3 Haziran 2023

Mehmet MAKSUDOĞLU

1.Türkiye, Dünya medeniyetinin doğup geliştiği üç kıtanın birleştiği yerde, kilit mevkiindedir. Petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının dağıtımı için uygun bir noktadadır. Ulaşım bakımından, yeryüzünün merkezi sayılabilir.

Üçüncü hava alanının yapılışı, Almanya ve İngiltereyi niçin telâşlandırıyor? ‘Ağaçlar kesiliyor!’ diye başlatılan Gezi kalkışmasının ardından, bu işte önayak olanlara ne istedikleri sorulduğunda, isteklerinin başında gelen, üçüncü hava alanı inşaatının durdurulması’nın, ağaçları korumakla ne ilgisi vardı? Dış müdahalenin varlığı açığa çıkmıştı! İngilteredeki Heathrow ve Almanyadaki Düseldorf hava alanlarının yapageldiği aktarma işi, İstanbulun konumu daha uygun olduğu için, Türkiyeye kayıyordu! Bu hava alanlarının işi azalınca, binlerce işçi işsiz kalacaktı!

Pekin-Londra çelik ipek yolu (demiryolu) nun devreye girmesiyle de, daha kısa zamanda, daha fazla eşya,  daha az tehlike ihtimâliyle taşınacağı için, eldeki pek çok gemi âtıl kalacak!

Batılı dostlarımız(!) Türkiyeyi başka işlerle uğraştırmak, takatini, parasını, insanını meşgul etmek için pkk, deaş, fetö, dhkpc … gibi örgütleri kullanmayıp da ne yapsınlar? 

Üç yanı denizlerle çevrili, aynı anda birden fazla mevsimin yaşandığı, iyi kullanılırsa 300 milyon insanı besleyebilecek toprağı olan ülkemiz, gerçekten eşsizdir. Gereken, sâdece, önyargılardan kurtulmak, birkaç nesildir devlet eliyle yetiştirilmiş olan sömürge aydını zihniyetine yüz vermemek, aklı kullanmaktır.

2.İslâm en büyük nimettir. ‘Ol Mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler’ deyimine uygun olarak, balıkların, içinde yüzdüğü denizin farkında olmadığı gibi, içinde yoğrulduğumuz, hakkında bilgimiz tortu hâlinde kalmış olsa da, İslâm, gerçekten en büyük nîmettir :  insan, taşıdığı hak duygusu kadar insandır, insanı insan yapan, taşıdığı hak duygusudur. Hak kavramını İslâma borçluyuz: Hak, tamamen islâmî bir kavramdır. Batı dillerinde hak kelimesinin karşılığı YOKTUR; hak kavramı, o milletlerin kafasında, gönlünde yoktur ki, dillerinde onu ifâde eden kelime bulunsun! Frenk dilindeki droit, ‘hak’ demek değildir, ‘doğru’ diye çevrilebilir. İngilizcedeki ve İngilâzcadaki (American language) right, true, correct, genuine, core kelimelerinin hiçbiri, hak kavramı karşılığı değildir, bu kelimelerin toplamı, belki hak kelimesinin anlamını verebilir. Anlatıldığına göre, komünist rejimin hâkim olduğu ülkelerin dillerindeki sözlüklerde özgürlük kelimesi bulunmazmış: o kavramı halk, yönetilenler bilmesi, diye.

Hak kavramına sâhip olmayan Batı’lı, Rakka’yı (kendi işgal ettirdiği güçlerden) kurtarmak için bombalar, binaları hâk ile yeksân eder, insanları öldürür. Hak kavramına sâhip Türk askerî, Afrîn’i kurtarmak için santim santim ilerler, insanlara, binâlara zarar vermez, kendisi zâyiât verir, şehidler verir! İşte iki farklı dünya görüşü ve sonuç!

Medenî, uygar (!) Batılının kafasında, dünya görüşünde, kim güçlü ise, haklı odur : tam vahşî hayvan anlayışı!

Bu millet, İslâmla öylesine yoğrulmuştur ki, tatsız, yağsız peynire, ‘âdi’, ‘ucuz’, ‘bayağı’, ‘lezzetsiz’, ‘kötü’ peynir demez; ‘îmânsız peynir’ der. İnsanın îmân nimetinden mahrum kalmışını var kıyâs eyle!

Yüzyıllar boyunca, ‘Türk’ kelimesi, ‘Müslüman’ kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanıldı. İsfahân veya Fas’ta, bir Avrupalı Müslüman olunca, ‘Türk oldu’ denirdi. Balkanlarda, bazı ülkelerde hâlâ, ‘İslâmın şartı’ yerine ‘Türkün şartı’ denildiği biliniyor. ‘Güvenlik Bölgesi’ndeki, korumakla görevli olduğu Müslüman Boşnakları, Sırpların öldürmesini kolaylaştıran, hiçbir müdahalede bulunmayan Hollandalı subaya, yaptığı mârifet (!) ten dolayı, bir de madalya verildi! ‘Hak’ kavramından yoksulluk, insan biçimindeki mahlûkları, işte böyle bir çeşit mahlûk yapar! (hayvanlara haksızlık etmek istemiyorum; onların temiz adını, bu mahlûklarla bir araya getiremem.)

İslâm, hayâtın bir bütün ve sonsuz idiğini, doğumla ölüm arasındaki kısmın “yakın hayât” (el Hayâtud Dunyâ), devamı olan, sonraki, Kıyâmetle başlayan kısmın “el Hayâtu’l Âkhiretu) olarak adlandırıldığını bildirir. Müslüman, yakın hayatı boyunca sınavda olduğunun bilincindedir. Savaşıyorsa, şehidliğin çok yüksek rütbe olduğunu bilerek, kâfirler (İslâm gerçeğini örtenler, inkâr edenler) gibi korkak davranmaz. Amerikalı general boş yere, lâf olsun diye şöyle dememiştir : “Türklerle savaşma konusunda, iki kere düşünülmelidir; geri çekilmek, kaçmak nedir bilmezler.” Türkiye’nin haklı isteği ve isrârı üzerine, Amerika, Munbici boşaltmayı, ‘bir lütuf olarak’ kabul etmedi! Konvansiyonel silâhlarla yapılacak bir çatışmanın sonucunu görüyor; nükleer silâh kullanımı, zâten Dünyânın sonu demek!

***

Papaz Brunson, bahanelerden sâdece biri! Batılı, bizi Anadolu’da işgalci olarak görüyor, asıl sâhibi (!) Hristiyanlara geri kazandırmak (reconquista Endelüs’le bitmedi, devâm ediyor, biz, uyutulduğumuz için farkında değiliz) için herşeyi yapıyor. Meselâ, eğitimimizi planladığı için (1947 Marshall yardımı) arkeolojiyi öyle bir yörüngeye oturtmuşlardır ki, bizim arkeologlarımız kazıp kazıp Anadolu’nun her yerinden Roma eserleri çıkarıyorlar. Anadolu’nun tapusu (üzerinde kimin yaşadığına DEĞİL, târihte kime âid olduğuna bakılır) Rum’a çıkarılırken, turist gelecek diye reklamını da bize yaptırırlar. Zâten, Keskin kırılma noktası Tânzîmat’tanberi süregelen zihniyet anaforunda yetiştirilmiş, bol keseden ‘aydın’ denilen  okur-yazarımız, Fuat Uğur’un çok beğendiğim ifâdesiyle : kendinin, yanlışlıkla bu ülkede doğmuş, bir talihsizlik eseri olarak Türk ve Müslüman bir âile içinde dünyaya gelmiş olduğu kanaatindedir. Aydın(!)ımızı, hemen her gün toprak altından çıkarılan Rum eserleri rahatsız etmek şöyle dursun, memnun eder; Tuna’nın kuzeyinde, binlerce değil, onbinlerce köprü, hamam, hastane, câmi, medrese, köprü, han, bedesten, çeşme vb eserimiz kazınmış, yok edilmiş, farkında bile değildir. Biz, meselâ  Estergon kalesinde bulunduğumuz sırada, ne hissediyorsak, Batılı’nın da, kendine âid gördüğü bu kalıntılar yanında, ‘buraları Hristiyanlarındı, barbarlar gelip yerleşti’ diye düşüneceği, aklına bile gelmez. Çünkü, ‘düşünce özürlü’ olarak, slogan temelli yetiştirilmiştir ve dahî çok ilericidir.

Sıpların ağzında, çoluk çocuk, hemen hepsinin ağzında - ‘çocuktan al haberi’- deyimine uygun olarak dolaşan:

Od jadrana do İrana             Adriyatik’te İran’a kadar

Nece biti Müslümana           Müslüman kalmayacak!           

Lâfından da haberi yoktur sevimli aydın(!)ımızın!                 

14/08/2018

Yazar Hakkında:

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak Arapça, Farsça, İngilizce ve Hadîs öğretti. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Târihi Asistanı oldu. Tunus’ta doktora tezi ile ilgili malzeme topladı, dilbilgisini bildiği Arapça'nın pratiğini yapmak imkânını buldu. Dördüncü sınıfına kabûl edildiği Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü Arapça Bölümü’nü bitirdi. Türkiye’ye dönüp İstanbul, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde belge inceledi. "Tunus’ta Osmanlı Hâkimiyeti" konulu doktorasını verdi. İngiltere’de, University of Cambridge’de Faculty of Oriental Studies’de Türkçe öğretti, orientalistlerin nasıl yetiştirildiklerini gördü. Türkiye’ye dönüp Diyânet İşleri Başkanlığına bağlı olarak İzmit, Ankara ve İstanbul’da vâizlik yaptı. Marmara Üniversitesi'nde 1983 yılında Yardımcı Doçent, 1986 da Doçent ve 1995 yılında Profesör oldu. İzinli olarak gittiği Malezyadaki International Islamic Universty’de 4 yıl (1991-95) Târih ve Medeniyet Bölümü başkanlığı yaptı, Osmanlı Târihi öğretti. Orada iken yazdığı Osmanlı History adı geçen üniversite tarafından bastırılıp (1999) textbook olarak kullanıldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde bir yıl daha öğretim üyeliği yaptıktan sonra Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi kurucu dekanı olarak Eskişehire gitti. 2004-2005 öğretim yılında izinli olarak gittiği Kazakistan’ın Türkistan Beldesindeki Hoca Ahmed Yesevî Milletlerarası Türk-Kazak Üniversitesinde, Hollanda Rotterdam Milletlerarası İslâm Üniversitesinde bir dönem öğretim üyeliği yaptı.

Yazarın diğer makalelerinden: