Dilenciye neden  kızarız?…

Kenan EROĞLU

Sokakta,  caddede veya işyerlerinde dilencilerle karşılaşırız,  boynu bükük bir vaziyette 3-5 kuruş yardım dilenirler.

Bazı insanlar,  dilencilere cebinde ne varsa ufak tefek verirler,  bazıları ise üç-beş kuruş vermek yerine dilenciye kızarlar,   “aslan gibi adamsın çalış,  neden dileniyorsun“ vs. derler.

Aslında;  Bizim geleneğimizde  “veren el alan elden üstündür“,  ama biz kendi geleneklerimizi ve bu konuyu fazla bilmediğimiz için gelen dilenciyi kovar,  kızar,  söylenir,  tersler,  azarlar ve onu aşağılarız.

Hâlbuki o da en nihayetinde bir insandır,  sadaka verirsiniz ya da vermezsiniz.  Buna sizi hiç kimse mecbur tutamaz,  Zaten zorla vermişseniz o sadakanın yerini bulma ihtimali azdır.

Dilenciler arasında bazen insanları çok rahatsız edenleri de oluyor, hele bazıları gözlerine kestirdikleri erkek ve kadınları ısrarla bir yardım vermeye zorladıkları da olmuyor değil. Sakat olmadıkları halde kendilerini sakatmış gibi gösterenlerinde olduğu bir gerçektir. Yanında tekerlekli sandalyede yaşlı kadınlar mı gezdireni, küçük çocukla dilenenler mi hepsi bir âlemdir ama sonuçta her ne şekilde ve kim olursa olsun dilenci diye bir gerçeğimiz vardır.

Böyle olmasına rağmen dilenciye bir miktar yardım vermek istemiyorsanız,  nazikçe güler geçersiniz veya yok dersiniz,  azarlayarak onun kalbini kırmak size daha iyi bir sonuç sağlamaz,  onun topluma olan nefreti artar sadece.

Ama mümkünse az da olsa kalbinizi bozmadan, kötü düşüncelere kapılmadan hedefini bulma ümidiyle bir sadaka verirsiniz.  Gerisi için ise “Allah kerim” dersiniz, siz size düşeni yaparsınız ve bunu karşıdakini incitmeden yaparsınız,  gerisini Allah bilir.

Eskiler, ne güzel yollar bulmuşlar ve bunu uygulamışlar. Kimsenin kalbini kırmadan, kimseyi incitmeden sadakalarını vermişler yardımlarını yapmışlardır.

Eskiden,  Osmanlı’da  “Zimem defterleri” vardı. Çok güzel bir gelenekti,  bakkal,  kasap manav gibi esnafların müşterileri için tuttuğu bu borç defterleri mübarek günlerde-aylarda hafiflerdi.  Ramazanda zengin bir şahıs bakkala, kasaba gelir,  zenginliği ölçüsünde defterden ilk 20-30 sayfasındaki borçluların veya daha zengin birisi ise defterdeki tüm borçluların borcunu öder ve sildirirdi. Borçlu borcunu kimin ödediğini bilmez,   borç ödeyen de hangi borçluların borcunu kapattığını bilmezdi. Her iki tarafta kalp huzurunda olurdu, Borcu ödenen kişi borcu ödendiği için Allah’a şükreder, borcunu ödeyenlere dua ederlerdi. Borç ödeyen kişi ise borçlarını ödediği kişileri tanımadan ve kalbini doğrultarak ödediği için gönül huzurunda olurdu.

Ayrıca Osmanlı’da “sadaka taşları” vardı.  Çeşitli yerlere dikilmiş olan bu sadaka taşları insan boyunda biraz yüksekçe üst kısmı biraz çukur,  bir mermer sütundan meydana gelirdi.  İnsanlar kimseye görünmeden fakirlere yapacakları yardımı oraya gizlice koyarlar ve ihtiyacı olanlar da akşam saatlerinde oradan ihtiyaçları kadar parayı alırlardı,  sadakayı alan, sadakayı verenin kim olduğunu bilmez,  sadakayı veren ise kime sadaka verdiğini bilmezdi.

Şimdilerde bazı zenginler,  fakir kimselere yardım ediyorlar,  ama bunu törenlerle,  davul zurna ile televizyon ekranlarında yapıyorlar,  yardım ettikleri kişilerin utanmasına ve gururlarının kırılmasına ve incinmelerine sebep oluyorlar.

Dilenciye, ihtiyacı olan kişiye yardım ederiz veya etmeyiz. Fakat karşıdaki kişinin gururunu kırmadan, onu aşağılamadan nazik ve anlayışlı davranmak gerekir. Bize yakışan budur.

Sözün Özü:

“İyilik yap, suya at; balık bilmezse Hâlik bilir.”Ve Hâlik; Mahkeme-i Kübrâ’da onu balığa da bildirir.

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen