29 Mart 2023

Esat ARSLAN

Yakın çevremizde sosyolojik temelli küçük bir araştırma yaptığınızda, göreceğiniz ve tabii ki üzüleceğiniz konuların başında gelir, Osmanlı’nın kısmen ya da neredeyse tamamen reddedilmesi olgusu. Bilmiyorum, buna şahit oluyor musunuz? Doğrusu ben şahit oluyorum ve işitiyorum. Kuşkusuz, buna tanık olunca da üzülmemek elde mi? Tabii ki değil. Peki, bu olgular yanlış mıdır? Hiç duraksamadan verilecek yanıtı söyleyeyim, bütün bunlar, külliyen yanlıştır. Oysa ki, Türk Tarihi ve Sosyolojisi kendi benliğimizi ve kişiliğimizi belirleyebilmek için bize bu alanda büyük olanaklar sağlamaktadır. Nedeni de açıktır. Türk sosyolojisinin Türk tarihiyle zorunlu bir biçimde irtibatlı olması ve de Türk tarihine yönelmeden bu işin yapılamamasıdır. Bütün bunlar Osmanlı üzerine, özellikle “Muhteşem Yüzyıl”üzerinde biçimlendirilmeğe ve de bilinen kesimden gelen eleştirilerin yanlış tabanlı bir zeminde tartışılmasının sonucudur. Ortak yanlışlardan birincisi, “padişahların anaları hiç bir şekilde Türk değildir” olgusudur. İkincisi de tamamen ya da kısmen “Osmanlı’yı Red Meselesi”dir. Bir kere bunlar tamamen gerçek dışı olgulardır. “Muhteşem Yüzyıl”da yapılmağa çalışılan Batı’nın çizdiği bir şablonun uygulanması, Avrupa’nın çizdiği resimlerle Osmanlı’nın değerlendirilmesi çabalarıdır. Fazla ayrıntıya girmeden söyleyelim, Saraydaki kadınların yüzde 70’i Türk’tür, bunların büyük çoğunluğu da Kıpçak Türklerindendir. Unutmayalım, Sarayın yasasına göre 13 yaşın üzerinde kızlar saraya giremezler, yani saraya kadın giremez. Saray Enderunu ile Harem’i bir okuldur. Sarayın tedris-i rahlesinden geçmemiş, kadın erkek hiç bir kişi, ne merkezi ne de yerel yönetimde görev alamaz. Şimdi geçerli olan bir tarihçinin gözü ile hipotezimizi ortaya koyalım. “Osmanlı’nın bürokrasisi Türk’tür, gelenekleri Türk’tür, dili Türk’tür, geçmişi, örgütsel ve bireysel davranış biçimi Türk’tür ve de “yönetim töresi” de Türk’tür.” Nasıl ki “yürümek”ten “Yörük” türetilmişse, ortaya konulan yönetim “töre”sine biat etmekten de “Törük” yani “Türk” sözcüğü türetilmiştir. Irkî bağlamda ortak ad “Tur”dur, buradan Türkler anlamında –an- çoğul eki ile “Turan” sözcüğü çoğaltılmıştır. Yaşanılan coğrafyanın da adı zaten“Turan Zemin”dir. Şimdi de aynıdır, modern toplumlardaki gibi ortaya anayasayı koyarsanız, buna anayasal yurttaşlık düzeyinde bağlı olanlara da “Türk” adı verirsiniz, olur biter. Çünkü insanın hayvandan farkı, geçmişini biriktirme özelliğidir. Alt şuurdaki muazzam bu bilgi birikimini ne kadar irtibat kurabilirseniz, o kadar geçmişten gelen özgün şuurunuzu harekete geçirebilirsiniz. Ama maalesef şimdilerde “geçmişimizle irtibatımız kesildiği” gibi, Türk sözcüğü de “ırkî”bağlama çekilmiştir. Unutmayalım, Türklük, kültürel yapıdaki “milli şuur”un dışa yansımasıdır.

Osmanlı’yı red meselesine gelince. Çok açık söylüyorum, soruyorum, babanızı reddi miras etmeniz mümkün müdür? Söylemesi bile abes, değildir. Uluslararası hukukta halefiyet, ardıllık ilkesine göre Osmanlı Devletinin ardılı Türkiye Cumhuriyetidir. Onun için Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devletince alınan borçları son kuruşuna kadar, yüz yıl öncesinden gelen borçları 1954 yılına kadar ödemiş ve bitirmiştir. Türkiye Ermenistan arasındaki Ermeni ihtilafı Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine kalan bir mirastır. 

Bir başka yanlışların büyüğü ise, son zamanlarda yapılan gri propaganda nedeniyle II.Abdülhamit üzerine dillendirilmeğe çalışılan yanlış söylemlerdir. Bir taraftan Türk Milliyetçileri neredeyse padişahların gavurlukları iddia edip tüm Osmanlı’yı reddederken, öte yandan İslam tabanlı milliyetçiler ise ecdat diye “Fatih, Yavuz ve Kanuni”yi değil de nedense “II.Abdülhamit ve Vahdettin’”i yeğlemeğe başlamışlardır. Her ikisi de “milli şuur”dan yoksun son derece yanlış tutumlardır. Bir kere eğri oturup, doğru konuşalım, II.Abdülhamit, Osmanlı Devletinin Türk tabanlı “yaratılış efsanesi” üzerine hiç görülmedik bir biçimde yoğun çaba göstermiştir. Osman Gazi’nin babası ve Osmanlı Devletinin efsanevi kurucusu Ertuğrul Gazi’nin Söğüt’teki türbesini yeniden inşa ettirerek, âdeta burasını bir mozoleye çevirmiş ve özgün bir “Türk-Osmanlı Kültü” yaratmağa çalışmıştır. Söğüt’teki bu alanın, her yıl özgün Türk aşireti “Karakeçililer”in Orta Asyalı göçebe giysileri içinde, Söğüd’e girip, marş söyleyerek at üstünde geçit resmi yaptıkları kutlama yeri haline gelmesi yine II.Abdülhamid’in sayesinde olmuştur. “Ertuğrul Alayının askerleriyiz,... Sultan Abdülhamit için ölmeye hazırız” marşı ile yapılan resm-i geçitten sonra tamamen Türk milliyetçiliğine özgü gösterilerden binicilik ve cirit yapılmasının gelenekselleştirilmesi onun katkısıyla oluşmuştur.[1] II.Abdülhamit’in Osmanlı Devletinin ilk günlerinin Türklüğü’ne yönelik yenilenmiş vurgusu, onun “Özgün Türk Hanedanları’na” ilişkin tutumunda da kendini göstermiştir. II.Abdülhamit, Adana bölgesinin Türk Beyliği olan Ramazanoğulları aşiretini, “Saf Türk Kanı “ taşıdıkları için onurlandırmıştır. Onların indinde tüm Çukurova’yı gururlandırmıştır. Ramazanoğlu Aşiretinin kadın reisi olan Emetullah Hatun’u İstanbul’a davet ederek, onun ve maiyetinin Yıldız Sarayı’nda en saygıdeğer konuklarına gösterilen muameleyle ağırlanmaları [2] onun Türk milliyetçiliğinin önde gelen meziyetlerinden sadece biridir. 

Unutmayalım, Türk Tarihinin yeneni de yenileni de bizimdir, çünkü tarih bir bütündür. Ecdatın tarihi de bir bütündür ve bir bütün olarak sahiplenilmelidir. Sahiplenmezseniz, gelirler size toplum mühendisliği projelerini dayarlar. Peki, yitirilen ne olur, hemen söyleyelim “milli şuur” yok olur, kaybolur gideriz sevgili okurlar, benden söylemesi.

Dipnotlar

[1] Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji (II.Abdülhamit Dönemi), 3.B., İstanbul, Nisan 2007, s.50

[2] Enver Kartekin, Ramazanoğulları Beyliği Tarihi, İstanbul, 1979, ss 149-150.

Yazar Hakkında:

Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dalında doktorasını ise Ankara Üniversitesinde yaptı. Şam Büyükelçiliği nezdinde askerî ataşelik görevinde de bulunan Esat Arslan, Türkiye’ye döndükten sonra doçent oldu.

1997-2005 yılları arasında Bilkent Üniversitesinde, Türkiye Cumhuriyet Tarihi Koordinatörlüğü görevini yürüten Prof. Dr. Esat Arslan; 29 Mart 2000 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Övünç Madalyası” ile ödüllendirildi. Ayrıca kendisine, Türkiye–Ermenistan ilişkilerine yapmış olduğu katkılardan dolayı, Avrasya Araştırmalar Merkezi (ASAM) nin bünyesindeki Ermeni Araştırmalar Enstitüsü tarafından «2002 Yılı Özel Ödülü» verildi. 2005 yılında Çağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde göreve başlayan Esat Arslan, 2012 yılına kadar Bölüm Başkanlığı yaptı. 2010-2015 yılları arasında BM nezdinde Uluslararası Askeri Tarih Komisyonu Yürütme Kurulu üyeliği de yapan Esat Arslan, halen Türk Askeri Tarih Komisyonu Genel Kurulu Üyeliğini yapmaktadır. Bu komisyonun üyesi olarak ülkemizi, Güney Afrika, Brezilya, İspanya, İtalya, Portekiz, Bulgaristan ve Çin’de temsil etmiştir. Sekiz kitabı bulunan Esat Arslan 2002-2012 yılları arasında, TBMM Tarih Araştırma Grubu üyeliği sırasında yazmış olduğu 1852 sayfalık üç cilt halindeki «XVI. Dönem Parlamento Tarihi» adlı eseri 2013 Aralık ayında TBMM Meclis Başkanlığı tarafından yayınlanmıştır.

Suriye Devlet Arşivleri, İran Dışişleri Bakanlığı Belgeler Arşivi, Washington Ulusal Arşiv Dairesi ve Amerikan Kongre Kütüphanesinde araştırmalar yapan, Prof. Dr. Esat Arslan, SKYTURK televizyonunda dış politika yorumculuğu ATA Tv. de, ART televizyonlarında her hafta yayınlanan “Bakış Açısı” ve “Vizyoner” programlarının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlenmiştir.

Prof. Dr. Esat Arslan iyi derecede İngilizce, Arapça, orta derecede Farsça, İspanyolca, Makedonca ve uzmanlık seviyesinde Osmanlıca bilmektedir.”

 

Yazarın diğer makalelerinden: