1 Haziran 2023

Esat ARSLAN

Hep söyler dururum, birçok akademik etkinlikte de dile getiririm ve de öyle altını çizerek, çiziştirerek değil, “BÜYÜK HARFLERLE”vurgularım. Bir kere her şeyden önce, söyleyeyim,  Türkiye Cumhuriyeti uluslararası hukukta geçerli olan ardıllık (halefiyet)ilkesine göre “Devlet-i Âlîyye-yi Osmanîye”’nin devamıdır.Efendim Osmanlı’yı reddedip “Cumhuriyet çocuğuyum” sorumsuzluğu bilimsel gerçeklerden uzak olduğu için ben de buna uzak dururum. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın devamı olmasa Lozan Antlaşmasını imzalamaktan kaçan, eski Osmanlı uyruklarının kurduğu, -yanlış oldu-kurdurulan yapay “Sırp-Hırvat-SlovenDevleti”nin aksine, Osmanlı Devletinin tüm borçlarını üstlenmesini bilmiştir. Ve de Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin 1854 yılından itibaren yurtdışından almış olduğu borçları 1954 yılına kadar kuruşu kuruşuna ödemiştir. Osmanlı Devletinin borçlarını tasfiye etmiştir. Yoksa niye ödesin ki, ödemezdi. Evet, borç yiğidin kamçısıdır, ama devlet olarak, konkordato masasına gitseniz bile borçtan kaçamazsınız, “Efendim, bu borç Osmanlı Devletinindir, git ondan al” diyemezsiniz, yani babanızı redd-i miras etme hakkınız yoktur, uluslararası hukukta. Osmanlı ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneği olan ve yurtdışına 1815 Viyana Antlaşmasına göre Büyükelçi gönderen bölgesel büyük bir devlettir. Bu arada söyleyelim, 1815 Viyana Antlaşmasına göre her devletin Büyükelçi gönderme hakkı yoktur, devletin itibarına göre diğer devletler, orta elçi, elçi, müsteşar gönderebilirler. Mesela Belçika sadece elçi gönderebilir, Lüksemburg da sadece müsteşar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Lüksemburg’da Büyükelçiliği vardır.

Efendim şimdi gelelim, sadede, “Vehbi’nin kerrakesine”.Koloniyel ve yayılmacı İngiliz İmparatorluğu güya sömürgeciliğini bırakmış olduğunu simgelemesi için, bir İngiliz Devletler Topluluğu (COMMONWEALTH COUNTRIES)’na dönüşmüş; SSCB dağılmış, içinden neredeyse hiç bozulmayarak, Rusya Federasyonunun liderliğinde “Bağımsız Devletler Topluluğu”çıkmış, ama nedense “OSMANLI MİLLETLER TOPLULUĞU” (OTTOMAN COMMONWEALTH COUNTRIES)dağıtılmış, bakiyemiz orta yerde değil, ortalık yerde kalmıştır. Yani tutanın elinde kalmıştır. Bu konuyu önemsiyorum.

27 Kasım 2019 tarihine özel bir önem atfediyorum. Neden? Nedeni açık. 27 Kasım 2019 tarihinde Dolmabahçe Sarayında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj arasında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”imzalanması “OSMANLI MİLLETLER TOPLULUĞU” (OTTOMAN COMMONWEALTH COUNTRIES)düşüncesinin kuvveden fiile geçesi bakımından bir milat oluşturmuştur. İşte bu nedenle bu anlaşma tarihî bir anlaşmadır. Emeği geçenleri kutluyorum. Türkiye Cumhuriyeti, uzun süreden bu yana Osmanlı bakiyesine sahip çıkarak, hukuki olarak “ardıllık (Halefiyet)ilkesi”ni de yerine getirmiş, Osmanlı’dan devraldığı mirasa göre hareket etmiştir. 

Libya ile Türkiye arasındaki anlaşmanın sadece enerji açısından değil, aynı zamanda birçok açıdan da stratejik öneme sahip bulunmaktadır. Öncelikle askerî bakımdan ifade edelim, oğul Bush’un ünlü “Saldırıda Ön Alma” (Preemptive Strike)öğretisi çerçevesinde Türkiye Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını tehdit eden gelişmeleri bundan böyle Girit Adası açıklarından itibaren karşılama hakkına sahip olacaktır. Kuşkusuz bu Yunanistan’ın işine gelmeyecektir. NATO ve AB(D) ile birlikte Türkiye’ye karşı baskın tarzında yapabileceği bir hava taarruzu kabul ihtimal yeteneğini yitirmiştir. Bilmem anlatabiliyor muyum? 

Efendim, açıklayalım. Bu Yunanistan’dan, NATO’dan, AB(D)’den gelecek tehdide karşı, Türkiye’nin S-400 atağından sonra yapılan, en önemli akil bir açılımdır. Ha, söyleyelim, bu anlaşma aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC)nin ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yatakları üzerindeki haklarını görmezden gelerek Kıbrıs Adası açıklarına gelmeye kalkan sondaj ve araştırma gemileri için çizilen sınır çizgisi olduğu için çok çok önemlidir. Eski Osmanlı toprağı olan Libya artık, Türkiye’nin güney komşusudur, eski Osmanlı uyruğu Libyalı kardeşlerimiz de Türkiye Cumhuriyetinin koruma ve kollamacılığı hakkına kavuşmuşlardır. Bu yüzden, onun için Atina’nın Türkiye Büyükelçisi Yunan Dışişleri Bakanlığına çağrılmıştır. Yunanlılar ilk defa korkmuşlardır. 

Neden bu anlaşma önemli ve tarihidir? Hemen söyleyelim, Türkiye münhasır ekonomik bölge ilan edebilmesi için Akdeniz’deki bir ülkeyle anlaşma yapması gerekiyordu, bu yüzden. Mısır’la Merhum Mursi’yle yapılacaktı, olmadı. İsrail, AB(D) desteğinde “Sisi Darbesi”yle devrildi, hapislerde çürütüldü, üzülerek ifade etmek gerekir ki, Hakkın rahmetine kavuştu. İşte bu anlaşma Libya ile gerçekleşti.Artık Türkiye Cumhuriyeti de münhasır ekonomik bölge ilan edebilir. AB’nin dediği gibi herhangi bir devlet çıkıp da burası NATO üyesi olmayan Güney Kıbrıs Rum Kesimine ait diyemez. Türkiye bu anlaşma ile birlikte Akdeniz'in su altı zenginliği, gıda güvenliği meselelerinde de Türkiye artık daha fazla söz hakkına sahip olacaktır. Bunu söylemeyi bile zahit addediyoruz. 

Hep söylüyoruz, Türkiye Cumhuriyeti bir Akdeniz ülkesidir. Son yıllarda Akdeniz’in zenginlikleri konuşulduğunda, Akdeniz ülkeleri bir araya geliyor,  Malşta bile çağrılıyor, Türkiye davet edilmiyor, çağırılmıyordu. Anımsayınız, 2013 yılında Akdeniz oyunlarını yapmaya talip olup, iki buçuk yıl hiçbir şey yapmadan yattıktan sonra Akdeniz Oyunları’nı yapmaktan kaçan Yunanistan’ın açığını Türkiye kapatmıştı. Bu uluslararası rezaleti, 18 ay gibi kısa bir zaman içerisinde oyunların hakkını vererek bertaraf etmesini bilmişti, Türkiye. Mersin’de Sayın Cumhurbaşkanının katılımıyla görkemli bir törenle açılışını yapabilmiş ve bu erki tüm Akdeniz ülkelerine gösterebilmişti. Ama Yunanistan, Kuzey Kıbrıs Türkve Türkiye Cumhuriyetine karşı her türlü melaneti yapmaktan geri durmamış ve hala da durmamaktadır. 

Türkiye Cumhuriyeti, Ege ve Akdeniz’deki haklarını korumak amacıyla Ozan Âşık Veysel’in dediği gibi, “uzun ince bir yolda” kararlılıkla yürümesini bilmiştir. Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı'nın geçmişte aldığı, özellikle hakkaniyet ilkesini çiğneyen Yunanistan’ın “kandırıkçı” yaklaşımına karşı, Libya ile deniz sınırı olduğu gerçeğini hiç bıkıp usanmadan uluslararası alanlarda savunmuş, hukukî olarak mücadele sahasında sürdürmesini bilmişti. Yunanistan’ın bu melun yaklaşımına karşı Türkiye içindeki entel-dantel takımına ne buyurulu? Efendim tarafımızdan  bunlar ifade edildiğinde bilinen “entel-dantel takımı” “Efendim Türkiye’nin Libya ile sınırı olabilir mi?” diyerek olumsuz yaklaşımını sürdürmekteydi. Ozan Âşık Veysel’in dediği gibi, “uzun ince bir yolda” kararlılıkla yürüme, diğer bir ifadeyle kararlılık gösterisi galip gelmiştir. 

Bütün bunları ne için söylüyorum. Anımsayalım. Özellikle vurguluyorum, Yunanistan ve NATO üyesi olmayan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY), 2003 yılından itibaren Avrupa Birliği'nin de desteğini arkasına alarak Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapsetmek için sistematik bir çalışma yürütmüş, AB’nin diğer üyelerini de kendi safına çekmeyi neredeyse başarmıştır, diyebilirim. Birlikte anımsayalım, zaman içerisinde, bölgedeki jeopolitik gelişmelere bağlı olarak Türkiye ile çıkarları çatışan Mısır ve İsrail de elleri gereği bu ikiliye gönüllü olarak katılmışlardır. Türkiye ve KKTC 'nin karşısında oluşan bu ittifakın temel amacı; bir yandan Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarından Türkiye ve KKTC’nin pay almasını engellemek, bir yandan da Türkiye'nin, Kıbrıs Adası ile bağlantısını tamamen keserek jeostratejik ve ekonomik düzeyde Türkiye'nin çıkarlarına zarar vermekti. Yunanistan bir taraftan, GKRY diğer taraftan Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki açık deniz alanının büyük bir kısmını bir oldubittiyle yutmayı planlamış, bu plan çerçevesinde ÇHC’ni de arkalarına almayı da büyük bir hedef olarak belirlemiştir. Boşuna Pire Limanını - kâğıt üzerinde yüzde 51 ama -  gerçekte fiilen bütünüyle ÇHC’ne tahsis etmemişlerdir. Yunanistan aynen İsrail gibi, yaramaz bir çocuk edasıyla hemen her olayda uluslararası hukuku hiçe sayarak her şeye tek başına sahip olmaya çalışmaktadırlar. Bu onların karakteristik bir vasfıdır. Efendim, bu konuda Yunanistan’ın sicili gerçekten çok kötüdür. Türkiye ve KKTC ile yaşadığı sorunları geçmişte Arnavutluk ile de yaşamış ve Arnavutluk’un deniz alanlarını haksız bir şekilde ele geçirmeye çalışmıştır. Arnavutluk’un bunun farkına varıp, itiraz etmesi ile Yunanistan şimdilik bu faaliyetini bir süreliğine durdurmak zorunda kalmıştır. Ardından Türkiye ve KKTC’ye ait sahaları ihale etmeye çalışmıştır. Libya’daki yapay iç savaş kargaşalığından yararlanarak bu ülkenin deniz sahasına el atmıştır.Libya'da uluslararası toplum tarafından tanınan ve meşru kabul edilen Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne yönelik saldırıları düzenleyen General Hafter güçlerinin, Yunanistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından neden desteklenmekte olduğu, şimdi daha iyi anlaşabilmektedir. 

Yunanistan ilkin, iç savaş yaşayan Libya’nın itiraz edemeyeceğini değerlendirerek 2011 yılında İyon Denizi ve Girit adası güneyinde bulunan sahaları araştırma alanı olarak ilan etmiştir. Bu sahaların bir başka ilginç yanı doğrudan Türkiye’yi ilgilendirmiş olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Akdeniz’in öte yakasında bir asır önce Osmanlı Devleti toprağı olan Libya’nın komşusudur. Libya yüzyıl önce bir “Osmanlı toprağı, Osmanlı vatanı”dır. Libyalı kardeşlerimiz de Osmanlı vatandaşıdır, aynen Bosnalı, Filistinli, Arabistanlı, Mısırlı, Sudanlı Somalili gibi. 

2014 yılında Yunanistan tarafından “münhasır ekonomik bölge” olarak ilan edilen bu alanlardan 15 numaralı sahada Türkiye’nin, 20 numaralı sahada ise Libya’nın hakları bulunmaktadır. Yunanlıların Libya’dan gasp ettikleri alan yaklaşık 39.000 kilometre kare gibi geniş bir alanı kapsamaktadır. Kendi ülkesinde yaşanan krizi değil, komşusunda yaşanan krizi fırsata çevirmek isteyen Yunanistan’a itiraz gelmeyince bir anlamda fiili durum yaratarak 2014 yılından başlayarak bu bölgeleri uluslararası ihalelere açtıklarını ilan etmiştir. Yunanistan, bu ihalelerle ihaleyi alan ülkeleri, yetkilerinde olmayan alanlarda birtakım haklar vererek, suçlarına ortak etmek ve desteklerini sağlamak istemiştir. 

Osmanlı devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, daha önceleri, bunu Filistin’de, Bosna’da, Makedonya’da, Batı Trakya’da, Mısır’da ve şimdi de doğru bir kararla Libya’da göstermiştir, eski Osmanlı uyruğuna sahip çıkmasını bilmiştir. Onlar da bize 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında topraklarını, havaalanlarını açarak göstermişlerdir. Onun için önemle şunu dillendirmeye çalışıyorum: Türkiye Cumhuriyeti liderliğinde bilinçli bir biçimde “Osmanlı Milletler Topluluğu”nun devamı olarak  “ÖZGÜR/MERKEZÎ DEVLETLER TOPLULUĞU”nu kuvveden fiile geçirmenin ilan etmenin zamanı gelmiştir. Bu önemli açılımı 22-23 Kasım 2019 tarihinde Bursa Uludağ Üniversitesi ve “Somali Frontier Üniversitesi” sorumluluğunda icra edilen “Geçmişten Günümüze Türkiye-Somali İlişkileri” Sempozyumunda tartıştım, olumlu destekler ve geri dönüşümler aldım. Sevgili okurlar, bu konu da bir başka makalenin konusu olsun diyelim.  Yalnız Türkiye Cumhuriyetinin neden Afrika’da 44 başkentte Büyükelçilik ve de Türk misyonu bulundurmasının “esbab-ı mucibesi” bu olduğunu önemle vurgulayalım. Somali’ye dünyanın en büyük büyükelçiliğini açmasının gerekçesi budur. Osmanlı Devletinin devamı olan köklü bir devlet ve demokrasi geleneğine sahip, Türkiye Cumhuriyeti 96 yıllık Cumhuriyet deneyiminde, hemen her zaman tarihin doğru tarafında yerini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu avantajları, merkezî coğrafî konumu, derin tarihî deneyiminden, genç ve eğitimli nüfusundan ve dinamik ekonomisinden kaynaklanmaktadır.

İşte bu nedenle, ben, Libya ile yapılan bu anlaşmaya “Tarihî bir Anlaşma”dır, diyorum. Bu şekilde sadece doğu Akdeniz’de değil, Akdeniz’de Türkiye Cumhuriyeti’nin petrol arama ve var olma hakkı pekişmiş, sağlamlaştırılmış ve konsolide edilmiştir. Hayırlı uğurlu olsun, sevgili okurlar. 

Yazar Hakkında:

Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dalında doktorasını ise Ankara Üniversitesinde yaptı. Şam Büyükelçiliği nezdinde askerî ataşelik görevinde de bulunan Esat Arslan, Türkiye’ye döndükten sonra doçent oldu.

1997-2005 yılları arasında Bilkent Üniversitesinde, Türkiye Cumhuriyet Tarihi Koordinatörlüğü görevini yürüten Prof. Dr. Esat Arslan; 29 Mart 2000 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Övünç Madalyası” ile ödüllendirildi. Ayrıca kendisine, Türkiye–Ermenistan ilişkilerine yapmış olduğu katkılardan dolayı, Avrasya Araştırmalar Merkezi (ASAM) nin bünyesindeki Ermeni Araştırmalar Enstitüsü tarafından «2002 Yılı Özel Ödülü» verildi. 2005 yılında Çağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde göreve başlayan Esat Arslan, 2012 yılına kadar Bölüm Başkanlığı yaptı. 2010-2015 yılları arasında BM nezdinde Uluslararası Askeri Tarih Komisyonu Yürütme Kurulu üyeliği de yapan Esat Arslan, halen Türk Askeri Tarih Komisyonu Genel Kurulu Üyeliğini yapmaktadır. Bu komisyonun üyesi olarak ülkemizi, Güney Afrika, Brezilya, İspanya, İtalya, Portekiz, Bulgaristan ve Çin’de temsil etmiştir. Sekiz kitabı bulunan Esat Arslan 2002-2012 yılları arasında, TBMM Tarih Araştırma Grubu üyeliği sırasında yazmış olduğu 1852 sayfalık üç cilt halindeki «XVI. Dönem Parlamento Tarihi» adlı eseri 2013 Aralık ayında TBMM Meclis Başkanlığı tarafından yayınlanmıştır.

Suriye Devlet Arşivleri, İran Dışişleri Bakanlığı Belgeler Arşivi, Washington Ulusal Arşiv Dairesi ve Amerikan Kongre Kütüphanesinde araştırmalar yapan, Prof. Dr. Esat Arslan, SKYTURK televizyonunda dış politika yorumculuğu ATA Tv. de, ART televizyonlarında her hafta yayınlanan “Bakış Açısı” ve “Vizyoner” programlarının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlenmiştir.

Prof. Dr. Esat Arslan iyi derecede İngilizce, Arapça, orta derecede Farsça, İspanyolca, Makedonca ve uzmanlık seviyesinde Osmanlıca bilmektedir.”

 

Yazarın diğer makalelerinden: