Barbarossa Türk Tunus’tan Preveze’ye Barbaros Hayreddîn Paşa’yı Anlamak 

 

“Oruç ve Hızır Hayreddîn nâmında iki Türk peydâ olmuş. Bu Hristiyan düşmanı yılanlar ejderhâ olmadan, basalım, isimlerini yeryüzünden silelim. Şimdi fırsat verirsek, belli ki, bu Türkler başımıza çok iş açar.” 

O, Hızır Reis olarak seferlerine başlayıp Türk târihine Barbaros Hayreddînli taçlar giydiren Kapdân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa’dır. Düşmanları ona Barbarossa Türk derler. Düşmanı bol bir coğrafyada vatanına yan bakanlara haddini bildirmiş mert bir Türkoğlu Türk’tür. Mensûbu olduğumuz Türk milletinin dünya insanlık ve medeniyet târihi üzerindeki etkisi ve mevkiini anlama yolunda pek çok medeniyet tasavvuru hasbihâli yapılabilir. Bu yazıda Türk târihine en büyük deniz zaferini kazandıran Deryâlar Kapdânı, Kapdân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa’nın hâtırâlarından bölümler ele alarak batılı kalemlerden bu bahse yönelik hamlelerin tasavvuruna âmil olunmaya çalışılacaktır. Bir anlamda 1538 senesinin Eylül Ayı’na isâbet eden en büyük deryâ zaferinin kazanılmasına vesîle olan Deryâlar Kapdânı Barbaros Hayreddîn Paşa’yı okuma ve anlama yolunda bir medeniyet tasavvuru girişimi olacaktır.

Anmak, anlamaktır aslında, kendini bilmektir. Türk, kendi târihini kendi öz kaynaklarından, kendi kalemlerinden bilecektir evvelâ. Hâtırâlarını; seferleri ve yaşadıklarını Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın emriyle “Gazavât-ı Hayrü’d-dîn Paşa” da kayıt altına aldırır Hayreddîn Paşa. Seyyid Murâdî, eli kalem tutan bir Hayreddînli olarak bizzat Hayreddîn Paşa ile seferlere katılır ve hâtırâları Hayreddîn Paşa ağzından dinleyerek kaleme alır.

Bundan 482 yıl evvel kaleme alınan, Türk târihine tâclar giydiren en büyük deniz zaferimizi de anlatan bu hâtıraların beş el yazması mevcut olup bugüne kadar yayımlanmamış olması dikkat çekicidir. Bu hâtıralar Macarca’ya, Arapça’ya, İtalyanca’ya, İspanyolca’ya ve Fransızca’ya çevrilirken bugüne kadar Türkçe bir baskısı yapılmamıştır! 

Bu karşılaştırmalı literatür yazısının yazılmasına vesîle olan eser, bugün Barbaros Hayreddîn Paşa’ya dâir en kapsamlı roman olan ve kadim târihçimiz Turgut Güler Beyefendi’nin kaleme aldığı “Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Romanı” dır. Seyyid Murâdî’nin kaleme almış olduğu Gazavât-ı Hayreddîn Paşa adlı yazma eserine sâdık kalarak âdetâ bir Hayreddîn Paşa güzellemesi kaleme alan, maddî ve mânevî varlığıyla târihe tam bir Türk duruşu ile çıkan bir Deryâlar Sultânı’nı kaleme alır Turgut Güler Bey. Aslına sâdık bir roman oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda Deryâlar Sultanı Hayreddîn Paşa ile Yahya Kemâl’i açık denizlerde buluşturur. Şiir tadında okunan bu eserde Hayreddînli nice Türk duruş ve tavırları dikkatleri çeker.

Merhum Yahyâ Kemâl’in “Kökü mâzîde olan âtîyim” sözünü hatırlayarak gelin 1530’lu yıllara gidelim. Belki gelecek nesillere aktaracak birkaç sözümüz olur.

O, Akdeniz sularında İspanyol Kralı Karlos’u def’alarca mağlûb etmiş, Andrea Dorya’yı köşe bucak kovalamış; İspanyol, Portekiz, Malta, İtalyan donanmalarına ek olarak Papa’nın donanmasına karşı da zafer kazanmış bir koca Türk, Deryâlar Kapdânı Barbaros Hayreddîn Paşa’dır. Batıya korku salmış, kendisinden “barbar”, “kötü şöhretli acımasız korsan”, “Diyavolo; şeytan” diye bahsedilen, bilek gücüyle yenilemeyen Hayreddîn Paşa, sayısız Arap ihâneti görmüş buna rağmen hak ve adâletten asla tâviz vermemiş bir koca Türk’tür.

Bugün Avrupalı kaynaklar Barbaros Hayreddîn Paşa’ya kendilerince pek çok isimler takmışlar ve kendilerince farklı farklı resimler ile resmetmişler, fırçalarıyla yüzüne zâlimlik kondurmuşlardır. Bunlardan en dikkat çekici olanları; “Korsan”, “Barbar” gibi kelimeleri sıklıkla bir küçümseme edâsıyla kullanmalarıdır. Oysa o, Hızır Reis iken, kardeşi Oruç Reis ile ticâretle uğraşan, ama korsanlarca yolları kesilen, kardeşi Oruç esîr edilince nefs-i müdâfaa durumunda giriştiği mücâdeleden koca bir Hayreddîn Paşa olarak âdetâ yeniden doğmuştur. 

İbrahim Kafesoğlu Hocamızın: 

“Medeniyetler çeşitli kavimlerin türlü sâhalarda fikir ve duyguya müstenid çalışmalarının birbirini tamamlamaları sâyesinde gelişen mânevi ve teknik terkiblerdir.” 

sözünün, Tunus seferi sonucunda savaşılarak vücut bulmuş olduğunu gözlerimizle görürüz. 

İspanya Kralı Karlos ve danışmanları Tunus’un hâkimiyetini ele geçirmiş olan Barbaros’u oradan kovmaya and içmişlerdir. İmparator Kral, kendinden öylesine emindir ki Tunus’un ve Barbaros’un ele geçirilişini resmetmek için, sefere çıkarken iki ressamı da yanlarında götürürler. Savaş ve san’at yan yana olacaktır! 1535’te Don Antonia de Mendoza’nın dört kardeşinin dördü de dâhil, İspanya soylularının büyük çoğunluğunun katılımını sağladıktan sonra Tunus’a saldırıp ele geçirmek maksadıyla Barselona’da büyük bir filo kurulur. 

İspanyol, İtalyan ve Alman birliklerinden oluşan ortak kuvvet ile Tunus hakikaten ele geçirilir. Gazavâtnâme’ye göre, Arap ihâneti sonucu birlikler dağılır, Avrupalı’ya göre de düşman olan Barbaros kaçıp yıllarca yine denizcileri tâcize devâm eder. Bu savaş sonucunda ressamlarca çizilen resimler ve eskizler İspanya’ya götürülür.  Ressamlardan bir tanesi, Jan Cornelisz Vermeyen, daha sonra bir düzine devâsâ çizimleri, duvarları süslemek üzere üretilecek bir goblen yapımcısına gönderir. Müteâkib 14 yıl içerisinde bu devâsâ tablolar tamamlanır ve goblenler gemilerle İspanya’ya gönderilir. Sonunda set hazırdır. Savaş tasvîrlerine efsânevî figürler de ilâve edilir. Bunların, Kral Karlos’un târihçisi Alonso de Santa Cruz tarafından ilâve edildiği düşünülmektedir. Bugün bu eserlerin orjinalleri Madrid’de Kraliyet Sarayı’ndadır. Bu duvar halıları öyle meşhur oldu ki, 1700’lerde birer kopyası yapıldı. Bugün, bahsi geçen duvar halıları, Avrupalı’nın “Karlos, koca Amiral Hayreddîn Paşa’yı ezip geçti” diye övündüğü eserleridir. 

 

Ressam Vermeyen’in detaylı olarak resmettiği Tunus Seferi sahneleri, sefere çıkanların eş zamanlı görüntülerini yansıtan resimler olmasa da prototip bir Avrupalı’nın nasıl olabileceğine dâir bizlere fikir verir. 

Avrupalı donanmalar incelendiğinde, kıyâfetin önem arz ettiği görülür. 16. yüzyılın ilk yarısında gardroba dâir kültürel normlar vardı. Aristokrat, yüksek rütbeli adam, kral maiyeti, profesyoneller, zanaatkârlar ve tüccarlar için günlük kıyâfet, gömlek üzerine giyilmiş deri yelek, tayt üzerine giyilmiş kısa pantolonlar, zapatos denilen ayakkabı ve şapka ile tamamlanır. Bu kıyâfetler altın, gümüş gibi aksesuarlar, kemerler, keseler, kılıçlar ve hançerler, şapka madalyonları, gösterişli lüx tüyler ile süslenir ve sonuç olarak kâşiflerin, sefere çıkanların statüsünü açığa çıkaracak hâle gelirdi. (3)

Tunus Seferi ekibinin kıyâfet detaylarında; mor kadifeler içinde bir kolu gümüş, bir kolu altın rengi kumaştan yapılmış, Seville (İşbilye)’de sâdece en soyluların giydiği cinsten, zapatos dedikleri ayakkabası tam tekmil, şerit şerit kurdeleleri uçuşan, ağır ipek, yumuşak ipek ve de kadifeden kıyâfetleri açıkça göstermektedir ki, savaş esnâsında bile parlak renkli ipek kesitleri, kadifeler ve brokarlar kullanılmaktaydı. Meselâ Benavente Kontu, Kral Karlos’un yanında Tunus’a demir atmadan önce 20 caballerrosluk silâhıyla resmedilmiş. Kıyâfet, statü ve önem derecesini ilk bakışta yansıtıyordu. Gemiler, Cathay’e bağlıydılar ve bu da mükemmellik anlamına geliyordu ve gemiler vardıkları her yerde kıyâfetleriyle muhteşem izler bırakmalıydı. Batı’nın en büyük, en zengin, en güçlü imparatorluğunun bir misyonu olarak Mendoza’nın işletmesi, Sultan Süleyman kadar ya da ondan daha da gösterişli ve parlak olmalı idi. Burada Kral Karlos’un ezik karakterinin yansıması görülmektedir. Sefer haberleri ulaşmadan, Karlos’un askerlerinin ihtişâmı ulaşmalıydı ki, gören gözler görmeyenlere de aktarsındı.

Avrupalı kaynaklarda, bu şâşaalı sefer, anlatıla anlatıla bitirilemez. Ne var ki, bütün bu şatafat, gösteriş karşılıksız değildi. Kazanılan altınların hazînede kalması gerekirken, yeni ve eski borçların ödenmiş, bu ise 17. yüzyılda ekonomik bunalıma yol açmıştır. 

Türk çocuğu, bu Avrupalı san’at eserlerini ve yorumlarını gördüğünde bu Kral Karlos’u merâk edecektir. Kral Karlos’u, yâni meşhûr Charles-Quint’i, Türk kalemlerinden okuyup bilmek lâzımdır.

Hayatı çekişmeler ve hep yarış ve en iyisi olma yolunda geçen Kral Karlos, Almanya’daki Protestan ayaklanmaları ve direnmeleri, Avrupa içlerine sokulan Türkler ve Fransa’daki Birinci François gibi sebeblerle, daha kral olmadan kendisine biçilen krallık kaftanına sığamadan, bir de omuzlarına binen Mukaddes Roma İmparatoru sıfatı ile erken yorulur. O yorulmasın da kim yorulsun? İspanya Kralı Karlos, V. Charles, Kutsal Roma İmparatoru Kastil ve Aragon Kralı, Burgondiya Dükü, Fransa’da Charles-Quint olarak biliniyor, Almanya’da Kaiser Karl, Türklerce Karlos Kral… Kendisine bunca isim atfedilen Kral Karlos, sâdece bir Kral Karlos’tur. Hayâtı boyunca yaşadığı evliliklerden ve evlilik dışı gayr-ı meşrû sayısız çocuğun babası bir Kral Karlos, bir gün manastıra kapanır ve kısa bir süre sonra da terk-i dünya eyler. 

Biz gelelim Gazavâtnâme’ye ve Tunus seferini bir de Hayreddîn Paşa’dan dinleyelim:

“Ben Tunus’ta bulunuyor ve Tunus beyi Mevlây Hasan’a karşı dikkatli davranıyordum. 12000 askerim vardı. Fakat bunların yarısı, askerlik kaaidelerine göre savaşmayı bilmeyen Arap gönüllüleriydi ve başları sıkışınca kaçmaları, hattâ düşmanla birleşmeleri görülmemiş işlerden değildi.”

“Tahmîn ettiğim gibi, emrimdeki 6000 Arap gönüllüsü öyle zararlı bir hareketle ihânet ettiler ki, bir ân önce güneye çekilmek vâcib oldu. Bu sözde gönüllüler, Kral Karlos’a yaranmak için, ben 6000 Türk levendiyle surların önündeyken, şehrin hapishanelerini açıp, 10000 Hristiyan esîrini serbest bıraktılar. İçlerinde Türkler’i seven, böyle bir alçaklığı irtikap etmeyecek derecede dinine bağlı kimseler vardı. Fakat sözde hükümdarları Mevlây Hasan tarafından kandırılmışlardı. Mevlây Hasan’ın câsusları, Tunus şehrinde havayı bulandırıyor, İspanyollar’ın ülkeyi Türkler’den kurtarmak için Tunus’a geldiklerini, hükümârlarının Karlos Kral’la müttefik olduğunu ağızdan ağıza yayıyorlar, İspanyolları şehre alırlarsa, bir tek Müslümanın burnunun kanamayacağını söylüyorlardı. Öyle bir ân geldi ki, bu düşman muhît içinde, bir yandan şehirdeki 10000 Hristiyan esîrin muhafazası, diğer taraftan kâfirlerle savaşmak, imkânsız göründü. Tam bu sırada Halkulvad Kalesi de düştü.”

 Bu arada, sağ kalan levendleriyle beraber Sinan Reis kurtulup Tunus şehrine gelir ve Barbaros’a katılır. Kalenin düşmensinden sonra daha 6 gün Tunus şehrini müdâfaa eder. Sinan Reis’in Halkulvad’dan getirdiği kuvvetlerle levendlerin sayısı artar ama bu kadar kuvvetle, Karlos’un 30000 askerine, 500 gemisine, yüzlerce topuna, güneyden üzerlerine yürüyen Mevlây Hasan’a karşı koymak imkânsızdır. Üstelik Halkulvad’daki 40 topumuz ve mühim miktarda malzememiz de düşmanın eline geçmiştir. Mevlây Hasan, Karlos’un ordugâhına gelir, Kâfir Kralı’nın ayaklarını öper. Bunu gören büyük Arap kuvvetleri de Hayreddîn Paşa’nın aleyhinde toplanmaya başlar. İlk büyük vuruşmada 2500 şehîd verilir. Geri kalan 7200 kişiyle artık mukavemet edilemezdi. Yazın tam ortasında, hava dehşetli sıcaktır. Son bir hurûc hareketi yapar Barbaros. Dönüşte Tunus halkı, şehrin kapılarını yüzlerine kapamıştır. Esasen Cafer adında yeni Müslüman olmuş bir kâfir, zindan kapılarını açıp Hristiyan esîrleri şehre salmış, bunlar Tunus’a hâkim olmuşlardı. 21 Temmuz 1535’te korkunç bir yarma taarruzu yapar Barbaros. Yer ve gök «Allah Allah» sedalarından inler. Barbaros:

“Levendlerimin nârâları bulutlara aksedip geri dönüyor, düşmanın yüreğini titretiyordu. Ekserisi Maraşlı olan levendlerimin birkaç bini şehîd düştü. Yüce Tanrı bilir, ben de onların arasında olmak isterdim. Canımı kurtardığıma şu bakımdan memnun oldum ki, Avrupa’nın büyük asilzâdeleri arasında sırf beni zincirlere vurulmuş görmek için Tunus’a kadar zahmet edip gelenler vardı. Onların bu hevesleri kursaklarında kaldı. Ben de Tanrı’nın hayâtımı bağışlamasına şükrân olmak üzere elbette bunca Müslüman’ın öcünü Karlos Kral’ın yanına koymayacaktım. Yanımda Aydın ve Sinan Reisler’le birkaç bin yaralı levend kalmış, fakat düşmanın saf saf hatları yarılmıştı. Tunus Körfezi’ni baştan başa dolaştım. Sicilya’nın güneybatısına bakan Beledu’l-Unnab Burnu’na geldim. Burada 14 kadırgam beni bekliyordu. Tam bu sıralarda Aydın Reis, boğularak şehîd oldu. Türk milletinin şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük denizcilerden olan merhûm, Kemâl Reis’in yanında yetişmiş, ağamın, sonra benim yanımda, bütün Avrupa’ya yayılan büyük bir şöhrete erişmişti. Tanrı makamını Cennet eylesin!” 

diyor.

TUNUS’TAKİ HAÇLI VAHŞETİ

Yine Gazavâtnâme’den naklen: Tunus şehri, Afrika’nın en büyük birkaç beldesinden biridir. Haçlılar, bu büyük Müslüman şehrine girip, 30000 Arab’ı boğazlarlar. 10000 kadın ve çocuğu esîr alınır, câmiler, medreseler, türbeler tahrîb edilir, saraylar yağmalanır, kütüphanelerdeki on binlerce yazma kitap yakılır. En nâdir san’at eserleri yok olur. Koca Barbaros ve levendlerini ele geçirememenin hıncını sanki Müslüman ahâliden çıkarırlar. Bilhassa İspanyollar pek ileri gider, 72 saatlik bir yağma ve katl-I âmdan sonra Kral Karlos, harâbe ve mezbaha hâline gelmiş olan şehre girer. Atının ayakları, sokaklardan dere gibi akan kanla kıpkırmızı kesilir. Bu sâretle Tunus şehri ile çevresi İspanyollar’ın eline geçer. Tunus şehrindeki bu hâkimiyetimiz on bir ay sürmüştü. 

Arap İhânetleri

Tunus’taki Arap ihâneti sonucu Koca Barbaros Cezâyir’e geçer. Arap ihânetleri sâdece Tunus’ta değil, pek çok yerde dikkatleri çeker. Bunlardan bir tânesi de Cezâyir Ülkesi’nin en batısında, Fas hudûdu yakınlarında, Tlemsen denen büyük bir beldeydi. Burada çok eski bir hânedân hüküm sürerdi. Bu beldenin Arap sultanları ile beyleri ardı ardınca hem Hayreddîn Paşa hem de karındaşı Oruç Reis’e pek çok ihânetlerde bulunmuşlardır. Huy mudur, kan mıdır varın siz deyin!

Tunus’un kaybından bir müddet evvel, Tlemsen’in Abdulvâdî Hânedânı’ndan inen bir Arap hükümdârı vardı. Bu hükümdâr, Hayreddîn Paşa’ya tâbi idi. Ancak el altından İspanya ile münâsebet kurmaktan da geri kalmıyordu. Hayreddîn Paşa Tunus Sultanı’nın Tlemsen Beyi’ne yazdığı nâmeyi ele geçirir. Bu nâmede şöyle denmektedir: 

“Hayreddîn Paşa denen izbandut, ağası Oruç’dan daha da büyük bir belâdır. Hele şimdi arkasını Sultan Selim Hân’a dayamıştır. Onun için gurûruna son yoktur. İspanya dâhil, cihâna kafa tutmaktadır. Sultan Selim Hân, Hayreddîn’i adam sanıp kendisine beylerbeyilik ve paşalık ve murassâ kılıç ve hil’at ve sancak vermiştir. Hayreddîn, Anadolu’dan devâmlı insan ve malzeme yardımı almaktadır. Tedbîr budur ki, el birliği edip Afrika’da bir tek Türk bırakmayalım. Şimâlî Afrika’ya ayak bastıkları on yıl olmadığı halde Türkler, şimdi hepimize efendilik taslamaktadırlar. Seninle el birlik edip Türk’ün kökünü keselim. “Hayreddîn” dedikleri Türk’ü Cezâyir’den kaçıralım. Yerine ben sultan olayım. O zaman sizi vâfir gözetirim. Bizim peder Türkler’i gâyetle severdi. Ama benim Türk kavmi kadar sevmediğim bir kavim yoktur”

İbnü’l-Kaadi ile Tunus Beyi arasındaki nâmeleri ele geçiren Hayreddîn Paşa kendisine hazırladıkları tuzaklardan böylece haberdar olur ve tedbîrlerini alır. 

Varıp Barbaros’a kulak verelim:

“Tenes’ten kaçan bey, Tlemsen Sultânı’nın karındaşı oğluydu. Bizden aldığı ders yetişmedi: 

‘İspanya Kralı sağ olsun. Benim âhımı bu Türkler’de komaz!’ 

gibi lâflar ettiği duyuldu. Anladık ki, bu herifin kalbinden İslâm muhabbeti kalkmış. Sanırdı ki, İspanyol kâfiri Cezâyir şehrini bizden almaya muktedirdir ve o zamân, kendisini Cezâyir Sultânı yapacaktır. Bu hayâl ile gezerdi. Bu Arap milletine îtimâd etmek kat’a câiz değildir. Bir müddet sonra öğrendik ki, Tlemsen Sultanı’nın karındaşı oğlu, etrafına topladığı Araplar ve İspanyollar’ la tekrar Tenes’i ele geçirmiş. İspanyol kâfirinin zulmünden ve tasallutundan kurtardığımız Tenesliler de, onu gene beyleri olarak kabûl etmişler.”

Oruç Reis’e nâmerdlik eden Tlemsen Sultânı’nın karındaşının oğlunu ele geçirir ve onlara şöyle hitâbeder:

“Bre nâmerd! Bre mel’ûn! Kulu olduğun Kral’ın yüz binlerce Müslüman’ı kılıçtan geçirdiğini, Endülüs’e kan kusturduğunu bilmez misin? Biz korsan değil, elhamdülillah mücâhid gâzîleriz. Din yolunda cenk ederiz.”

Onun cezâsını keser ve daha birkaç Arab’ı huzûruna alır ve onların da hesâbını sorar:

“Bu mel’ûn size geldikte bağlayıp bana göndermeniz gerekti,” dedi; “beni karşınızda gördükten sonra bu işi yapmak marifet değildir. Siz bana sultan olarak biat etmediniz mi? Yemîninizden nasıl döndünüz?” der ve onların da cezâları kesilir. Türk’ün töresinde ihânetin bedeli bellidir, ve öderler!

Türkler ve Araplar Hakkında Satırlar:

“Bu Türkler, gayetle inatçı bir kavimdir, helâk olur, teslîm olmazlar. Daha bu kale önünde ne zamana kadar beklemek mümkündür? Gelin Türkler’e bir elçi gönderelim. Silâhlarını alsınlar, kaleyi bize bırakıp gitsinler. Ammâ, yiyecekleri tükenmişse bunu kabûl ederler. Tükenmemişse, son fertleri helâk olmadan silah bırakmazlar!”

“Ağam Oruç, hamiyet kuşağını dört elle kuşandı. Sabâha kadar başını secdeden kaldırmadı. Cenab-ı Hakk’dan nusret ve zafer diledi. Sabâh Güneş doğarken, levedlerini topladı. Arap’dan, Berberî’den, Endülüslü’den de çok askeri vardı. Amma bunlar, Türk levendleri gibi cenk bilmezler, sıkışınca düşmandan yüzgeri ederlerdi.”

Cezâyir de:

“Sultan etrafına külliyetli miktârda çapulcu toplamıştı. Fırsat gözlüyordu. Bir yandan da Vahran (Oran)’daki İspanyol kâfirine nâme üzerine nâme yazıyor, imdâd istiyor: 

‘Türk korsanlarının elinde kaldım,’ 

diyordu.

 ‘bir akçamı ellerinden kurtaramadım. Hani kralınızın şevket ve azameti nerededir? Üç buçuk korsan makûlesiyle başa çıkamaz mısınız?’

Kralının bu emri üzerine Vahran Vâlisi, otuz-kırk bin kişiyle ağam Oruç’un üzerine yürüdü. Tam üç ay cenk etti. Fakat ağam teslim olmadı. Vâli, kumandanları topladı, dedi ki: 

‘Silâhlarınızı bize bırakınız, sağ çıkıp gittiğiniz yetmez mi?” 

Oruç Reis: 

“Ölmek, silâh teslim etmekten yeğdir. Ölüm ne ola ki, korkalım. İnsan bir kere ölür, amma nâmı kalır.”

dedi.

“Zira bu Araplar, cenk san’atını bilmez bir kavimdirler. Çölde çapulculuk yapmakla ordu hâlinde cenk etmeyi aynı şey sanırlar. Cenk san’atını bilen İspanyol kâfiri bile Türk leventlerine dâimâ mağlûb olagelmişken, hangi akılla bilinmez, bu Arap kabileleri olur olmaz yerde Türkler’in karşısına çıkıp perîşân olurlar. Zîrâ, onlarda insan canı gayetle değersizdir. Kulluklarını bilip tedbîr alacakları yerde:

‘Her şey Allah’dandır” 

deyip budalaca ölürler. 

Gerçi iyi ata binerler ve içlerinde cesûr olanlar vardır. Ancak atlarının koşumları bile gayetle ibtidâîdir. İyi silâhları yoktur. Olsa da kullanamazlar. Ateşli silâhlarla araları iyi değildir. Sonra en büyük mağlubiyet sebepleri şudur ki, kitle hâlinde döğüşmenin kaaidelerini aslâ bilmezler.”

Cezayir İhâneti

Nâmelerden alınan örnekler bizlere göstermektedir ki, Barbaros Hayreddîn Paşa’nın bulunduğu coğrafyada işi hiç de kolay olmamıştır. Barbaros Hayreddîn Paşa Cezâyir’e gelmeden evvel, yerlilerin âdeti, kâfiri görünce çil yavrusu gibi dağılmaktı. Yüz yıldan fazla bir zamandır Cezâyir’de devlet ve hükûmet nâmına bir şey yoktu. Kâfirler de bunu nîmet sayıp en iyi limanları ele geçirmişlerdi.

30 Eylül 1511’de, Oruç Reis komutasında Cezayir Zaferi kazanılır.  Don Diego de Vera’nın başkumandanlığındaki 40 harp, 140 nakliye gemisi ve 15000 kara askerinden müteşekkil büyük İspanyol kuvvetleri, Oruç Reis tarafından müthiş bir hezîmete uğratılır. İspanya, Avrupa’nın en büyük kara ve deniz devletiydi. Oruç Reis, bu büyük zaferi bir nâmeyle karındaşı Barbaros’a bildirir. Zafer haberini aldığında Barbaros hâl-i hâzırda yanında karındaşı İshak Reis ile on pare tekneyle denize açılmaya hazırlanıyordu. Cezâyir’e ağası Oruç’a yardıma gidiyorlardı.

Barbaros, Cezâyir halkını İspanyol köleliğinden kurtarır. Fakat nâmerd Arap, bunu kısa zamanda unutur, bir takım gâfil ve nankörler Barbaros’u alaşağı edeceklerini sandılar. Kara Hasan denen tıynetsiz, Barbaros’un yerine geçmek ister. İbnül Kaadi denen Arap hâini ile haberleşir, el birliği ederler. Koca Barbaros’un elinde 12 bin Türk levendi vardır. Bunlardan büyük kısmı gemilerinin üzerinde, Akdeniz’deydi. Bu vaziyette bütün askerini toplayıp âsilerin üzerine gidemezdi. Kara Hasan hâinini huzûrundan kovar ammâ, Barbaros’a da bir bezginlik gelir. Bu Cezâyir milletine iyi bir ders vermek lazımdır, ammâ Barbaros oradan ayrıldığı ân Cezâyir yine bin parçaya bölünecek ve İspanyolların kucağına düşecekti. İbnü’l-Kaadi’nın ne Cezayir’i birleştirecek, ne de İspanyollar’a karşı savunacak aklı, cesâreti, askeri ve iktidârı vardı. Değil donanması, tek gemisi bile yoktu. Geldikleri zamân ufku kapkara kaplayan kâfir armadalarıyla nasıl başa çıkardı? Zârâ askerlik ve devlet idâresi Türk’e mahsûstur.

Barbaros, nâmert, gâfil Arap tavırlarından yorgundur. Yerine Hasan Paşa’yı vekil bırakarak bir müddet Cezayir’den uzaklaşır.

(*) Cezayir 1962 yılında istiklâline kavuşunca, millî hareketin en büyük liderlerinden olan Albay Muhandu’l Hacc şu beyânatı vermiştir:

 “Her şeyi, hattâ bir millet oluşumuzu, Türkler’e borçluyuz. Osmanlılar geldiği zamân, bizler korsandık. Yüzlerce kabîleden müteşekkildik. Osmanlılar, başımıza bir paşa getirdiler. Dağınık aşîretleri bir araya topladılar. Onları bir kavim haline koydular. Bu kavim, 300 yıl, merkezî Türk idâresi altında kaldı. Birliğin kudretini öğrendi. Türkler sâyesinde, millet hâline geldik.”

Barbaros Hayreddîn Paşa Cezâyir’e iyilik, Bereket, güzellikler getirmiştir:

“Bu yıl da Cezayir şehri ve çevresindeki bütün yetim ve fakir oğlancıkları ve gelinlik kızları topladım. Oğlancıkları sünnet ettirip, kızları evlendirdim. Her birine ihsânlarda bulundum. Evsiz olanlara ev verdirdim, işsiz olanları işe koydum. Cenâb-ı Hakk, hayır yolunda sarfedilen her emeğin ve servetin karşılığını fazlasıyla ihsân buyurur. Bunu bizzat ben hayâtım boyunca tecrübe ettim. Hayır yolunda ne kadar servet harcadımsa, tez zamanda Allah, birkaç mislini ihsân eyledi.”

“Ne karanlıkta yat, ne tehlikeli düş gör” diye Türk atasözü vardır. Barbaros Hayreddîn Paşa da her konuda tedbîrli ve ihtiyatlı davranarak bundan büyük yararlar sağlar ve başındaki tehlikeleri defeder. Gelin Barbaros’a kulak verelim:

“Eskiden beri âdetim, esîr düşen kâfir zâbitlerini, Kapdânlarını, vâlilerini, râhiplerini, san’atkârlarını yanıma çağırıp onlarla konuşmaktı. Bir esîri sorguya çeker gibi değil, bir dostumla sohbet eder gibi konuşur, bu şekilde daha iyi mâlûmât alırdım. Bâzan Avrupa’da bile kimsenin bilmediği saray esrârına dahî bu şekilde vâkıf olurdum.”

“Gerçi Akdeniz ülkelerinin hepsinde câsuslarım vardı. Fakat esîrlerle konuşup mâlûmât almak, bâzan daha faydalı olurdu. Kral Karlos’un sözlerini de, böyle bir vesîleyle öğrendim. Görüştüğüm İspanyol esîri, Kral Karlos’un şimdi Barselona’da olduğunu, Ceneviz’e hareket etmeye karar verdiğini söyledi.”

“Bu meclisten ve Doria’nın söylediklerinden tez zamanda haber aldım. Avrupa’nın birçok ilinde câsuslarım vardı. Bununla beraber kâfirlerin de Cezâyir’de ve başka İslâm ülkelerinde câsusları bulunurdu. Cezâyir’den haber sızmaması için dikkatli davranırdım.”

asb3PREVEZE DENİZ ZAFERİ 

Preveze Deniz Zaferi öncesi Akdeniz’de esip duran Arap hâinliği ve Haçlı düşmanlığı rüzgârları birleşince başta İspanya, Venedik, Ceneviz, Papalık, Floransa ve Malta donanmalarını emrinde toplayan Kral Karlos, bu görülmemiş devâsâ donanmayı Andrea Doria’nın emrine verir. Yüzer kaleleri andıran bu donanma ekibinde Doria’nın 600’den fazla gemisi vardır. Bunun 308’i harp teknesi olup, 120’si en büyük oturak gemilerdi. Donanmaya, kürek çeken on binlerce forsadan başka 60000 asker bindirilmişti. Bâzı gemilerde 2000’in üzerinde asker vardı. Yüzer kaleleri andıran bu gemilerin hareketleri ağırdı. Hayreddîn Paşa’nın 122 kadırgası vardı. Forsalar dışında 20000 levendi ve topçusu vardı. Bu sûretle iki tarafın insan sayısı forsalarla beraber 120000 kişiyi buluyordu ki, bu kadar insanın deryâ yüzünde karşı karşıya gelmesi görülüp işitilmedikten başka, tasavvur dahî edilemezdi. Hayreddîn Paşa, sefer öncesi reislerini, Kapdân Paşa Baştardası’na çağırıp hepsiyle müşâvere etti. Turgud Reis en korkusuz, en cüretkâr olan levendiydi, Sâlih Reis, en zekî olanı. Onlar bile bu devâsâ donanma karşısına çıkmamayı teklîf ederler. Ancak Hayreddîn Paşa bunu kabûl etmedi. Bu büyük donamayı bir lütuf olarak değerlendirdi.  Sevk ve idâredeki dikkat, gemilerimizin küçük olmasından dolayı manevra kaabiliyetleri, bu savaşı bizim için zafere döndürebilirdi. 

Düşman donanması Hayreddîn Paşa’nın körfeze sinmiş ve saklanmakta olduğunu düşünürken Hayreddîn Paşa Turgut Reis’in kumanda ettiği filoyu arkasına alarak körfezden çıkar. Devâsâ düşman filoları muhârebe pozisyonu alabilmek için kuzeybatıya doğru açılır. Ertesi gün donanmalar karşı karşıyadır. Donanma-yı Hümâyun’un orta baş kanadında Hayreddîn Paşa, orta kanattaki filoların başında, Şa’bân Reis, Câfer Reis ve ihtiyar Sinan Reis, sol kanatta Seydî Ali Reis, sağ kanadın başında Çanakkaleli Sâlih Reis, arkada ihtiyât filosunun başında da Turgut Reis bulunmakta idi.

Düşman kadırgaları devâsâ olmasına devâsâ idiler ama, Hayreddîn Paşa’nın da kendi üstünlükleri vardı. Birincisi daha küçük olan gemilerinin manevra kaabiliyeti idi. Ama en önemlisi Hayreddîn Paşa’nın donanmanın bütün filolarına hâkim olması, en ufak bir emrinin dahî uzaktaki filolarca yerine getirilmesi idi. Doria’da bu durum aksi idi. Nitekim düşman donanması birbirini tanımayan, birbirini çekemeyen, birbirinin dilini anlamayan çeşitli kavimlerin donanmalarından oluşmuştu. Diğer bir üstünlüğümüz de top menzillerimizin düşmanınkinden uzun olması idi. Bu sâyede ateşlenen pek çok top düşman gemilerine isâbet ederek onların batmasına sebep olmuştur. Doria çekilmeye karar verdiğinde ön saflardaki 128 gemisi denizin dibini boylamıştı. Manevra kaabiliyeti sınırlı, top menzili kısa olan düşman, kısa zamanda ne yapacağını şaşırır. Bir üsütnlüğümüz daha vardır ki, o da levendlerimizin düşmanın ağır zırhlara bürünmüş şövalye ve silâhşörlerinin aksine hafif kıyafetleri olması, onlara hareket alanı ve hızı sağlamıştır. Barbaros Hayreddîn Paşa’dan naklen;

“Nihâyet en büyük üstünlüğümüz, îman kuvvetimizde, Cihân Hâkânı’nın tebaası oluşumuzdaydı. Doria perişân oldu, filoları dağıldı. Kral Karlos’un, Venedik Doçu ve Papa’nın yardımıyla karşımıza çıkarttığı donanmanın yarısı, deryânın dibini boyladı. Bu donanma gûyâ Akdeniz’i elimizden alacak, birçok ülkelerimizi bizden koparacaktı. Hattâ kâfir hükümdarları, hangi Türk ülkesinin hangi hükümdâra âit olacağını kararlaştırmışlar, Hâkân’ımızın ülkelerini hayâllerinde paylaşmışlardı. Muhârebe 5 saat sürdü. Ancak birkaç kadırgamız battı. Turgud, bir müddet karanlıkta düşmanı tâkib edip birkaç yaralı kadırga daha ele geçirdi. Oğlum Hasan Bey’i, müjdeyi hâkânımız Sultan Süleyman Hân’a ulaştırmak üzere derhâl yola çıkardım.”

Kıssadan hisse odur ki, Hayreddîn Paşa yalnızca esbâbı cismâniyyeye değil, esbâb-ı rûhâniyyeye de hâkim olarak Preveze’de kendisinden kat kat üstün donanmayı yerle yeksân eylemiş, düşman filoları, gemileri denizin dibini boylamıştır. Burada anlatılmak istenenlerin inceliğine hâlen varmayanlar da, Deryâlar Sultânı-Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Romanı’nı okuyarak varacaklardır. 

Preveze Deniz Zaferi’ni anlamak için Barbaros Hayreddîn Paşa’nın bulunduğu coğrafyanın zemînin de iyi anlaşılması gerekir. Yukarıda anlatılanlar, Barbaros Hayreddîn Paşa’nın ne gibi kaygan zemînlerde mücâdeleler vererek zaferler kazandığına dâir kısa notlardır. Elverir ki, Türk, bugün Hayreddîn Paşa’nın bizzat yazdırmış olduğu gazâlarını okusun ve târihte Türk’e her dâim ihânet eden kavimlere karşı tedbîri elden bırakmasın. Tunus Seferi’nin goblenler üzerinde resmedilip bugün saraylarda sergilenmesi de bizlere örnek olsun. 

“Zafer zafer benimdir diyebilenindir” 

diyen Gâzî Musafa Kemâl’in sözünü hatırlayarak, zaferlerimizi bilelim, idrâk edelim ve de kutlayalım ki, gelecek nesiller, hem âtîden, hem de geçmişten bigâne kalmasın. 

Kapdân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa:

“Gezmediğim az ülke vardır. Boğaz gibi bir beldeye rastlamadım. Sanki her köşesi Cennet’ten nişân verirdi. İnşâallâh, Boğaz’ın Marmara’ya yakın bir yerinde arsa alıp türbemi deryâ kenarına yaptıracağım.” 

der.

asb5Koca Barbaros Hızır Hayreddîn Paşa, bugün Beşiktaş’ta, Koca Mîmar Sinan Usta’nın yapmış olduğu türbede, Türk Milleti’nin ebedî şükrân ve minnetine mazhar olmuş, Türk ve Cihân târihlerinin en büyük deryâ eri olarak âdeta Akdeniz’i el’ân gözlemektedir. Türk’ün müstesnâ büyüğü Barbaros Hayreddîn Paşa ile berâberindeki Turgud Reis, İshak Reis, Deli Mehmed Reis, Aydın Reis, Sinan Reis, Sâlih Reis, Kurdoğlu Muslihüddîn Reis, Kemankeş Ahmed Paşa ve her biri Hayreddînli nice şehîd ve gâzilere selâm olsun!

Türk’ün en büyük deryâ zaferi Preveze Deniz Zaferi’miz Kutlu Olsun!

Ayşe Samiha

Singapore

28 Eylül 2020

Kaynaklar:

  • Gazâvât-ü Hayreddîn Paşa, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin Türkçe Yazmalar bölümünden, 94 ve 2490 numaralı mikrofilmlerinden nakledilmiştir. 
  • Deryâlar Sultânı-Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Romanı, Turgut Güler, Ötüken Neşriyât, İstanbul, 2019.
  • A Most Splendid Company: The Coronado Expedition in Global Perspectives, Richard Flint, Shirly Cushing Flint, University of New Mexico Press, 2019 

Referanslar:

*Hürriyet gazetesi, no. 5.121, 3.8.1962, s. 5c.

Ekler:

İspanya Kraliyet Sarayı’ndaki Tunus Seferi’ne dâir goblen örnekleri.

 

https://www.kirmizilar.com/a4b7bd4a-6540-4584-97ff-0bf022ba6bd8″ />

Yazar
Ayşe SAMİHA

Türk Milleti’nin târih yolculuğundaki en önemli menzillerinden, pek çok Osmanlı Sultanı’nın Dersaadet’in fethinden sonra bile sadrına başını yaslayıp sînesinde demlenmeye devam ettiği, Koca Sinan’ın “Ustalık eserimdir” de... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen