Trump Desteği ve İsrail Seçimleri 

Esat ARSLAN

ABD Başkanı başını ellerini arasına alıp acaba hiç demiyor mu? Bu ne yahu, diyetse diyet, ya da ne diyetmiş bu, kardeşim? Evet, sevgili okurlar Trump’ın durumu Ömer Seyfettin’in ünlü hikâyesi “diyet”’ten çok farklı. Acaba diyorum, Trump İsrail’e haddinden fazla diyet ödediğini düşünmüyor mu? Çünkü Trump, belki de Yahudi Damadı(?) sayesinde İsrail’e karşı başta eski Başkan Obama, onun Dışişleri Bakanları John Kerry ve Hilary Clinton’un kısaca eski tüfek Demokratların aksine tam bir İsrailsever, Yahudi sempatizanı olup, çıktı. Unutmayalım şartlar onu bu duruma getirdi ya da itmiş oldu diyelim. Başkanlık seçimlerinde Demokratlar aleyhine sosyal medyayı kullanarak Rusya’da örtülü bir şekilde yardım savını düzeltebilmek için Trump diyetini hem de fazlasıyla ödedi. Onun endişesi daha baştan belliydi. Damadı ve Kıdemli Danışmanı Yahudi kökenli Jared Kushner, onun İsrail’de eli kulağı, ABD’deki Yahudi diasporasının hemen yakınındaki gücüydü. İsrail’i koşulsuz desteklemek bir ABD siyaseti ise, Başkanlık seçimini kaybeden Demokrat liderlere ne buyrulur? Örneğin, neredeyse 16 ay önce,  ABD Dışişleri Bakanı John Kerry 23 Aralık 2017 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında, İsrail’in koşulsuz desteklenmesinin ya da benzer şekilde İsrail’in uluslararası hukuk ve temayüllere aykırı olarak yapmış olduğu “oldu bitti”leri aşağıdaki şekilde uyarma gereğini duymuştur: 

“Batı Şeria’da neler olup bittiği konusunda açık olmalıyız. İsrail Başbakanı Netanyahu kamuoyuyla yapmış olduğu açıklamalarda çatışmayı sonlandıracak olan iki devletli çözümü destekler gibi görünüyor. Ancak koalisyon hükümeti, İsrail tarihindeki diğer koalisyonların hepsinden daha fazla yasadışı “Yahudi Yerleşimi”ne kararlıdır. 1978 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın hukuk danışmanı Kongre’ye, İsrail’in işgal altındaki bölgede sivil yerleşimler kurma hükümet programının uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Bu temel sonucu etkilemek için o zamandan beri herhangi bir değişiklik görmüyoruz.” 

Başkanlık yarışını yitirdikten sonra demokratlardaki değişikliği görüyorsunuz, öyle değil mi?  Bir anda gerçeklerle yüz yüze geldiler. Tabii bu arada ABD ‘nin kırmızı kitap konumundaki resmî dokümanları Ulusal Savunma Belgesi”(National Defense Document)  ve “Birleşik Devletler Dışişleri ve Askeri Üsler” (US Foreign Affairs and Military Installment) her ne pahasına olursa olsun, hiçbir antlaşma olmasa da ABD İsrail’i koşulsuz desteklemek durumunda olduğu betimlemesini de yapalım.  Peki, o zaman adama sormazlar mı, ey demokratlar sizler iktidarda iken neden “Yahudi Yerleşimleri”ne göz yumdunuz? Anımsayalım mı İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlık konularını: En başta gelen sorun, “Yahudi Yerleşim Birimleri Sorunu”dur. Bundan sonra önem sırasıyla ABD’nin yerle bir ettiği “Kudüs’ün Statüsü Sorunu”,kronikleşen “Filistinli Mültecilerin Durumu Meselesi”,adı sanı olmayan “Filistin Devleti’nin Kurulması ve Yetkileri Sorunsalı”ile “Filistin ve İsrail Devleti’nin Sınırları Meselesi”, şu sıralar lafı bile edilmeyen iki devletin “Yeraltı ve Yerüstü Kaynakların Kontrolü”meselesi. Bu son meselede neredeyse Filistin’in söz hakkı bile kalmamıştır. İkinci Dünya Savaşının “Holokost Kurbanları”kendilerine acımasız bir biçimde Filistinlileri kurban seçmişler, onlar da “Kurbanların Kurbanları”(Victims’ Victims)dir. Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olmayan, elinde neredeyse toprak bile kalmamış, Batı Şeria’yı daha doğrusu Fetihland’in durumu ortalık yerde olduğuna göre neredeyse konuşulacak mesele kalmamış durumdadır. Bu arada deniz kıyısındaki Gazze’yi en azından kutlamak lazım, HAMAS’ın kontrolündeki “Hamasland”olarak toprak bütünlüğünü muhafaza ediyor, olmasından dolayı. Oysa 17 örgütlü bir çatı örgütü olan “Feth” örgütü kontrolü altındaki “Batı Şeria”tam bir elek görünümüne sokulmuştur. 

Kuşkusuz, Yahudi yerleşimleri bu meselenin abecesidir. İsterseniz, bu arada Başkan Obama’nın Kahire konuşmasını da hatırlayalım. 4 Haziran 2009 tarihinde Kahire’de yapmış olduğu konuşmasında olacakları biliyor gibi, -zaten bilmemesi olanaksız- Başkan Obama şöyle demişti: 

“Birleşik Devletler, devam eden “İsrail Yerleşimleri” nin meşruiyetini kabul etmiyor. Bu inşaat önceki anlaşmaları ihlal ediyor ve barışı sağlama çabalarını baltalıyor. Bu yerleşimlerin durma zamanı geldi. ”

Buna verilecek cevap zannediyorum, bu konuşmayı yaptıktan sonra yedi sene daha Başkanlık yapmış olmasından, herhalde “sevsinler seni” demek her bir şeyi anlatabilir. 

Gelin şimdi bu açıklamalar ışığında İsrail Seçimlerin değerlendirelim. Tabii bu arada hemen söyleyelim, oyununu son derece zeki bir şekilde oynayan ve de beşinci kez başbakanlığa gelmeye hazırlanan Binyamin Netanyahu’nun bu seçimin galibi olduğunu bir kez daha anımsatalım. Son derece büyük oynadı ve kazanmasını bildi. Hem de neler pahasına. Hatırlayalım, İsrail ile Filistinli örgütler arasında ateşkes ilan edilmesine tepki olarak 13 Kasım 2019 tarihinde Avigdor Lieberman’ın istifası ile boşalan Savunma Bakanlığı arayışı koalisyonu bozduğu gibi İsrail parlamentosu Knessetin de feshedilmesiyle sonuçlanmıştı. Bu arada söyleyelim, İsrail’in siyasî tarihi son derece ilginçtir. Ne demek istiyorum? İsrail’in siyasî tarihinde hiçbir parti tek başına iktidara gelmemiş, gelememiştir. İsrail kısaca “Koalisyonlar Ülkesi”dir. Uzlaşı kültürü olabildiğince gelişmiştir. Burada Netanyahu’yu ayrı bir yere koymak gerekir. Başbakan Netanyahu’nun hem İsrail halkına hem de Trump’a karşı büyük oyununu büyük satranç ustaları gibi oynadığını ve bunu da ABD ‘deki Yahudi lobisiyle birlikte başardığını söylemekle yetinelim ve Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim. Anlayacağımız, Netanyahu oyunu büyük oynamış ve hem kamuoyunu memnun etmiş, hem de 120 üyeli İsrail Parlamentosu Knesset’te lideri olduğu Likud Partisini 35 sandalye kazanarak beşinci kez tekrardan birinci parti yapmasını da bilmiştir. Buna söylenecek tek kelime, siyasetteki hüner, politikayı doğru okuyabilmek ve “iş bilenin kılıç kuşananın”dır, olacaktır. Bu arada en son söyleyeceğimizi de en başta söyleyelim. 9 Nisan’da yapılan İsrail seçimlerinde aslolan halkın sağduyusunun galebe gelmiş olmasıdır. Seçimleri doğru bir şekilde okursanız İran’a karşı sağlam bir duruş sergilemek amacıyla güçlü bir Savunma Bakanı arayışında olan İsrail halkı sonunda aradığını, kısaca aranan kanı bulmuştur. Gazeteci kökenli siyasetçi Yair Lapid ile 59 yaşındaki eski İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Benny Gantz Şubat ayının sonlarında kurmuş olduğu  “Mavi ve Beyaz”(Kahol Lavan)ittifakı aynen “Likud”partisi gibi 35 milletvekili kazanmış, seçimden çok az bir farkla ikinci parti olarak çıkmıştır. Eski askerlerin desteklediği bu ittifakta “Gantz ve Lapid” kazandıkları takdirde başbakanlık görevini 5 yıllık dönemde yarı yarıya bölüşeceklerini de belirterek yola çıkmışlardı. Ama çıkan sandık sonuçlarına göre, ortaya çıkan sonuç, halkın istediği ve sağduyusu Netanyahu ile Gantz’ın iki partili güçlü bir koalisyon seçeneğini ortaya atmış olmasıdır. Halkın ya da ortak aklın gereği tıpkı “Mavi Beyaz” ittifakı gibi iktidarın paylaşılmasıdır. Doğrusu budur. Diğer bir deyişle Netanyahu’nun Başbakan Benny Gantz’ın da Savunma Bakanı olabilmesidir. 1948’den bu yana koalisyonlarla yönetilen İsrail’de hükümetin kurulabilmesi ve meclisten güvenoyu alınabilmesi için 61 parlamenterin evet demesi gerekmektedir. Ama görünen odur ki, Likud ve Mavi Beyaz ayrı ayrı kulvarlarda hükümet arayışına geçeceklerdir.  Resmi olmayan rakamlara göre seçimi çok az farkla önde bitiren Netanyahu, Mavi Beyaz Lideri ile bir koalisyon denemesi yerine kendisi ile ittifak yapması beklenen sağ partilerle mecliste 66 vekile ulaşacak çoğunluklu geniş tabanlı bir koalisyonu deneyebileceği yönündedir. İsrail Anayasası koalisyon çalışmalarını zaman bakımından sınırlamaktadır. En çok oyu alan Parti Lideri sıfatıyla kendisine başbakanlık görevi verildikten sonra Netanyahu’nun 28 gün ve ilave 14 gün olmak üzere 6 haftalık bir zamanı bulunmaktadır. Seçim sonrası Tel Aviv’de ‘İsrail’in Kralı Bibi’diye slogan atan destekçilerine yapmış olduğu konuşmada bu yöndeki iradesini şöyle belirtmiştir:  

“Tanrı’nın ve tarihin İsrail halkına güçlü bir ulus olmak için diğer bir altın bir fırsat verdiğine inanıyorum.”

Seçim de bittiğine göre Trump ve Netanyahu denkleminde Filistin-İsrail anlaşmazlığı çözülür mü? Ya da Filistin-İsrail anlaşmazlığı konusunda nasıl düzlüğe çıkılır, diye sorarsanız. Demem odur ki, bu sava ben de pek inanmıyorum, “Terminatör”lakaplı Cumhuriyetçi Parti’den eski Kaliforniya Valisi Arnold Schwarzenegger’in silip süpürücülüğü gibi, bitkisel hayata terkedilen“Batı Şeria”nında İsrail Devletinin zimmetine geçirilebileceği endişesini taşımaktayım. Çünkü 9 Nisan’da yapılan seçimler iki devletli çözüm modelini savunanlara prim vermemiştir. İki devletli çözümden yana olanların 120 milletvekilinin bulunduğu Meclis(Knesset)’te yüzde 15’e takabül eden sandalye sayısı sadece 18’dir. Batı Şeria’nın kaderini elinde tutan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)Genel Sekreteri Saib Ureykat da, bu çarpıcı durumu İsrailli seçmenlerin iki devletli çözüm modelini savunanlara oy vermeyip buna karşı çıkanların desteklendiğini belirtmiş ve biraz daha ileri giderek “İsrailli seçmenlerin sandıkta oylarını ırkçılık yapan taraflara” verdiğini ifade etmiştir.

İşte bu nedenle zannediyorum Trump’un, ABD Büyük Elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, “Golan Tepeleri İsrail’e İlhak Edilme Kararı”ndan sonra dördüncü kararname adımının da tıpkı “Golan Tepeleri İsrail’e İlhak Edilme Kararı”gibi “Batı Şeria”nınİsrail’e İlhak Edilme Kararı”olabilecektir. Buradan dönüş hele ki, Netanyahu’nun seçimlerden sonraki ilk konuşmasından sonra da pek de olasılı görülmemektedir. Peki, az da olsa ufukta bir ümit var mı? Eh zor ama şunlar yapılabilirse belki, diyelim. Bunlardan birincisi ABD’nin İsrail lehine olan “taraflı arabuluculuk”tan “tarafsız arabuluculuk”konumuna geçmesi elzemdir, gereklidir. Ama sorarım size ABD’ye kim baskı yapabilecek? Çünkü kuzular kime emanet edilecektir, çobanlar kurt olduktan sonra. İkincisi ABD’nin İsrail ile olan ilişkisini anlaşılır bir şekilde rasyonel temellere oturtması gerekli görülmektedir. İsrail de, artık ütopyalarını bir kenara koyarak İsrail devletinin sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini ve “İsrail’in Güvenliği ve Güvenlik Mimarisi”kavramlarının ne anlama geldiğini dünya kamuoyuna açıklamalı ve paylaşmalıdır, sevgili okurlar.

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen