Kâselis, Tesvîlât ve Bizim Ayasofya

             Bir arada bulunmalarında, insanlık için büyük tehlike riskleri barındıran iki habîs kelime var: “Kâselîs, tesvîlât”. Bunlardan birincisi; “dalkavuk, çanak yalayıcısı” mânasına geliyor. İkincisi ise, “hîleler, yalanlar” demek. Biri fâil, diğeri fiil olarak bütün eğrilik, şer, tuzak ve fenâlıklara şemsiye açan bu ikili, târîhte mekân tutmuş görünüyor.

            Yalaka sözünde en âmiyâne şeklini bulan dalkavukluk, zâten yalan üzerine ihtisas yapmışların mesleği değil mi? Rahmetli Reşat Ekrem Koçu’nun, vaktiyle yayınladığı bir dalkavukluk fiyat târifesi vardı.

            Bâzı durumlarda, dalkavukluğu sevimli, hattâ mecbûr ve de mağdûr gösteren ifâdelere rastlanıyor. Hiç, yalan söylemenin ve bunu geçim kaynağı hâline getirmenin mecbûriyeti olur mu?

            Kâselîs sözünde, hem müzikâlite bakımından, hem de mânâ îtibâriyle dalkavukluk, defileye çıkmış görünmektedir.

            Sultan İbrâhim (1640-1648 ), maiyeti erkânıyla Topkapı Sarayı’nın denize nâzır seyir yerlerinde, gurub vakti dolaşırmış. Güneş ışıklarının hâreler hâlinde deniz suyuna düştüğü demlerde: 

            “Eyvâh! Deryâda harîk (yangın) var!”

diyen Sultan’a, etrâfındakiler:

            “İhtimâldir Pâdişâh’ım, belki deryâ tutuşa!” 

diye koro cevâbı verirlermiş.

            Pekâlâ, bunun bir ışık oyunu ve göz aldanması olduğunu, denizde yangın çıkmadığını anlatabilirlerdi. O zamân atiyye bekleyen kâselîs ile kasıtlı feryâd ü figân ehlinin dilinde, İbrâhim’in “ Deli “ sıfatı olmazdı.

            Zavallı kâselîs, zavallı İbrâhim… Ve, İbrâhim’in yanında, ona rağmen hatâda ısrâr eden zavallı Türkoğlu…

            İstisnâî bir-iki hesaplama dışında, umûmî kabûl gören Osmanlı hükümdârı sayısı otuz altı. Bunlardan, sırayla ilk altısının mezârı Bursa’da, yirmi dokuzunun İstanbul’da, otuz altıncı sultânınki ise, Şâm’da bulunuyor.

            Üçüncü ve onuncu sırada yer alan Murâd-ı Hudâvendigâr ile Kaanûnî Sultan Süleymân’ın ikişer mezârı var. Kosova’da şehîd olan Sultan Murâd-ı Evvel ve Sigetvar Kalesi önünde son nefesini veren Kaanûnî’nin, vücûdları tahnîd edilerek iç organları Kosova ve Sigetvar’a, ilâçlanmış diğer cenâze aksâmı da Bursa ile İstanbul’a defnedilmiştir. Bu sûretle, otuz altı hükümdâra âit otuz sekiz mezâr bulunmaktadır.

            Yine bu otuz sekiz mezârın işgâl ettiği mekân sayısı yirmidir. Kosova ve Sigetvar dâhil, on bir mezâr müstakil türbelerde; sekiz mezâr ikişerli olarak dört türbede, on mezâr da beşerli iki avluda yer almıştır.

            En kalabalık pâdişâh mezâr mekânları Ayasofya Câmii avlusu ile Hatice Turhan Sultan Türbesi’dir.

            Bu kabir özetinden çıkacak mâlûmât içinde, Ayasofya’nın en çok tercîh edilen yerler arasında bulunması, oldukça kayda değer görünüyor. İkinci Selîm, Üçüncü Murâd, Üçüncü Mehmed, Birinci Mustafa ve Sultan İbrâhim, Ayasofya avlusunda yatmaktadırlar.

            Dolayısıyla, bir Hristiyan mâbedi veya müze muâmelesi yaptığımız ve bu yüzden de milletlerarası münâsebetlerde alkış beklediğimiz Ayasofya başlıklı tavırlarımız, ecdâdın duruşuna ters düşmektedir.

            Sembollerini kaybeden veya unutan milletler, sele kapılan çalı, çırpı gibi çâresiz ve güçsüzdür. Ayasofya, bizim canlı bir sembolümüzdü.

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen