peygamber imajı çıkıyor. Sonuçta Margoliouth’un olanca donanımı bu kabulle ancak hatalı bir peygamber imajı üretmeye yarıyor.

Aslında İslâm dinini düşünce ve uygulamalarıyla arası pek hoş olmayan bir çok yazar da böyle yapar; İslam ilimlerinin kriterlerini bir kenara koyup, peygamberimizle ilgili kendi tezlerini destekleyecek ne varsa, doğru olup olmadığına bakmadan alıp kullanırlar. Sonuçta ortaya farklı bir İslâm peygamberi çıkar.

Duncan McDonald, yorumlar yapmak için İslâm dinin doğduğu 7. YY Araplarının her duyduğu gizemli şeye inanan eleştirel yeteneği olmayan insanlar olduğundan yola çıkıyor. Bundan yola çıkılırsa nereye varılır ki? Oysaki pek çok başka kişi,  Mekkeli müşriklerin tezlerinin bazen nüve olarak olsa da en gelişkin oryantalistler tarafından yapılan itirazların tamamını içerdiğini düşünüyor. 

Belki de bu adamların ön kabullerinin pek öyle küçük de olmadığı ifade edilebilir. O zaman şunu söylemek istiyorum; kelebeğin kanadı kadar fark nerede fırtına çıkarabiliyorsa, bu kadar büyük farkların hakikati nasıl altüst edebileceğini varın siz düşünün. Bu yazıdan gayem nasıl olup da bazı insanların İslâm’la ilgili olarak Müslümanların yaygın imajlarından apayrı imajlara ulaşabildiğinin açıklamasını az daha netleştirebilme, İslâmofobi açıklamalarına bir nedensellik daha sunabilmekti. Esasında şaşılacak hiç bir şey yok. İşin doğasının ta kendisi bu. Küçücük bir fark.

İslâm inancım bana bu küçücük farkın dönüp dolaşıp bilincin değil,  iradenin küçük bir hareketine dayandığını düşündürüyor. Açıkça önümüzde duran gerçeği boyun eğerek kabul edebilecek miyiz yoksa üstün olmak (bu da boyun eğmemek anlamına geliyor) için bu açık şeyi geçersiz kılmak amacıyla, eskilerin sözüyle öküzün altında buzağı mı arayacağız, 40 dereden su mu getireceğiz? Allah böyle bir hırstan hepimizi korusun desem yanlış mı olur ?

 

 

Yazar
İbrahim YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen