23 Eylül 2023

1970 li yıllarda, Trabzon yakınındaki Sümela manastırı harabelerine 25 kıvrımlı dar bir patikadan çıkmıştık. Manastır harabesinin bazı duvarları, üst kısımları çoktan yıkılmış olarak, zamana direniyordu, tavan, çatı filân yoktu. 

Yirmibeş kıvrımla çıkılan o mekâna malzeme taşımanın, orada restorasyon çalışması yapmanın çok yüksek mâliyeti olacağı belliydi.  

Malezya’da iken, Anthony Bryer’in , Peoples and Settlement in Anato­lia and the Caucasus800-1900 (London: Variorum reprints, 1988), adlı kitabında gördüm ki bu mel‘ûn (vatanınızın altını oymak, (Doğu) Roma İmparatorluğunu Anadoluda hortlatmak hülyâsındaki kişiyi başka ne sıfatla anabilirsiniz?) Trabzon’u, İznik’i, dantela gibi işliyor. Hele İznik’i bir anlatışı var ki… Şehrin  HAÇ  şeklindeki planını, oradaki Ayasofya’yı ballandıra ballandıra anlatıyordu. 1993 yılında gittiğimde, gerçekten, Ayasofya’nın çevresinin açılmış, çiçeklendirilmiş, içindeki, duvar dibinde kalmış mozaiklerin şeffaf mahfaza içine alınmış olduğunu görmüştüm: hortlatılma hülyâsındaki Rum imparatorluğunun alt yapısına hazırlık, kendi elimizle, turizm zokası yutturularak bize yaptırılıyordu! Orhan Gazi’nin, 1334 te İznik’i fethettiğinde Ayasofya’yı câmiye çevirip yanına yaptırdığı minare, yarıya kadar yıkılmıştı; Romalıdan özür diler gibi öyle duruyordu. 

Elhamdulillâh, kendimize yavaş yavaş da olsa gelme vetîremizde (uydurmacası: sürecimizde) bu Ayasofya da aslî hüviyetine kavuşturuldu, minâresi de tâmir edildi. Ayasofya, bilindiği gibi, “kutlu bilgi” demek, aslî hüviyetine kavuşunca, içinde şimdi, gerçekten kutlu bilgi terennüm ediliyor, amel edilme tarihi çoktan geçmiş eski merhalenin tahrife uğramış köhne metinleri orada okunmuyor. Bilindiği gibi, tek bir din vardır: bu dînin İlk Peygamberi Hz. Âdem Aleyhisselâm, Son Peygamberi de Hz. Muhammed Aleyhisselâm’dır. (“Semâvî Dinler” deyimi YANLIŞTIR; birkaç dîn YOKTUR.) Aradaki bütün Peygamberler kendi kavimlerine gönderilmişler, Son Peygamber ise bütün insanlığa gönderilmiştir. Trabzon’da da bir Ayasofya vardır, câmi olarak kullanılması, tabiî çok doğrudur, çağa uygundur, inançta gerçek çağdaşlıkda budur.

Evet, biz Sümela’yı herhalde büyük masraflara girerek yeniden inşâ ettik. Bu, bizim hoşgörümüzü, bazan da gaflete varan özgüvenimizi gösteriyor. Müslümanlığı, 800 yıl kaldığı İspanya’dan (Endülüs’ten) kazıdıkları gibi, Anadolu’yu da 1000 yıldanberi orada yaşamakta olan Müslümanlardan temizlemek hülyâsından aslavazgeçmeyecek olan Avrupalı’nın gözünde  ise, asla vazgeçmeyeceği planının gerçekleşen bir parçasıdır. 

TİKA’nın, birçok eski Osmanlı ülkesindeki bazı eserlerimizi yeniden inşâ ettiğini memnûniyetle görüyoruz. Eski anlayışta, değil böyle güzel işleri gerçekleştirmek, düşünülemezdi bile… İnşallah, arkeologlarımız Türkiye’nin her tarafını kazıp kazıp büyük bir şevkle toprağın altından Rum eserlerinin kalıntılarını çıkarmakta iken, ilgili bakanlıklarımızın da Avrupalı’lara : “biz şunları ortaya çıkarıyoruz; siz de karşılığında bizim Avrupa topraklarındaki şu şu eserlerimizi restore ediniz” diyeceği zaman çok uzakta değildir. Avrupa topraklarında, Osmanlı’nın binlerce değil, onbinlerce eseri vardır. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi Beyefendi’nin eserinden bu konuda faydalanabiliriz.

Bu konuda geldiğimiz merhale sevindiricidir, ama kâfi değildir. Çok iyi hatırlıyorum: 1960 lı yıllarda Türkiye’de 60 küsür arkeoloji kazısı yapılıyordu, sâdece 2 tanesi bizimle ilgiliydi,  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden rahmetli Prof. (o zaman Dr.) Halûk Karamağaralı, Ahlat’taki Selçuklu mezarlarını gün ışığına çıkarmakla meşguldü. Ötekiler, çoğunlukla Rum eserlerini çıkarıyorlardı ve Fransızlar, o profesörlerden birine Lejyon donor nişanı vermişlerdi, Halûk Bey’e verecek değillerdi ya!

Arkeoloji, sâdece arkeoloji değildir.

14 Ağustos 2020

Yazar Hakkında:

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak Arapça, Farsça, İngilizce ve Hadîs öğretti. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Târihi Asistanı oldu. Tunus’ta doktora tezi ile ilgili malzeme topladı, dilbilgisini bildiği Arapça'nın pratiğini yapmak imkânını buldu. Dördüncü sınıfına kabûl edildiği Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü Arapça Bölümü’nü bitirdi. Türkiye’ye dönüp İstanbul, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde belge inceledi. "Tunus’ta Osmanlı Hâkimiyeti" konulu doktorasını verdi. İngiltere’de, University of Cambridge’de Faculty of Oriental Studies’de Türkçe öğretti, orientalistlerin nasıl yetiştirildiklerini gördü. Türkiye’ye dönüp Diyânet İşleri Başkanlığına bağlı olarak İzmit, Ankara ve İstanbul’da vâizlik yaptı. Marmara Üniversitesi'nde 1983 yılında Yardımcı Doçent, 1986 da Doçent ve 1995 yılında Profesör oldu. İzinli olarak gittiği Malezyadaki International Islamic Universty’de 4 yıl (1991-95) Târih ve Medeniyet Bölümü başkanlığı yaptı, Osmanlı Târihi öğretti. Orada iken yazdığı Osmanlı History adı geçen üniversite tarafından bastırılıp (1999) textbook olarak kullanıldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde bir yıl daha öğretim üyeliği yaptıktan sonra Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi kurucu dekanı olarak Eskişehire gitti. 2004-2005 öğretim yılında izinli olarak gittiği Kazakistan’ın Türkistan Beldesindeki Hoca Ahmed Yesevî Milletlerarası Türk-Kazak Üniversitesinde, Hollanda Rotterdam Milletlerarası İslâm Üniversitesinde bir dönem öğretim üyeliği yaptı.

Yazarın diğer makalelerinden: