Turgut GÜLER
İbrâhim Sûresi’nin 24. ve 25. âyet-i kerîmelerinde, Yüce Yaratıcı’mız şöyle buyuruyor:
Eskiler, muhtelif insan târifleri arasına “hayvân-ı nâtık”tâbirini de koyarlardı. “Konuşan hayvan”demek olan bu iki kelime, cümle mevcûdât ve dahî mahlûkât içinde, insanın mümtâz yerini gösteren pek veciz bir etikettir. Yine, “eşref-i mahlûkât”, yâni “yaratılmışların en şereflisi”sıfatı da, insana yakıştırılan bir ecdâd lâfzıdır.
Yukarıda meâli verilen âyetlerde, güzel söz ile güzel ağaç arasında, ilâhî bir benzerlik kurulmuştur. İnsan, mâdemki konuşması ile öne çıkmaktadır, öyle ise insana yaraşan söz, güzel olmalıdır. Kökü toprağa girmiş güzel bir ağaç, güzel meyvelerini dalından eksik etmez. Bunun gibi, ağzından ve dilinden güzel söz çıkan insanın yaşadığı muhîtten de, o güzel ağacın meyvelerini andıran güzellikler, hiç gitmez. O kişinin sağı, solu, önü, arkası, hep güzelliklerle dolu olur.
Sıradan mikroskoplarda görülmeyen, ancak çok çok büyütebilen husûsî cihâzlarda fark edilen bir virüs, bu günlerde Dünyâ’yı esîr almış görünüyor. Bu heyûlâ veyâ belâ, tek başına bir kişinin değil, artık cümle insanlığın derdi hâline gelmiştir. Bahsi geçen virüs, sâdece insan bedeninde fizyolojik, anatomik tahrîbâtta bulunmuyor. O habîs düşman, bizim rûhî dengemizi de alt üst ediyor. Bunun tabiî bir netîcesi olarak da, hiç farkında olmadan çirkin sözler söylüyor, sonradan çok pişmân olacağımız cümleleri, pervâsızca sarf ediyoruz. Şöyle, sâkin kafa ile etrâfımıza baktığımızda, sıradan günlerimizde söylenmeyecek nice sözün, hiçbir endâzeye tâbi tutulmaksızın, art arda sıralanıverdiğine şâhit oluyoruz.
Sözün güzelini güzel ağaca benzeten Rabb’imiz, kötü kelâmı da kötü ağaca benzetmiştir:
“Kötü sözün misâli de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır.”[2]
Buhrânlar, belâlar, musîbetler, âfetler gelir geçer. Kıyâmet kopmadıkça, Yeryüzü’nde insan nesli vâr olacaktır. Mühim olan, güzel söz söyleyebilmektir. Kötü söz her kişinin, güzel söz ise, er kişinin harcıdır. Bunun ölçüsü ve endâzesi, ecdâd-ı kirâmımız tarafından konmuştur. Yûnus Emre, ecdâdın söz tahtına oturanlarındandır ve yemişi, meyvesi güzel ağaçlar gibi sözler sıralamıştır:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı
Yâğ ile bal ide bir söz”
O Yûnus ki, ölümün sertliğini ve abûs çehresini bile güzel sözle ağartan, yumuşacık yapan bir güzel insandır:
“Her dem yeniden doğarız
Bizden kim usanası”
“Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedî varsın.”
Coronalı bu nâzik günlerde, Yûnus Emre’den alacağımız ölçü de, ders de, nasîhat da, ibret de çok, hem de pek çok…
[1]“Elem tera keyfe daraba’llâhü meselen kelimeten tayyibeten keşeceratin tayyibetin aslühâ sâbitün ve fer’uhâ fi’s-semâ / Tu’tî ükülehâ külle hîynin biizni rabbihâ. Ve yazribu’llâhe’l-emsâle l’in-nâsi le’allehüm yetezekkerûn.”-İbrâhim Sûresi, 24. ve 25. âyetler.
[2]“Ve meselü kelimetin habîsetin keşecerâtin habisetini’c-tüsset min fevkı’l-ardı mâ lehâ min karâr.”-İbrâhim Sûresi, 16. âyet.
Yazar Hakkında:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devâm ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesâbına, İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târîh Bölümü’nde tahsîl gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyât Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyâtı Dergisi’nde vazîfe aldı. Bir tarafdan üniversite tahsîline devâm etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târîh öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzûsu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyâtı Dergisi’ndeki mesâîyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyât Cemiyeti (Bakanlar Kurulu karârıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyâtı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazîfe isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na mürâcaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târîh öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devâm etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binâsıyla berâber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazîfede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahyâ Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Takı Taluy Takı Müren (Daha Deniz Daha Irmak), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014; Cihângîr Tûğlar-Selîmnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014; Ejderlerin Beklediği Hazîne, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, Şehsüvâr-ı Cihângîr-Fâtihnâme, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.