Yirmi Altıncı Yılında Hocalı Soykırımını Yeniden Düşünmek

Esat ARSLAN

Hocalı Soykırımının üzerinden tamı tamına 26 yıl geçmiş, bilmem anımsayabildiniz mi? Sevgili okurlar. Hatırlayınız, bundan tam 26 yıl önce 26 Şubat 1992 tarihinde Ermenistan Silahlı Kuvvetleri Birlikleri Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde Hocalı’da sivil halka karşı saldırıya geçmiş ve 613 Azerbaycan Türk’ü soydaşımızı hunhar bir şekilde katletmişlerdi. Peki, 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan. Onun emriyle güçlü silahlarla donatılmış Hankendi’nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki Ermenilerden oluşan 366’ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı’ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin yumuşak karnı 1915 toplumlararası olayları bir Ermeni Soykırımı olarak neredeyse Avrupa’da köylerine kadar anlatmayı bir misyonik görev olarak seçen, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, Hocalı Katliamı’nın sorumlusu birliklerin başındaki iki liderden biri olduğunu ifade ettikten sonra hatta bazı kaynaklara göre katliam emirlerinin gerçek sahibi olduğunu da ifade edelim. Nitekim Sarkisyan, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall’un yaptığı bir röportajda o günleri matah bir şey yapmış gibi aşağıdaki şekilde değerlendirmektedir:

“Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycan’lılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.”

Bir bakar mısınız, tüm veçheleriyle soykırımın unsurlarıyla birebir örtüşen “Hocalı Soykırımı” için bizzat Serj Sarkisyan tarafından söylenilen bu iki sözcük sizin de kanınızı dondurmadı mı? “Şaka ve İbret”sözcükleri… Ve bu emri veren kanlı lider, düşünebiliyor musunuz, şimdiki Ermenistan Devlet Başkanı “Serj Sarkisyan”.

Gelelim, şimdi de soykırımın suçunun parametrelerinin değerlendirilmesine.  En önemli parametre, hemen her zaman yaptıkları gibi, 26 Şubat 1992 gecesi tanklardan açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi tamamen kesmişlerdir. Bu hareket soykırım suçunun en önemli parametrelerinden biri olan kasıt, niyet (intention) ve saik (motivasyon) unsurunu bire bir ortaya koymaktadır. Diğer iki unsuru ise zaten soykırım suçunun olmazsa olmazıdır ve fiilen ortaya konulmuştur. Bunlardan birincisi soykırım suçunu işleyen bir örgütün bulunması, ikincisi de soykırımla ilgili bir planın bulunmasıdır. Örgütün adı sanı bellidir, planı ve uygulaması da ortalık yerdedir. Yeri gelmişken söyleyelim ve unutmayalım, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir işgal edilirken de Yunanlılar aynı şekilde İzmir’in dışarıyla bağlantısını kesmişlerdi. Hatta daha da ileri gidilerek, azınlıklara ve Yabancı Devletlere ait Hastanelere gelebilecek Türk yaralıların bakılmaması, yaralıların yaralarının sarılmaması yönünde ilgili Hastanelerin Başhekimliklerini el altından uyarmışlardı. Pasaport Limanına getirdikleri, “Patris” gemisine, 7-8 yaşlarındaki Mekteb-i Sultani öğrencilerini doldurarak gemiyi bir mezbaha haline getirmişlerdi.[1] Ellerinde şarap kadehleriyle Patris gemisinin ambarından et çengelleriyle yukarıya çektikleri Türk çocuklarını denize atarak, “yunyo” diye bağırarak teşyi etmişlerdir. Ve kısaca insanlıktan nasibini almamış, bu insan müsveddeleri, İzmir’in Türk halkına bir anlamda cehennemi yaşatmışlardır. Batı Anadolu’dan çekilip giderlerken, her bırakıp gittikleri yeri de yakıp, yıkmışlardı. Camilere doldurdukları Müslüman Türk halkını, kedileri, köpekleri, sığırları ve küçükbaş hayvanlarıyla birlikte yakmışlardı.

Mazisi iki yüzyıl kadar gerilere uzanan Türklere karşı uyguladıkları Ermeni vahşetinin ve mezaliminin en prototip örneği Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus-Ermeni vahşet ortaklığı ile taş taş üzerinde bırakılamayacak şekilde “Van Kentinde yaşanmıştır. Soykırım suçu adı üzerinde hukuki bir kavramdır, yoksa hangi seviyede olursa olsun ve de adı ne olursa olsun Meclisler tarafından kabul edilen ve Türk Milletine dayatılan yasalar değildir.  Bir olayın soykırım diye nitelendirilmesi için yetkili mahkeme kararı gerekmektedir. Böyle bir kararın çıkartılabilmesi için Ermenistan’ın 9 Aralık 1948 tarihli ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 9. Maddesi uyarınca Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanına başvuru hakkı bulunmasına rağmen, bu ülke şimdiye kadar bu yola tevessül etmemiştir. Neden? Asıl düşünülmesi gereken budur. Söyleyelim, başta yurtdışındaki – “Diaspora” sadece Yahudiler için söylenilmesi gereken bir sözcüktür, önüne millet ismi takılarak söylenilmemelidir- Ermeniler vasıtasıyla dünyayı yalanlarıyla boğarak, Almanya’nın Yahudilere karşı işlemiş olduğu “Holokost” suçunu “nadirlikten, teklik”(uniqueness) ten çıkararak yeryüzüne yayma çabasından başka şey değildir. Bu durum, Almanya’nın işlemiş olduğu “Holokost” suçunu hafifletmek için kendilerine “yandaş ve yardaş” bulma tekniğinin bir dışa yansımasıdır.

Ermenilerin, Osmanlı Devletine isyan ederek ve koskoca Van şehrinde iki cami minaresi kalıncaya kadar yapmış oldukları “Van Soykırım Örneği” Ruanda soykırımıyla mukayese edilemeyecek tarzda tipik bir örnektir.[2] “Van Soykırım Örneği”öylesine önemlidir ki, unutulmasın diye de -bizzat yerinde tespit ettiğim için vurgulayarak söylüyorum- Eski Van şehrinin dayandığı yükseltiye de binlerce haç şeklinde kılıçlar kazınmış ve altlarına hem de İngilizce “İntikam, Öç”(Revenge) yazmak da ihmal edilmemiştir. İkincisi ise Çukurova’da Fransız-Ermeni vahşet birlikteliğinin Mondros Mütarekesinden sonra 1918-1921 yılları arasından üç yıldan fazla bir süre içerisinde yaptıkları menfur katliamlardır. Doğu Anadolu’da Van merkezli bir Batı Ermenistan’ı oluşturulurken ve Müslüman çoğunluğun “kaç kaç” ile kaçırılması sonucu bölgeye başka bölgelerden getirilip, yerleştirilecek Ermenilerle de Adana vilayetinde bir Ermeni uydu devletçiği oluşturulması amaçlanmıştır. “Kilikya Ermeni Baronluğu”. Buradaki Baron sözcüğü, Ermenice “Beylik” anlamınadır. Yoksa Büyük Britanya İmparatorluğunun kullanmış olduğu bir aristokratik rütbe değildir.

Ermenilerin Türklere, özellikle de Azerbaycan Türklerine karşı yürüttükleri soykırım politikası sadece geçtiğimiz yüzyılda değil, bugün yaşadığımız dönemde de devam etmektedir. Hocalı’da yaşanan soykırım 100 yıl önce değil, bütün dünyanın gözü önünde 26 Şubat 1992 tarihinde, 26 yıl önce yapılmıştır. Sadece Hocalı’da mı? Elbette değil… Hocalı’dan iki yıl önce Azerbaycan’ın Kazak kentinin “Bağanıs Ayrım Kasabası” Sovyetler Birliği’nin dağılmaya yüz tuttuğu günlerde Ermeniler ve Ermenistan tarafından Azerbaycan Türklerine karşı yürütülen Etnik Temizleme (Ethnic Cleansing) politikalarının ilk kurbanı olmuştur. Burada bu deyimi kullanmamın sebebi, bu suçun İkinci Dünya Harbi sonrasında savaş suçlusu Almanların yargılanması için müttefik ülkeler arasında imzalanan 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşmasına ekli Uluslararası Askeri Mahkeme Statüsü’nün 6. Maddesi [3] uyarınca insanlığa karşı işlenen suçlar(Crimes Against Humanity)’ın (c fıkrası) cezalandırılmasını öngören bir suç olması nedeniyledir. Silahlı Ermeni grupları bu işgal siyasetini Bağanıs Ayrım’a karşı 1989 yılından itibaren uygulamaya koymuşlardır. 1990 yılının Mart ayının 23’ünü 24’üne bağlayan gece bir aile canlı canlı ateşe atılarak yakılmış, insanlar kurşunlanmıştır. Evler yağmalandıktan sonra mazot dökülerek yakılmış, köyün altyapı tesisatı kullanılamaz hale getirilmiştir ve en korkuncu da şu ki, dünyaya henüz gözünü açmış olan 39 günlük bir bebek bile mahvedilerek ateşe atılmıştır. Bu korkunç felaketten kurtulmak umuduyla kaçmaya çalışan ihtiyarlara, kadınlara ve çocuklara da aman verilmemiş, onlar da kurşunların hedefi olmuşlardır.  Yaşananlar gerçek bir katliam, insanlığa karşı işlenen bir suç eylemidir.

Unutmayalım, “Soykırım Suçu”nun en önemli argümanlarından “En iyi Türk ölü Türk’tür” diyen sui-niyetin, art niyetin, kasıt unsurunun ortaya konulması ve özendirici “Anti-Türk” fiilinin bütün Ermeni kafalara egemen kılınması için hemen her şey yapılmıştır. Ermenilerin Sovyetler Birliği dağılırken satın aldıkları bölgedeki Sovyet askerleri ile beraber yaptıkları ve XX. yüzyılın en vahşi katliamlarından birisi olan “Bağanıs Ayrım kasabası”nda yaşananlar belki sayısal bakımından dünyanın üzerinde duramayacağı bir sayıdır. Ancak önemli olan buradaki kasıt unsuru hukuksal zeminde kötü maksat ve saik olarak yerini aldığından soykırım olarak da temellendirilebilir. Katledilenlerin sayısına bakılmaksızın, eğer bu unsur tam olarak gerçekleşmişse yapılan eylem, başkaca bir söze gerek kalmadan soykırımdır. Yapılması gereken ise dünya kamuoyunu düzmece, yalan ve sahte belgelerle Ermenilerin yürüttükleri kampanyalara karşı, gerçek belgelerle Türklere karşı Ermenilerin yaptıkları katliam ve soykırımları dünya kamuoyuna ifşa etmenin gerekliliğidir. Şimdi eylem zamanıdır, gelelim Hocalı için yapılması gerekenlere…

Hocalı Soykırımını anmak, sadece anmak mı? Hayır, unutanlara anımsatmak için Türklük meselelerini, Türk dünyasının bütün sorunlarını hepsinin kendini Türk hissedenlerin davası olduğunu hatırlatmak Türk Dünyasının birincil görevlerinden biri olmalıdır. Şimdi, büyük harflerle ifade edelim, bir çığ gibi büyümesini umduğumuz Hocalı Katliamını Azerbaycan’da, Türkiye’de, Türk Cumhuriyetlerinde, Bosna’da, Makedonya’da, Kosova’daki halkı, yerel yönetimler ve onların Meclisleri tarafından soykırım olarak ilan edilmesi harekete büyük bir ivme vereceği kuşku götürmez bir gerçektir. Bu yönde harekete geçilmelidir.

Üçüncü milenyuma sekiz yıl kala, insan hakları bu kadar gelişme gösterirken ne olmuştu, ne yapılmıştı Hocalı’da? Gelin şimdi de ona bakalım.

Dünyayla irtibatı kesilen ve savunmasız kalan Hocalı’ya giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katletmişlerdi. Unutmayın “Haç” için, Haç uğruna Ermeniler işgal ettikleri Hocalı’da dehşet verici olaylar yaşatmışlardı. Düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. Unutulmayacak bir şekilde 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış, ancak bu olayın tahribatından, mağduriyet travmasından ne ruhları ne de hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. Üç yıl sonra da Serebrenitza’da bu sefer Sırplar 8000 soydaşımızı aynı şekilde soykırıma uğratmışlardır. Birbirine yakın zamanda biri doğuda, diğeri Avrupa’nın orta yerinde sadece ve sadece Türk oldukları için soydaşlarımız vahşi bir şekilde öldürülmüşlerdir. Yine unutmayalım, üçüncü milenyuma beş kala Bosna-Hersek’te 50 bin kadının yine sadece Türk oldukları için ırzına geçilmiştir. Bu eylem sırasında kurbanların vücutlarına ay yıldızlar resmedilmiştir. Burada unutulmaması gereken hedef tahtasına konulan Türk etnisitesinin, bizzat kendisidir. Bu olaydan sonra yapılanlara dayanamayan yaklaşık 800’e yakın genç kız ve kadınımız intihar etmişlerdir. Uluslararası Adalet Divanı Serebreniztza’yı hiç duraksamadan soykırım olarak tanımlamıştır. Dünyaca sayılı insan hakları kuruluşları da Hocalı’yı etnik kimliğine göre yüzlerce insanın ölümüne neden oldukları için tereddüt etmeden Hocalı’daki katliamı bütün koşulları oluştuğu için “soykırım” olarak adlandırmışlardır. Siyasi düzeyde de aynı zeminde alınan kararlar bağlamında da örneğin, 15 Aralık 2011 tarihinde Meksika Temsilciler Meclisi ve Senatosu “Hocalı Katliamı”nı adaletin sağlanamamasından yola çıkarak “soykırım” olarak tanımlamıştır. 2 Şubat 2012 tarihinde de bu sefer Pakistan Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu “Hocalı soykırımı” ile ilgili bir karar almıştır. ABD Teksas Eyalet Meclisi tarafından da benzer bir kararın alınması beklenmektedir.

Gazeteci “Hrant Dink” menfur bir şekilde öldürüldüğünde “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant Dink’iz” diyenler, hiç olmazsa 26 Şubat 2018 günü Taksim Meydanı’nda bir araya gelerek “Hepimiz Türk’üz, hepimiz Hocalılıyız” diyebilmelidir. Eğer böyle söyleyemezseniz, Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ilinin yer almasını, Ermenistan’ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmini, Ermenistan Millî Marşı’ndaki “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” denilmesini onaylıyorsunuz demektir. Ve o zaman bu ülkede sizlerin de yaşamınız tartışmalı hale gelmez mi? O zaman açıkça itiraf etmelisiniz, peki o zaman siz kimlerdensiniz?

Hocalı’da katledilen, ebediyete intikal eden 613 Azerbaycan Türk’ü, karşısında tazimle eğiliyor, bir kez daha ruhlarının şad olmasını diliyorum, sevgili okurlar …

Dipnotlar

[1] Esat Arslan, Belgelşerle Yunan İşgalini Soykırıma Dönüşümü, Yeni Türkiye Dergisi, Sa.6,  Eylül-Ekim 1995.

[2] Justin Mccarthy, Esat Arslan vd, The Armenian Rebellian at Van, The University of Utah Press, Utah, 2006.

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen