Fâtih’in Hukûka Konan Görklü ve Hürmetli Nazarı

Fâtih Sultan Mehmed Hân, İstanbul’u fethettiği 29 Mayıs 1453 Salı günü girdiği Ayasofya Kilisesi’nde, kendilerini kurtaracak beyaz kanatlı melekleri beklemekte olan Hristiyan ahâliye, beyaz atının üstünde şöyle seslenmişti:

“Gazab-ı Şâhâne’mden hazer etmen! Şimden gerü, benim âlî devletimin hükümrânlığı altında, istediğiniz gibi inanmakta ve dilediğiniz şekilde ibâdet etmekte serbestsiniz.”

Duyduklarına inanamayan bu şaşkın Bizanslılar, yeni Ortodoks Patriği’nin, bizzat genç Türk Pâdişâhı tarafından makâmına çıkarıldığını gördüklerinde, küçük dillerini yutacak hâle gelmişlerdi. Bu Sultan, başkalarına benzemiyordu. Bu Sultan, genç ve körpe yaşından beklenmeyecek bir cevheri, gönlünde ve sînesinde taşıyordu. Bu Sultan, attığı her adım ve sarf ettiği her kelime ile insanlığı kucaklıyor, kişinin hürmete lâyık olduğunu ifâde ediyordu.

Bütün bu olup bitenlerden cesâretlenen eski Bizans, yeni Türk tebaası Ortodoks Hristiyanlar, fethi tâkib eden günlerde, aralarından bir hey’et çıkarıp Yeni Çağ’ın patronu Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın huzûruna gönderdiler. Hey’etin sözcüsü, Türk Hükümdârı’na şöyle dedi:

“Bize bahşettiğiniz insânî ve dinî haklardan ötürü, ne kadar teşekkür etsek az gelir. Buraya, hem bunu söylemeye, hem de, ruhsatınız olursa, yeni bir dileğimizi iletmeye, size duyurmaya geldik.”

Bu yeni Hristiyan arzûsunun ne olduğunu merâk eden Fâtih Sultan Mehmed Hân, katında el bağlamış hey’ete döndü ve:

“Tebaamın her dileği benim için altun kıymetindedir. Bunca adamım devlet umûruna koşmakta iken hâlledemediğiniz ve bana getirdiğiniz bu iş nedir?”

dedi.

Hristiyan hey’etin sözcüsü, merâmını kestirme yoldan bildirip şunları dedi:

“Sultân’ım! Siz ki, bize haddi aşan nice haklar verdiniz. Bu yeni merâmı nasıl diyeceğimizi bilemiyorum. Mâdemki bize, kendi inancımız ve örfümüzle yaşama hakkını veriyorsunuz, lûtfederseniz, biz, kendimize mahsûs mahkeme istiyoruz. Bizim, aramızda çıkacak şahsî ve ictimâî anlaşmazlıklara, Ortodoks mahkemeleri baksın. Şâyet ruhsat verirseniz, bizi şâd edersiniz, biz de size her dâim duâ ederiz.”

 Fâtih Sultan Mehmed Hân, cür’et elbîsesi giymiş bu Hristiyan şımarıklığı karşısında, öfkesini ve hiddetini dizginleyerek:

“Size bu dediğiniz mahkeme hakkını da vereceğim. Ancak, bir şartım var. İçinizden, mahkeme ahvâlini ve âdâbını bilen yeni bir hey’et çıkarın. Bu hey’et, Tuna’dan Fırat’a, Akdeniz’den Karadeniz’e, Türkiye’nin şehirlerini gezip dolaşsın ve mahkemelerde cereyân eden dâvâları tâkib etsin. Bu mahkemelerde görüp şâhit oldukları eksiklik, hatâ ve kusûrları yazıp bana getirsin. Ben, o yazılanları göreyim, sonra da size kendi mahkemenizi kurma hakkını bağışlayayım.”

dedi.

            Bu Pâdişâh sözlerine pek sevinen Hristiyan hey’eti, etekleri zil çalarak oradan çıktılar ve hemen en iyi ve güvenilir hukûk adamlarından bir hey’et kurdular. Bu hey’et, Selânik’den Konya’ya, Edirne’den Bursa’ya, Antalya’dan Ankara’ya, köşe bucak bütün Türkiye’yi dolaştı, mahkemelerde görülen dâvâları tâkib etti ve her birinde, insana hürmet dışında başka bir şey görmedi. Haklının haksızdan, suçlunun suçsuzdan, böylesine ince ve hassâs çizgilerle ayırt edildiği mahkemeye ve dâvâ seyrine, daha evvel, başka bir yerde şâhit olmamışlardı. Seyâhatlerinin sonunda, hazırladıkları lâyihayı Türk Sultânı’na takdîm ettiler ve şu târîhî sözleri söylediler:

            “Biz, aslâ ayrı mahkeme istemiyoruz. Türk mahkemelerinde gördüğümüz insana hürmet hâli, başka hiçbir hukûk sisteminde yoktur. Kendimizi Türk adâletine teslîm etmek istiyoruz. Bizi, sizden böyle aşırı bir istekte bulunduğumuz için affediniz.”

            Sağda, solda Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin hukûkî işleyişi hakkında ortaya dökülen kasıtlı sözlere verilecek en güzel ve yerinde cevap, Ordodoks âlimlerinin Fâtih’e takdîm ettikleri bu lâyihada yer almaktadır. Avrupa’nın at gözlüğü takmış Orta Çağ zihniyetine son verip Yeni Çağ’ı açan güç ve kudret, İstanbul surlarını döven toplardan ziyâde, Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın hukûka ve insanın özüne nazar eden görklü bakışındadır. Anlayana, anladığını ifâde edebilene…

 

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen