Emanete Sahip Çıkma Erdemi

 Necdet BAYRAKTAROĞLU

Tarihin bilinen zaman sürecinin hemen her döneminde Türk adını görmek mümkündür.

Uygurların, Sakaların, Hunların, Göktürklerin, Selçukluların, Osmanlıların dönemlerindeki başarılarına, yenilgilerine, zafiyetlerine tarih sayfalarında şahit oluyoruz..

Selçuklular Anadolu’yu yurt etmemizin kapısını açmış ve orada bulunmamızı sağlamıştır.

Osmanlı ise üç kıta yedi denizde üstünlük kurmuş koca bir imparatorluk meydana getirmiştir.

Dünyanın önemli coğrafyasının bir kısmı Türk toprakları olmuş veya Türklerin yaşadığı topraklar olmuştur. Balkanlar, Asya, Avrupa ve Afrika’nın önemli bölgeleri Türklerin yaşadığı yerler haline gelmiştir.

Tabi bu bölgelere bazı dönemlerde Anadolu’ dan pek çok Türk oralara iskân edilmişti.

                                                                   ***

Bu girişimizden sonra özetin özetini yaptığım bir tespitin içimizi yakan bir gerçeğini yazacağım.

Çin esaretinde inim inim inleyen(Doğu Türkistan’da) Uygur Türkleri, hür gibi gözükse de büyük sıkıntılar içinde olan Irak’taki Türkmenler, Suriye’deki Bayır Bucak Türkmenleri, İran sınırları içinde kalmış Azeri Türkler ve Kaşkay Türkleri, Ahıska Türkleri, Balkanlardaki Türkler gibi içimiz acıtan yaralarımız var.

Bunlar işaret edildiği için bu topraklara yerleşen, şimdi hür ve huzurlu olmayanlar, Türkler, kendini Türk hissedenler, Türk olduğunu haykıranlardır.

Bunların unutulmaması gerekir.

Yönlendirilmeye açık karakterde olan, bilgilendirilmeyi yönlendirme sayan, kıskanç ve bencil insanlar vatan ve milletin bekası ile ilgili fikir ve görüşler paylaşıldığı zaman rahatsız olsalar da bildiklerimizi yazmaya devam edeceğiz.

                                                                               ***

Dönelim konumuza, bu anlatılan yerler bir zamanlar bizlerin idaresi altında olan topraklardır.

Buralarda yaşayan soydaşlarımıza ne kadar soğuk durursak duralım onlar bizdendir, bizimdir ve biz de Osmanlının mirasçısıyız.

Sadece Osmanlının değil Selçuklunun da tarih sahnesinde yaşamış, eserler bırakmış, devletler, imparatorluklar kurmuş bütün Türklerin varisiyiz.

İyi bir eser olduğu zaman göğsümüzü gererek Göktürkler, Uygurlar, Hunlar, Selçuklular, Osmanlılar diyebiliyorsak olumsuzlukları da kabul etmek durumundayız.

Söz konusu topraklarda yaşayanlar, bugün hasbelkader sınırlarımız dışında kalmış olsalar da, bizi yönetenler ilgi göstermeseler de,  Büyük Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh “ sözünü yanlış anlayarak Musul ve Kerkük için söylediklerini, Hatay için yaptığı eylemi dikkate almasalar da, Sovyet sınırları içinde kalan soydaşlarımızın bir gün bu esaretten kurtulacağını ve bunu için hazırlıklı olmamız gerektiğini anlatan sözlerini yorumlayamasalar da, oradaki insanlar bizim insanlarımızdır.

Avusturya’ya, Polonya’ya kadar gitmişiz, Macaristan’ı elde etmişiz. Balkanları elde etmişiz.

Kanije, Budin, Uvyar, Zigetvar, Mohaç, Karlofça, Belgrat’ı almışız. Orada iz bırakmışız.

At izi, mimari izler, kültür ve sanat izi, tabii ki soy izi bırakmışız, şimdi çekilip ben 780 bin km2 lik toprak içindeyim deme lüksünüz olmamalıdır.

Sen, ta Varna ya gideceksin oradaki insanlara İslam’ı tebliğ edeceksin ve Müslüman olmalarına vesile olacaksın; onlara kendini sevdirip Türk olduklarını hissetmelerini sağlayacaksın; Anadolu’dan fethettiğin yerlere götürüp yerleşmelerine sebep olacaksın; din ve millet için burada kök salacaksın diye kutsal bir görev vereceksin;  O kahramanlar orada kalacak ve çoğalacak; sonra elinde olmayan sebeplerle, sınırlarımız dışında kalacaklar.

Şimdi de, malum sıkıntılarla onları kendi hallerinde desteksiz bırakacaksın; O kahraman eziyet çekecek, vatan hasreti çekecek, kardeş hasreti çekecek ölecek sakat kalacak buna rağmen kendinden sonra gelen nesle benliğini aşılayacak; sen onlarla ilgilenmeyeceksin…

Veya sen kendini inkâr edece, dünyevi zevklere kendini teslim edeceksin o insanlara ilgi duyan insanları da ırkçılıkla suçlayacaksın, soysuzlaşmanı bu kelimelerle kapatacaksın…

Bu mümkün değil…

Onlarla ilgilenmek zorundayız, onların tasasıyla tasalanmak zorundayız.

Bu borcumuzdur.

                                                                     ***

Dün beraber olduğun insanlardan ayrılalı yıllar olmuş, hele bazılarıyla yüz yıllar olmuş. Ama bugün karşılaştığın zaman fazla zahmet çekmeden anlaşabiliyorsun, o, yıllarca esaret altında soyunu, dilini unutmamış sahip çıkmış. Sen hürriyet nutukları atıp, özgürlük teraneleri dillendirirken, özünden sana umut bağlamış masum ama delikanlı insanlardan kendini soyutlayamazsın.

Bosna da at koştururken,

Üsküp’te minareleri yükseltirken,

Niğbolu’da, Bre Doğan diye haykırırken,

Sofya’da, Filibe’de, Selanik’te, Beserebya’da, Varna’da, Kerkük’te, Telefer’de sizler benimsiniz özümsünüz derken, şimdi onların ihtiyaçlarına duyarsız kalamazsınız.

                                                                ***

Banu Avar, Sınırlar Arasında adlı kitabında Halep’te gezinirken izlenimini şöyle aktarıyor. ‘Halep hasret kokuyordu. Sokaklarda TRT amblemini gören herkes, esnaf “Arapça konuştuğumuza bakma! Biz Türk’üz” diyorlardı, diyor.

Prof. Tufan Gündüz’ün yazdığı bir Bosna olayı vardır ki gözlerimiz yaşarır. “Türk askerleri Bosna’da önceden tespit edilen yerlere yiyecek giyecek yardımı götürmektedir. Planlanan dağıtım yapıldıktan sonra şu yukardaki tepede yaşlı bir kadın var o da muhtaçtır diye Türk askerine bilgi verilir. Subaylardan ikisi sırtlarına yardım çantalarını alır tepe üzerindeki eve varırlar. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Konuşma arasında kadın siz Türk müsünüz? Diye sorar. Askerimizden evet cevabını alan kadın askerlerimizin de, bizlerinde gözlerini yaşartan şu cümleyi haykırır:

            -Bir gün geleceğinizi biliyordum.

Aradan yıllar geçmiş ama oradaki insanlar umutlarını Türklerden kesmeyip ve geleceğinizi biliyordum diyebilmekteler.

                                                                                   ***

Bu gerekçeler karşısında Türk’ün, Türklüğün titreyip kendine dönme zamanı gelmiştir. Bunun için şuurlanma başta olmak üzere gereken her şey vakit geçirilmeden yapılmalıdır. Önce bu coğrafyada daim olduğumuz çeşitli kez anlatılmasına rağmen hala bir umut peşinde koşanlara, umutlarının boş olduğu, daha güçlü bir şekilde anlatılmalıdır.

Kültür, ekonomik olgular, sosyal açıdan milletimiz, özellikleri doğrultusunda yarınlar için hazır hale getirilmelidir.

Orta Doğu’nun, Balkanlar’ın, Asya ve Avrupa’nın stratejik yerinde olmamız ayrıca üç tarafı denizle çevrili olmamız nedeniyle 21.yy ın gerçekleriyle örtüşecek donanımımız olmalıdır.

Nasıl olacak?

1)     Önce beyni harekete geçirip milli ve manevi değerlerimizle dolu bir şuurlanmaya gitmek gerekir.

2)     Düzenli ve güçlü bir orduya sahip olmak, savunma sanayinde ve teknolojide güçlü bir atılım gerçekleştirilmek gerekir.

3)     İyi yetişmiş insan gücüne sahip olunmalı, yani milli ve manevi terbiye almış, dünü ve bugünü öğrenmiş, yarına ufku ve planları olan insanın yetişmesi için gereken yapılmalıdır. 

4)     Güçlü bir ekonomiye ihtiyaç vardır.

Her ne kadar iç ve dış mihraklar yıpratmak için çok çalışsalar da çok şükür ki iftihar ettiğimiz düzenli bir ordumuz mevcuttur. Gördüğümüz kadarıyla yarınlara kafa yönüyle hazırlar. Tabi teknolojiyle de desteklenmeleri gerekir.

İyi yetişmiş insan gücüne sahip miyiz? Şimdiye kadar bizi yönetenlerin icraatına baktıkça olumlu bir şey söylemek maalesef mümkün değil. Bu tamamen olumsuzdur diye de algılanmamalı, yeterli hale getirilmelidir.

Görüşlerine değer verdiğim Sayın Kamran İNAN Beyin Dış politikamız adlı kitabından bazı alıntılarla düşüncelerimi destekleyeceğim. “Dış politikada tarih bilgisi, tarih analizi çok önemlidir. Komşu devletlerden başlayarak dünyadaki önemli güçler, dış ilişkiler tarihini, milli hedef ve motiflerin iyi bilmek, tespit etmek lazımdır. Tarihi iyi bilmeden bugünü değerlendirmek, politikalar geliştirmek hatalara davetiye çıkarır.”

“Türk dış politikasının yönü de, derinliği de maalesef sınırlıdır. Milli hedefleri yoktur. Statükocudur. Aksiyondan kaçar. Problemi sevmez, bundan dolayı da coğrafi sahasını genişletmeyi sevmez. Oysa son gelişmeler Türkiye’yi nerede ise kendine rağmen, bölgesel, hatta global bir güç haline getirmektedir. Dış Politikamız bu sevindirici realiteden kaçmaktadır.

Başkaları büyüyen Türkiye’nin ayak seslerinden ürkerken, Türkiye kendi ayak seslerinden korkuyor.”

“Milli heyecan potansiyeli, Türkiye’nin değerlendirmeyi unuttuğu büyük bir güç kaynağıdır. Viyana kapısından Çin denizine kadar uzanan sahada Kültür’ü yaşayan,dili konuşulan,din’i paylaşılan Türkiye’nin küçük düşünmeye, içine kapanmaya hakkı yoktur”.

Ekonomimizin ise iyi bir yönetimle, kadroyla hamle yaparak, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi iyi değerlendirerek  kalkınacağımıza inananlardanım…      

Yarınımızın ve bu sorunların çözümünün güvencesi Türk Milliyetçileri’dir…

16 yaşında katıldığım ve katıldığıma da yaradan a her zaman şükrettiğim bu kutlu dava ve ona samimi duygularla bağlı Ülkü erlerinin omuzlarına düşmektedir bu işler.

Bu gerçekleri bilerek ve çözümünü şimdiden üreterek yarına hazırlanmalıyız.

      

Kısaca büyük düşünüp, büyük düşünen nesiller yetiştireceksin.

                                                                                                         

Yazar
Necdet BAYRAKTAROĞLU

Necdet Bayraktaroğlu, Sivas’ın Gemerek kazasında 1952 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemerek’te tamamladı. Ankara Kurtuluş Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Ankara Hukuk ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen