Turgut GÜLER
Rahmetli Osman Tûrân’ın “Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Târîhi”ismini verdiği müstesnâ eserinde, Yavuz Sultan Selîm Hân’a atfedilen bir anekdot var ki, farz-ı muhâl bir ricâl-i devlet okulu açılsa, orada tek başına kürsü olur.
Mısır Seferi’nden dönen Sultan Selîm-i Evvel, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde Sadr-ı âzam Pîrî Mehmed Paşa ile sohbet etmektedir. Pâdişâh’ın üzerinde, Mısır Seferi’nde elde edilen kıskanılacak netîcenin aydınlığı ve râhatlığı vardır. Bu hâlet-i rûhîye ile Mehmed Paşa’ya hitâben:
“Bir seferde Nebîler Diyârı’nı fetheyledik. Lala, de bakalım, bu devletin sırtı, bundan böyle yere gelir mi?” der.
Pîrî Mehmed Paşa, bu soruya:
“Sâye-i Hümâyûn’unuzda aslâ gelmez Hünkâr’ım ammâ..”
diye cevap verir. Sözün devâmı için ruhsat istediği bellidir. Yavuz Sultan Selîm:
“Lâfın gerisi gelsin Lala!”
deyince, Pîrî Paşa, her türlü riski göze alıp, sözü şu hârikulâde cümle kalıbına döker:
“Evet Hünkâ’rım! Sâye-i âlinizde bu Devlet-i Âliye’nin sırtı aslâ yere gelmez ammâ; ne zamân, sizin ağzına kadar altınla doldurduğunuz hazîne boşaltılır ve altın yerine değersiz mâdenler konursa; ne zamân, kadınlar entrikalarıyla devlet idâresinde söz sâhibi olmaya başlarsa; ne zamân, sizin kılı kırk yararak iş başına getirdiğiniz ricâl-i devletin yerine, şahsî menfaatlerini devlet menfaatinin üstünde gören idâreciler kaaim olursa, Sultân’ıma rağmen bu devletin sırtı yere gelir.”
Bu hikmetli cevâbı duyan Yavuz, bir ân bulunduğu yerde durur, sonra da en yakın toprağa çökerek nedâmet secdesine kapanır:
“Allâh’ım! Bir ân kendimde olmadık kibir vehmettim. Bu âciz kulunu affet!.”
diye yakarır.
İşte, böyle bir Yavuz Sultan Selîm Portresi var. İşte, “kurum”un, “kibir”in her çeşidinden uzaklaşmış, özünde “tevâzû”olan bir hükümdâr resmi. Yavuz’u böylesine müstesnâ yapan ve Türk millî hâfızasının en mûtenâ köşesine yerleştiren tarafı, “nedâmet secdesi”ne çok yakın bir mevkie “taht”kurmuş olmasıdır. Son nefesini verirken, yanında bulunan nedîmi Hasan Cân’ın:
“Şimdi Yaradan’la olma zamânıdır.”
temennîsine:
“Sen, bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin?”
cevâbı, bu “taht”kurma ameliyesini çok güzel açıklıyor.
Bu veciz sözlere muhâtab olan Hasan Can, Çaldıran Zaferi’nden sonra Tebrîz’e giren Osmanlı kuvvetlerinin, bizzat Pâdişâh’dan sâdır olan arzû istikaametinde ele geçirdiği ilim ganîmetindendir. Tebrîz ve çevresine bugün İran Âzerbaycanı deniyor.
Yazar Hakkında:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.