Afganistan ‘Afganlı’larındır.

Biliyorum, mutlaka farkındasınız, sevgili okurlar. Ne zaman ki Orta Doğu, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Güney Amerika’da ‘kurumsal siyaset’ etkinliğini yitirdiğinde iktidarlar ya diktalaştırılıyor ya da ABD’nin dünyayı yaşanmaz hale getiren yeşil kuşak kuramının aktörlerine bırakılıyor ve de ‘a’dan z’ye tüm üyeleri’ bütünüyle palazlandırılıyor.  Eylemsel çizgi olarak da George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’teki gibi bir kâbus senaryosu canlandırılmaktadır. Geçmişten günümüze dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, totaliter bir dünya düzeninin gerçekçi bir versiyonu ortaya konulmaktadır. Evet,  sevgili okurlar, bu betimlemem, yadsınamayacak çıplak bir gerçek. Tek kelimeyle ifade edelim, dünyanın bozulmuş ya da bozulmaya yüz tutmuş ortalık yerleri, ‘Savaş Ağaları’‘Savaş Baronları’na bırakılması operasyonudur. Bu arada unutmayalım, ‘Baron’ sözcüğü bir İngiliz aristokrasi sözcüğü değil, Ermenice’den Türk argosuna aktarılan, ‘Bey’ anlamında bir terimdir. Bizdeki dizilerde sık sık kullanılan ‘Uyuşturucu Baronları’ sözü de bunu zaten açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bu bakış açısının Orta Asya ve İran versiyonu da ‘Ağa’dır. Bütün bunları şunun için söylüyorum, Tunus ve Afganistan coğrafyasındaki varsayım bunun açık bir göstergesidir. Şimdi, Tunus diktalaşırken, Afganistan Taliban’laşıyor. Bu gerçeği hatırdan çıkarmayalım.  

Taliban (Öğrenciler) hareketi bilinenin aksine bir uluslararası şiddet üreten bir hareket değil, yerel bir Peştun hareketidir. Oysa ‘El Kaide’ uluslararası bir terör hareketidir. Öğrenciler hareketinin mensuplarının çoğu ülkenin güneyindeki Peştun kökenli kişilerden ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören mülteci ailelerin çocuklarından oluşmuştur. Afganistan’a ve Pakistan’a özgü yerel bir harekettir.  Arapça ‘talib’ (öğrenci) kelimesinin çoğulu Taliban (öğrenciler) adını benimseyen örgüt, ülkenin güneyinde Molla Ömer Ahund liderliğinde yaklaşık 50 medrese öğrencisiyle birlikte 1994’te kurulmuştur. (1) PeKaKa’nın 1984’deki ilk Eruh baskınından 10 yıl sonra kurulan yani oldukça yeni sayılan bir örgüttür. Bizdeki Nur Cemaati ve onun Şakirdan hareketinin bir benzeridir.  Biz de Cemalettin Afgani öğretisiyle Özbekistan sınırları içerisinde ‘Fergana Vadisi’nden geldiği için Farsça ‘şakirt’ (öğrenci) kelimesinin çoğulu ‘şakirdan’ (öğrenciler) benimsenmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Horasani Müslümanlık benimsendiğinden Fergana Vadisi uleması sarayda ve halk arasında büyük bir mazhariyete nail olmuşlardır. Unutmamakta yarar var, İslam öğretisi bize Araplardan değil, Fergana’dan, Horasan’dan gelmiştir. Günümüzdeki gibi ‘Mütedeyyin Müslümanlık’ yerine Arapçılık ve Araplaşmak hiçbir zaman revaçta olmamıştır. Gerçi Osmanlı’nın son evrelerinde Arap ırkı kavm-i necip olarak kabul ettirilmeye çalışılmış ama, hepsi o kadar. Bir düşünün başta peygamber sözcüğü olmak üzere, namaz, oruç, abdest gibi dini sözcükler Farsçadır. 

Taliban örgütünün kuruluşundan itibaren en büyük destekçisi ve yol göstericisi kuşkusuz Pakistan İstihbarat Teşkilatı (Inter-Services Intelligence ISI) olmuştur. Tıpkı Usama Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’nin kuruluşunda Suudi Arabistan istihbarat teşkilatı gibi. Taliban hareketi üzerine çalışan uzmanlar tarafından hem askeri eğitimin hem de maddi desteğin doğrudan ISI tarafından sağlandığını belirtilmektedirler. El Kaide lideri Usame bin Ladin’in adamları 11 Eylül 2001’de ABD’ye saldırdığında Pakistan istihbarat (ISI) şefi General Mahmud Ahmed, Capitol Hill’de Senato ve Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi üyeleriyle kahvaltı yapıyordu. Keyfi yerindeydi. CIA Başkanı George Tenet’e Taliban lideri Molla Ömer’in güvenilir biri olduğu ve Ladin’le ilişkisini kesebileceğine dair güvence veriyordu. (2) İlişkilerin ne kadar iç içe girdiğinin bir göstergesi olduğu kadar, yasadışı bir örgütün ABD tarafından nasıl da kaale alındığının önemli bir parametresidir. 

Yerel kaynaklara göre 1996-2001 arasında Taliban saflarına 80-100 bin savaşçı katılmıştır. ABD Dışişleri’ne göre bunların yüzde 20-40’ı Pakistanlıdır. Pakistan, Afganistan’daki Peştun nüfusun üç katı kadar Peştun’u kendi ülkesinde barındırdığı için böyle bir yöntemi kabul ettiği söylenebilir. (Afganistan: 13,332,810 (2016), Pakistan: 37,898,072 (2017)) Afganistan’ın tarihi ve geleneksel olarak en güçlü ve en kalabalık grubu olan Peştunlar arasından Afgan kralları çıktığı gibi hükümette, bürokraside ve orduda üst kademeler neredeyse tamamen Peştun olagelmiştir. (3)  Ancak Pakistan için Taliban ile birlikte genişlemek için söyleyebileceğimiz bir milli hedefin varlığı, yani “Birleşik Peştun Bölgesi” idealizmi yaygın olmakla birlikte tersine bir şekilde orta vadede tıpkı Afganistan’ın durumuna düşme tehlikesi de o ölçüde bulunmaktadır. Yadsınamaz bir gerçektir ki, bir ülkenin hassasiyetine dokunduğunuzda, kendi duyarlılığınız da o ölçüde karşı tarafın etkisine maruz hale gelir.

‘Selefi’ hareketten esinlenilerek yanlış bir biçimde ‘Selefi Hanefi’ söylemi bile zaman içerisinde de dillendirilmeye başlanmıştır. Aslında, Afganistan’ın Nakşî, Kadirî ve Çiştî geleneğinden beslenen bir Sufi geçmişi bulunmaktadır. Afganistan’da 1928’de Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra ülkesini modern bir yola koymak için uğraşan Emanullah Han’ın reformculuğu vardır. Kabil Üniversitesi bayan öğrencilere kapılarını 1947 yılında açmıştır. 1964 Afgan Anayasası kadın-erkek eşitliğini bağıtlamıştır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Sufi geleneğinden gelip, apolitik sayılan Diyûbend (Deoband) medreseleri zamanla selefi bir dönüşüm geçirmişlerdir. SB işgali öncesi mütedeyyin, sadece dinini yaşamak isteyen, namaz niyaz içerisinde bulunan Peştunlar 1979 sonrası ABD’nin ‘Yeşil Kuşak’ kavramı çerçevesinde Mücahidin (Din Savaşçıları) teşkilatının çekirdeği (millet-i hakimesi, core state) olmuşlardır. Diğer bir deyişle gerek ABD gerek Pakistan tarafından bizdeki FETÖ paralel devlet yapılanması gibi devleti ele geçirmeye soyundurulmuşlardır. Omurgası Peştunlaşan, gelenekçi bir yapıya sahip Afgan toplumu içerisinde hızla taraftar toplayan ve yükselen Taliban grubu, amacını, Sovyet savaşı ve akabinde patlak veren iç savaşlar sırasında ortaya çıkan savaş ağalarından kurtulmak olarak tanımlamıştır. Kuruluş felsefesini de Afganistan’da İslam’a dayalı bir yönetim getirmek olarak tanımlamıştır. Kurulduktan birkaç ay sonra çoğunluğu medrese ve şeriat okulu öğrencileri olmak üzere savaşçı sayısı 20 bini bulmuştur. Öğrenciler hareketinin mensuplarının çoğu ülkenin güneyindeki Peştun kökenli kişilerden ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören mülteci ailelerin çocuklarından oluşmuştur. 3 Kasım 1994 tarihinde Afganistan’ın ikinci büyük kenti Kandahar’a saldıran Taliban örgütü tıpkı DAİŞ’ in Musul’u ele geçirdiği gibi, ciddi bir direnişle karşılaşmadan Pakistan sınırındaki kentin kontrolünü ele geçirmiş, 1995 yılında da ülke genelinde 12 kentin kontrolünü ele geçirmiştir. Otorite boşluğundan faydalanan Taliban savaşçıları 27 Eylül 1996’da Kâbil’e girmiş, BM binasına sığınan eski Devlet Başkanı Muhammed Necibullah Ahmedzay ile kardeşi Şahpur Ahmedzay idam edilmiş ve Molla Ömer’in halife ilan edilmesiyle ‘Afganistan İslam Emirliği’ kurulmuştur. Beklenildiği gibi, Afganistan İslam Emirliği Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Taliban’ı resmen tanınmış, Taliban örgütü de bu tarihten sonra Pakistan’ın bölgedeki çıkarları için vekalet savaşı veren bir örgüt haline dönüşmüştür. (4) Bu arada tırnak içerisinde söyleyelim, Eğer Taliban 4. ve 5. yüzyıllardan kalma Bamyan’daki Buda heykellerini dinamitlemeseydi ÇHC de Afganistan İslam Emirliğini tanıyacaktı. Taliban yapılanması Kâbil’e karşı kırsal kesimin, adam yerine konulmayışının, itilmiş ve kakılmışlığın bir öfkesidir. Onlara göre Kâbil yolsuzluk, yozlaşma ve kendi halkına yabancılaşma kenti olarak görülmüştür. Pakistan eğitimli Molla Ömer yedi yıllık iktidarı boyunca Kâbil’e sadece iki kez uğramıştır. Aynen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün savaştan sonra ilk kez 1 Temmuz 1927 yılında İstanbul’a geldiği gibi. 

Afganistan üzerindeki Sovyet işgalinin sona erdiği 1989 yılı ile ABD’nin Taliban’ı devirmeye yönelik askeri müdahalede bulunduğu 2001 yılları arasında, Afganistan’da şiddetli bir iç savaş yaşanmıştır. ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından Usame Bin Ladin ve diğer El Kaide elebaşlarını sakladığı gerekçesiyle 7 Ekim 2001 tarihinde “Sürekli Özgürlük” (Operation Enduring Freedom) adını verdiği Afganistan’ı işgal harekâtını başlatmıştır. 2001 sonrası Afganistan ABD’ye BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF) ‘ne 34 ülke katılmıştır. 2006’dan itibaren operasyon NATO şemsiyesi altına alınmış ve fiili savaş resmen 2014’te bitirilmiştir. İşgal sonrası ilk Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin Çin-İran ekseniyle iyi ilişkilerden yana tutumuna karşın, mevcut Devlet Başkanı Eşref Gani daha batıcıdır. Ancak, bu böyle olmasına karşın ABD’nin 2019’dan beri odaklandığı tek şey Taliban’ın iktidara döneceği gerçeğini umursamadan kendi savaşını bitirmek, müdahalelerini üs edinebilirse Kırgızistan ve Özbekistan gibi komşu ülkelerden yapmak ve siyasi süreci etkileyecek kanalları açık tutmak olarak belirginleşmiştir. Çekilme tam olarak ‘benden sonra tufan yaklaşımıdır.’ Ayrıca, Afganistan ile yakından ilgilenen ÇHC ve İran’a bir “bataklık” bırakılması görünmez bir hedef olarak alınmıştır. Trump yönetimi ‘sonsuz savaşlara son verme’ vaadi çerçevesinde Taliban’la masaya oturup 29 Şubat 2020 tarihinde verilen ödünlere bakmaksızın anlaşma sağlamıştır. Anlaşmaya göre tutsaklar bırakılacak, terör örgütlerine üs verilmeyecek, Taliban ile hükümet arasında barış görüşmeler başlayacak ve yabancı güçler 1 Mayıs 2021’e kadar çekilmesi bağıtlanmıştır. Trump gitmeden önce asker sayısını 2500’e düşürürken, sözleşmeli güvenlikçi sayısını 7800’e çıkarmıştır. Efendim bu arada sorumluluk Afgan ordusu güçlerine devredilirken ISAF’ın yerini alan NATO ‘Kararlı Destek Operasyonu’ (Resolute Support Mission RSM) misyonu 11 Eylül 2021 tarihine kadar neredeyse kâğıt üzerinde sürdürülecektir. Ancak Taliban örgütü iki ayda kırsaldaki ilçeleri tespih taneleri gibi dağıtmakla kalmamış aynı zamanda kendi kurallarıyla oynamakta ısrarlı olduğu görülmektedir. 

İran Meclisi Araştırma Merkezi’nin 29 Haziran 2021 tarihinde yayımlanan raporunda İran hükümetinin Taliban’ın iktidara gelişini kolaylaştırmaması uyarısında bulunmuştur. Raporun öngörüsüne göre Taliban iktidarı tamamen ele geçirmeye kalkarsa, diğer bir deyişle vilayetlere sıra geldiğinde iç savaş senaryolarının kaçınılmaz hale gelebileceği konuşulmaktadır. Bu konunun İran’ı birinci derecede ilgilendirmektedir. Nedeni açık, önceki çatışmalar sırasında 3 milyona yakın Afgan İran’a sığınmıştır. Fiziki güvenlik önlemlerinden büyük ölçüde yoksun 945 km. uzunluğundaki Afganistan sınırlarını korumak için Taliban’la teması kesmemeleri gerekmektedir. Türkiye’nin İran sınırını neden berkittiği daha iyi anlaşılmaktadır. Taliban’ın uluslararası meşruiyet ve destek karşılığında 1996-2001’de dışlanmasına neden olan çizgisini bile değiştirebileceği ancak asla demokratik bir hükümet olamayacağı da düşünülmektedir. Doha’da müzakereler değerlendirildiğinde Taliban ile Afgan hükümeti arasında uzlaşmayla ortak hükümet en iyimser bir görüş olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber, şu an fiilen işleyen senaryo ise Taliban’ın vilayet merkezlerini de kontrol altına alıncaya kadar saldırıları sürdürüp en güçlü pozisyonda uzlaşmaya girmesidir. Sanıyorum siyasetin de raconu budur. 

‘Asya Asyalılarındadır’, özdeyişi 1905 Savaşında Çarlık Rusyası’nı mağlup eden Japonya imparatoru Hito’nun söylediği bir vecizedir, mottodur. Hedef, “Büyük Doğu Asya ülkelerini Britanya ve Amerika hegemonyasından özgürleştirmek” olarak belirlenmiştir. Şimdilerde buna Çin de katılmıştır. Sovyetler Birliği’nin Doğu’ya açılmasının bir göstergesi olan Bakü’de Birinci Doğu Halkları Kurultayı aynı zamanda yayılmacılığa, sömürgeciliğe karşı ‘Asya Asyalılarındır’ sloganının doğu halklarınca benimsenmesine neden olmuştur.  Ekim Devrimi’nin ardından Çarlık İmparatorluğu işgali altında bulunan Kafkasya halkları da dahil birçok halklar kendi bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Vladimir İliç Lenin, ‘‘Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı’’ belgesiyle bu bağımsızlıklarını desteklemiştir. Sovyet Rusya’nın Doğu ülkelerindeki milli bağımsızlık hareketlerine yön vermek isteği ve dolaylı olarak Doğu ülkelerini Sovyetleştirme planları olarak alana yansımıştır. Sovyetler Birliğindeki genişleme geleneği, daha sonra, Japonya’da da Büyük Asya Doktrini’ne dönüşmüştür. “Asya Asyalılarındır” sloganı Britanya ve Amerika hegemonyasından karşı bir reddiyedir. İlginçtir, bu öğreti, 1938’de itibaren Japonya’nın resmi dış politikasına da dahil edilmiştir. Hürriyet Gazetesinin logosundaki Türk bayrağının altındaki ‘Türkiye Türklerindir’ özdeyişi de “Asya Asyalılarındır” sloganından mülhemdir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki maalesef bu slogan Afganistan’da ‘Afganistan Afganlılarındır.” sloganında bütünleşememiştir.  Afganistan`ın geleceği konusunda en önemli sorun, Afgan halkının çoğunluğunu oluşturan Peştunların diğer etnik kökenlilerle ortak zeminde nasıl buluşulacağının yanıtıdır. Bu konu ivedilikle ortak demokratik platform girişimine indirgenmelidir. Oluşturulacak yönetim Afgan halkının kendi seçimiyle olması gerekli görülmektedir. Dışardan yapılacak empozelerin ise hiçbir şekilde yararlı olmayacağı düşünülmektedir.

Bütün bunlardan sonra demem odur ki, terörizmin İslam dini ile özdeşleştirme çabaları kabul edilemeyeceği yadsınamaz bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki, 11 Eylül saldırısı insanlığın ortak değerlerini hedef almıştır. Afganistan`ın geleceğini belirleme yönündeki çabalarda geniş tabanlı ve tüm etnik unsurları kapsayan “Afganistan Afganlılarındır”politikasına her şeyden fazla ihtiyaç hissedilmektedir, sevgili okurlar.

Dipnotlar

(1) Mustafa Bag, Taliban örgütü nedir? Nasıl ortaya çıktı? Amacı nedir? Arkasında kimler var? 29/07/2021; https://tr.euronews.com/2021/07/29/taliban-orgutu-nedir-nasil-ortaya-cikti-amaci-nedir-arkasinda-kimler-var/ ErişimTarihi 31.07.2021/ 

(2) Fehim Taştekin, Afganistan’ın son 40 yılı: Taliban, 11 Eylül ve ABD işgali ülkeyi nasıl bugüne getirdi? BBC News, 6 Temmuz 2021; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57733786/Erişim Tarihi 31.07.2021/

(3) Özgür Çınarlı, Afganistan’ın Etnik Yapısı, Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Ocak 2012, Cilt: 4, Sayı: 1, s. 74

(4) Mustafa Bag, age.

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen