Hayatımızda Duanın Önemi ve Padişah ve Hakanların Duaları

                                    Necdet BAYRAKTAROĞLU

Dua, Allah’a seslenmek, yardım dilemek, yalvarmak, dilekte bulunmak ve O’na yakarmaktır. Kulun Allah’a sığınma sevgi ve saygı duyguları içinde yardımını, affını istemesi, O’na inancının güveninin ve teslim oluşunun ifadesidir. Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır, köprüdür. İnsanın ümit kapılarından biridir. Kul aciz, güçsüz, yetersiz ve darda, sıkıntıda olduğu zaman Allah’ dua eder, duasının Yüce Rab tarafından işitileceğini ve istediğinin yerine getirileceğini bilir. Çünkü insan aciz ve ihtiyaç halinde bir varlıktır.

Bütün kâinatın yaratıcısı Yüce Allah Kuran’ının Fatır Suresi 15. Ayetinde “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere layık olan ise yalnızca O’dur” diye bahsetmektedir. Kul ile Allah arasındaki ilişki olan duada asıl amaç, kulun içinde bulunduğu durumunu, halini Allah’a arz etmesi ve bağlılığını bildirmesi, O’ndan yardım, merhamet ve af istemesidir ve O’na yönelmesidir. Peygamberimiz bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Allah’a duadan başka daha değerli bir şey yoktur.”

Dua ibadetlerin en büyüğüdür. Kuranımız Araf 55. Ayetinde “Rabbinize gönülden için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin”, Furkan 77. Ayette ise “ Ey Muhammed de ki: Duanız olmazsa Rabbim size niye değer versin” denilmekte, duası olamayanın Allah nazarında bir itibarının olmayacağı belirtilmektedir. Allah katında kıymetimiz, ehemmiyetimiz dua sayesindedir. Peygamber Efendimizde “Dua ibadetin özüdür, iliğidir”, “Dua ibadetin ta kendisidir” demekte, Hz. Mevlana da “Dua ve ibadet Allah ile olmaktır. Allah ile olan kimse için ölümde, ömürde hoştur” demiştir. Düşünür Phillips Brooks da ”Dua cennete yönelmiş bir istektir” demektedir.

Bu nedenle insan hayatında duanın önemli bir yeri vardır. Hayatımızda en değerli an, Yüce Rabbimize bütün varlığımızla yöneldiğimiz andır. İnsanlar hayatının herhangi bir anında dua yapma ihtiyacı hisseder ve üstesinden gelemeyeceği acı, üzüntü, sıkıntı yaşar ve birçok zor olaylarla karşılaşır. Böyle zamanlarda Allah’a sığınma ve O’ndan yardım isteme ihtiyacı duyar. İnsanlar dara düşünce, sıkıntıya uğrayınca Allah’a sığınır ve yardım ister. Ancak istediklerine ve rahata kavuşunca kendini huzurlu, varlıklı, güçlü hissedince dua etmeyi bırakır. Bu husus Kuranımız Fussilet Suresi 51. Ayette “İnsana bir nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine bir kötülük dokunuverdi mi hemen duaya koyulur” şeklinde açıklanmıştır. Yalnızca sıkıştığımızda, dara düştüğümüzde, bela ve musibet geldiğinde, çaresiz kaldığımızda el açıp “ Allah’ım” diyoruz. Hâlbuki insan her an Allah’a muhtaçtır. İhtiyaç halinde değil, her zaman dua etmeliyiz. Peygamberimiz “Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok dua yapsın” demektedir.

Dua imanla, inançla Allah’tan yardım dilemedir. Kalp ve dil ile O’nu anmadır. Mümin Suresi 60. Ayette “Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin ki size karşılık vereyim” diyerek dua eden, yalvaran kulunu boş çevirmeyeceğini belirtmektedir. Duada ısrar isteyen Peygamberimiz “Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever “ demektedir.

Dua, müminin silahıdır, sığınağıdır ve yürekten, candan yapılarak Rabbin kapısına varılmalıdır. Mevlana dua etme hususunda “Dua edeceğin zaman nedamet ateşiyle ve nemli gözlerle dua et” demektedir. Duada dil gönül ile buluşmalıdır. Ancak gösteriş ve riya olmadan tam bir samimiyet ve teslimiyet, ümit içinde olmalıdır. Kuranımız Araf 56. Ayetinde “Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti yakındır” denilmektedir. Peygamberimiz de “Allah’ın fazlından isteyin. Allah kendisinden istenilmesini sever” demektedir. Ayrıca çalışmadan, gayret etmeden, sebeplere yapışmadan duamız temennide kalır. Peygamberimiz “Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giren gibidir” demektedir.

Dua sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalı, yanlış yerde yardım aranmamalıdır. Kuranımız Rad Suresi 14. Ayetinde “Gerçek dua yalnız O’nadır. O’ndan başka yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle icabet etmezler” denilmektedir.

Dua Allah’ın rızasını kazanmaktır. Rızası istenerek dua edilmelidir. Birisinden bir iyilik gördüğümüzde hemen “Allah razı olsun” deriz. Cami, çeşme, okul, yol, köprü yaptırır, vakıf kurar, aşevi açar, fakirleri sevindirir, bu yaptığı hayırlı iş nedeniyle insanlar onun hakkında hayır duada bulunurlar. Yalnız kendimiz için değil, ailemiz, yakınlarımız, komşularımız, tanıdıklarımız, yaşlılar ve hastalar, düşkünler ve de vatanımız milletimiz ve Türk-İslam Alemi içinde dua etmeliyiz. Yediğimiz nimetler için sofralarımızda dualarımızı da eksik etmemeliyiz.

Anne ve babanın hayır duasını almak da çok önemlidir. Peygamberimiz “Bir babanın oğlu için duası, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duası gibi makbuldür” demektedir. Ayrıca hastaların ve yaşlıların hatırlarını sorarak, ziyaret ederek duaları alınmalıdır. Peygamberimiz hastanın yapacağı dua hakkında “Onun duası meleklerin duası gibidir” demekte, yine bir Hadisi Şerifinde: “Cenab-ı hak saçı başı ağarmış bir pir-i fani dua ettiğinde, onun duasını kabul etmemekten hicap duyar” denilmektedir. Keza mağdurun ve mazlumun duası ve adaletli devlet başkanın duası Allah katında kabul görür. Ölmüşler için yapılan duada büyük sevap vardır. Peygamberimiz “Kabul bakımından duaların en süratlisi, bir kimsenin başka birisi hakkında yaptığı duadır” demektedir.

Dua yalnız kulun ibadeti değildir. Kâinattaki bütün varlıklar da dua içindedirler ve kendi dillerinde dua etmektedirler. İsra Suresi 44. Ayette  “Kâinatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah’ı tesbih etmesin, O’nu anmasın, O’na dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını farketmiyorsunuz” diye buyrulmaktadır.

Dua bazı zamanlarda yapılırsa mübarek ay, gün ve gecelerde, daha çabuk kabul görür. Bayram, arefe ve cuma günleri, üç aylar ve Ramazan ayı duanın makbul olduğu zamanlardır.  Ayrıca seher vakitleri duaların kabul gördüğü zamanlardır. Peygamber Efendimiz “Allah seher vakitlerinde rahmetiyle dünya semasına nüzul eder. Yok mu dua eden duasını kabul edeyim, yok mu bağışlanmak isteyen onu bağışlayayım” der. Yüce Rabbimiz, bazen dualarımızda istediğimizi bizim için hayırlı görmeyerek,  bizim için hayırlı olanı nasip eder.

Dua ile Allaha yaklaşan, O’nun sevgisini kazanır ve merhamet ve yardımını, sevabını hak eder, şifasını görür. Gönlünde ve bedeninde bir huzur ve rahatlık hisseder. İnsanlar için ruhsal yönden bir şifa ve koruyucu bir sağlık tedbiridir. Hastalıklara karşı dua etmek suretiyle Allah’tan şifa dileme, ilk peygamberlerden bu yana süre gelen bir inanç ve uygulamadır.

Tarihimiz incelendiğinde, Türklerin Orta Asya’dan bu yana dua ile tedavi şeklini uyguladıkları görülmektedir. Selçuklu ve Osmanlılarda su sesi ve müzikle akıl hastaları ve birçok diğer hastalıkların tedavisi yapıldığı gibi, aynı zamanda güzel sedalarla, ilahilerle, dua ve telkinlerle de tedavilerin yapıldığı ve hastaların sağlık ve şifa buldukları anlaşılmaktadır.

Selçuklu ve Osmanlılar döneminde dua ve telkinle hastaların tedavi edildiği şifa ve sağlık merkezleri kurulmuştur. Başta Edirne olmak üzere Sivas (Divriği), Amasya, Kayseri, Konya ve İstanbul da tedavi merkezlerinin olduğu bilinmektedir. Amasya Darüşşifasın da, Kayseri Gevher Nesibe Hatun Şifahanesinde ve Edirne de Padişah II. Beyazıt tarafından yaptırılan şifahanede ruh hastaları ve diğer hastalar dua ve telkin ve ilahilerle tedavi ediliyordu. Bu şifahanelerin bulunduğu külliyelerin içinde aynı zamanda cami, mescit gibi ibadethanelerde vardı.

Daha sonra Avrupa ve Amerika da, dua ve telkinle tedaviyi Türklerden alarak uygulamaya başlamışlardır. Bilimsel çalışmalarda artık, bazı hastaların dua ve telkin ile moral verildiğinde iyileştiği görülmektedir. Nobel Tıp ödülü kazanan ünlü Fransız bilim adamı Dr. Alexis Carrel duayı şöyle tarif eder: “Yaratılabilen enerjinin en büyüğüne haizdir. Yer çekimi gibi olağanüstü bir kuvvettir. Bir doktor olarak şunu temin edebilirim ki, bilimsel çarelerin sustuğu yerde duanın büyük mucizelerine şahit oldum” demektedir.

Bugün batıda da birçok hastanenin yanında bir kilise ve ibadethane bulunmaktadır. Tedavi kurumlarında, inançlarına göre din adamları istihdam etmektedirler. Bu devletlerde hükümetler, sosyal planlamalarında vatandaşlarının ruh ve beden sağlığının korunması için manevi değerlere daha çok yer ve önem vermektedirler. Fransa’da Lourdes şehrinde hastaların dua ve telkinle tedavi edildiği bir merkez var. Burada yıllardır dua ve inancın hastalıkların tedavisindeki gücünden yararlanılarak tedaviler uygulanıyor. Tıbbi imkanlarla tedavi edilemeyeceği raporla sabit olan hastaların ilk başvurduğu bu merkezde, dua ve telkinle hastanın maneviyatı güçlendiriliyor ve hastalığı yenmesi sağlanıyor.

Gelişen bilimsel tıp, hasta bakım ve tedavide hastanın “inançları doğrultusunda ibadet etmesini” temel ihtiyaç görmekte, manevi sağlığın fiziki sağlığa tesir ettiğini ortaya koymaktadır. Yalnızca Amerika da hükümet dua ile tedavi araştırmalarına milyon dolarlık fon ayırmış ve yapılan bir araştırmada deneklerin %73 ü ferdi dua etmenin başkalarının hastalıklarının iyileşmesine yardımcı olduğuna inandıklarını söylemiştir. RC. Byrd ve E. Targ adlı bilim adamlarının yaptığı çalışmalar, duanın bedeni rahatsızlıklara etkisi olduğunu hayat kalitesinin geliştirilmesinde yararlı olduğunu göstermiştir.

Adem Peygamberimizden beri bütün Peygamberlerde hep Allah’a dua etmiş, ondan yardım istemişlerdir. Kuranımız Enbiya Suresi 90. Ayette “Onlar (Peygamberler) hayır işlerinde koşuyorlar, korkarak ve ümit ederek Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı” denilmektedir.  Peygamberlerimizden bazıları Yüce Allah’a karşı şu şekilde dualarını yapmışlardır.

Hz. Adem ve Havva’nın, cennette kendilerine yasak olan ağacın meyvesinden yemeleri üzerine cezalandırılınca yaptıkları duada “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz. Bizi bağışla Yarabbi!” (Araf 23) Hz. Nuh Peygamberin duası: “Ey Rabbim! Bilmediğim şeyi, Senden istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, ben hüsrana düşenlerden olurum” dedi. (Hud 47) Musa Peygamberin duası: “Ey Rabbim! Dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. ..Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Sen bizim Velimizsin; artık bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” (Araf 155-156) Hz. İsa Peygamberin duası:“Eğer onlara azab edersen et. Bu Senin hakkındır,  çünkü onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacak olursan sana layık olan budur. Şüphesiz ki Sen Aziz’sin, Hakim’sin” (Maide 118)

Peygamber Efendimiz yaptığı bazı önemli dualarında şöyle diyordu: “Allah’ım! Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahrette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru”, “Allah’ım! Fakirlikten, yoksulluktan, zilletten Sana sığınırım. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.” “Allah’ım! Senden yararlı bilgi, hoş rızık, kabul edilmiş amel isterim”, “Rabbim! Ümmetimi bağışla, merhamet et, çünkü Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”

Eski Türkler de Gök Tanrı (Tengri) inancı vardı. Ay, güneş gibi tabiat kuvvetlerine inanır, onlardan yardım isterler ve onlara dua ederlerdi. İslamlığı kabul ettikten sonra günlük hayatlarında, ibadetlerinde, barışta, seferde ve savaş da hep Yüce Allah’ a inanmış, yardım istemiş ve O’na dua ve niyazda bulunmuştur. Hakan ve Padişahlarımızın seferde ve savaş da Allah’a karşı yaptıkları dualardan bazıları şunlardır:

Sultan Alparslan 25 Ağustos 1071 günü ordusu, Bizans ordusuna karşı savaş düzeni aldıktan sonra diz çökerek Cenab-ı hakka şöyle yalvardı:

“Allah’ım! İslam’ın sancağını yücelt, ona yardım et. Sana itaatte canlarını feda edip, tabi olmak hususun da kanlarını akıtan yolunun mücahitlerini kuvvetlendirerek, yurtlarını güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum etme. Sultan Alparslan’ın Sen’den dileği yardımı esirgeme ki, o bu sayede hükmünü yürütsün, Sen’in dinini şerefli ve yüce tutabilmesi için onu lütufkar ve her zaman devamlı tesir icra eden desteğinden mahrum etme. Ordusunu meleklerinle destekle. Ve bu cihatla sana yaklaştım. Senin katında secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, gerçek duygularımı ifade etmezse beni, yanımdaki yardımcılarımı ve askerlerimi yok et! Eğer, inancımdaki samimiyetimi kabul ediyorsan, düşmanlara karşı bu cihatla bana yardım et ve beni muzaffer kıl” Allah, Sultan’ın duasını kabul etti ve düşmanı yendi.

Sultan I. Murad 1389 tarihinde Kosova’da, Haçlı ordusu ile karşı karşıya geldiğinde namaz kılıp yaşlı gözlerle şöyle dua etmişti: “Ya Rab! Bunca kere duamı kabul ettin, beni mahcup etmedin. Duamı yine kabul eyle. Eğer bir yağmur gönderip bu dumanı üstümüzden dağıtırsan, senin adına savaşan askerleri kırılmaktan kurtarırsın. Benim halimi de en iyi sen bilirsin… Beni bu Müslümanlara kurban eyle.  İslam askeri için ölüme hazırım. Bu müminleri küffar diyarında mağlup ve helâk eyleme… Evvel beni gazi kıldığın gibi şimdide şehadeti nasip et! Bu gazada ya taht ola ya baht ve ömrümün sonunda şehit olup, iyi adla alemden göçem” Sultan Murad’ın bu içten duası Allah katında kabul edilmiş, düşman yenilgisi sonrası savaş alanında yaralıları gezerken Sırp Miloş tarafından hançerlenip şehit olmuştur.

Sultan II. Murad, 19 Ekim 1448 tarihinde, II. Kosova Savaşında savaş öncesi iki rekat namaz kılıp Allah’a şöyle dua etti: “Ya İlahi! Bir avuç ümmet-i Muhammed’i Sen sakla ve onlara afvu inayet eyle. Ol Habibin iki cihan fahri Muhammed Mustafa hürmetine bunları sıyanet buyur. Benim günahlarıma bakıp Ehl-i İslam’ı küffar elinde zebun ettirme İlahi!..” Allah II. Murad’ın duasını kabul etti ve savaş Türklerin zaferi ile neticelendi.

Sultan Mehmet (Fatih) 1453 tarihinde İstanbul’un fethi esnasında, namazını kıldıktan sonra Allah’a şöyle dua eder: “Ey Allah’ım! Sen rızık veren ve her şeyi bilensin. Sen teksin ve hiçbir şeye muhtaç değilsin… Ben aciz kulunun da tek arzusu ise, sana inanmayanlarla savaşıp elimden geldikçe sana layık iş yapmaya çalışmaktır. İrade Senin, güç Senin kudret Senin yardım Senindir. ‘Ama bizim uğrumuzda cihat edenleri, elbette yollarımıza eriştireceğiz’ müjdesi gereğince, benden istek ve ümit, Senden yardım ve hoşnutluk diye çok yalvarıp,  Rabbim bize sabır ver, sebatımızı artır. İnkar eden millete karşı bize yardım et”  Aynı zamanda Sultan Mehmet’in hocası Akşemsettin de çadırında Allah’a ellerin açmış ”Allah’ım, dayanacak gücüm kalmadı. Ya Mehmet’imi muzaffer eyle, ya da canımı al” yalvarıp yakarıyordu. Allah dualarını kabul etti ve İstanbul fethedildi.

Kanuni Sultan Süleyman 29 Ağustos 1526 günü sabahı Mohaç’ta, savaş öncesi namazını kılıp Allah’a şöyle dua ediyordu: “İlahi! Kuvvet ve kudret senin Allah’ım. Tasarruf ve nusret Senin. Ya Rabbi! Lutuf ve inayet Senin, kerem, mürüvet ve himayet Senin. Bir bölük ümmeti Muhammed fukarasını yerindirme. Düşmanı sevindirme! Ümmeti Muhammed’e yardım et”  Yüce Allah Kanuninin duasını kabul etti ve Mohaç zaferini kazandı.

Atatürk, 31 Ağustos 1922 de savaş alanında gezerken birçok ölü, yaralı ve bağrışanları görür, şehitler için Fatiha okur ve ellerini Allah’a açarak şöyle dua eder: “Yarabbi! Bana suç yazma, beni ölülerin sorumlusu yapma, Yunanlılar yurduma girdi. Milletimin namusuna saldırdı. Türklüğü ve Sana inanan, dua eden Müslümanlığı yok etmek istediler. Yurdumu kurtarmak için savaş yaptım. Beni istilacı kumandanlarla bir tutma! Türk Milletimin Kurtuluş Savaşında dökülen kanlardan dolayı beni affet.”

Dua, kişinin imdadını Yaradan’ına duyurması, takatsiz kalan kalplerin, güçlü olan Allah’a yaslanması, hatırlanması ve rahmet kapısının çalınmasıdır. Hz. Mevlana “Dua kapı çalmaktır. Sonrasına karışmak haddi aşmaktır” demektedir. Dua temiz kalple istenir. Peygamberimiz “Vücutta bir et parçası vardır, eğer o temiz ise bütün vücut temizdir. İşte bu kalptir” demektedir.  Yüce Rabbinin verdiğini de idrak eden insanda, O’ndan her şeyi temiz kalple ister ve hayırlısını ister ve Allah’ın sevdiği kul olmaya çalışır. Bilgin Benjamin Franklin de “Yüzyıl yaşayacak gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi dua et” demektedir.

KAYNAKLAR

Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu-Büyük Dua Kitabı- Diyanet Vakfı Yay.-Ank. 2008

Prof. Dr. İskender Pala- Kudemanın Kırk Atlısı-Kapı Yay.- İst.2010

Pof.Dr. Nihat Hatipoğlu-Büyüklerin Duaları-Özge Yay.-İsts.2011

Süleyman Ateş- Büyük Dua Mecmuası- Kılıç Kitabevi Yay.-Ank. 2004

Kemal Arkun- Sultan Murad, Yavuz, Kanuni Han- Akademisyen Yay.-İst.2009

Avni Altıner- Her Yönüyle Atatürk – Bakış Kütüphanesi- İst.1961

Ahmet Coşkun-Şah-ı Cihan Fatih Sultan Mehmet Han-Babıali Kültür Yay.-İst.2008

Yazar
Necdet BAYRAKTAROĞLU

Necdet Bayraktaroğlu, Sivas’ın Gemerek kazasında 1952 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemerek’te tamamladı. Ankara Kurtuluş Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Ankara Hukuk ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen