Türkiye’nin Zorunlu ‘Barış Harekâtı’: Tel Rifat

 

 Ne kadar da çok dillendirildi, söylenilecek ne kaldı ki? Ama lafı uzatmadan öncelikle söyleyelim. Türkiye’nin yoktan var ettiği ‘Güvenlik Koridoru’nun ve Türkiye’nin selameti için Munbic ile birlikte Tel Rifat’a öncelikle bir“Barış Harekâtı” şart. Adeta bir terör adası biçiminde ortada kalan ‘Tel Rifat’ın ve ‘Munbic’in dışında ‘Ayn-ül İsa’ ve ‘Ayn-ül Arap’ı da bir diğer terör üreten iki nokta olduğunu vurgulayalım. Bu yerlerin ortak özelliği tüm bu yerlerin Suriye PeKaKasının elinde ve göç tetikleyicisi konumunda olmasıdır. Örneğin, 2014 yılında DAİŞ terörü nedeniyle Ayn-ül Arap ve çevresinden kaçan 200 bini aşkın sivil Türkiye’ye sığınmıştır. Ayn-ül Arap’ta DAİŞ’e karşı verilen mücadelede sözde ABD ve Suriye PeKaKası ittifakına Türkiye’nin katılmaması, Irak sınırında beklettiği 150 Iraklı peşmergenin Türkiye topraklarından geçmesine izin vermiş olmasıdır. (1) Ayrılıkçı terör örgütü PeKaKa’ya karşı onlarca yıl verilen mücadele nedeniyle alınan karar doğru ve yerinde bir karardır. Ancak bazı çevrelerde o günkü konjonktürde verilmiş fakat bugünkü değerlendirmelere göre yanlış olduğu düşünülen bu karar günümüzde bile hala tartışılmaktadır. HDP mahfilleri Türkiye’nin de ABD liderliğindeki koalisyon güçlerine katılmamasını çeşitli şekillerde olumsuz olarak dillendirmektedirler. Uzatmayalım, Türkiye dışında ABD liderliğindeki koalisyon DAİŞ’e karşı Suriye PeKaKa’sına hava saldırılarıyla destek vermiştir. 

Paradigmatik olarak bakıldığında Türkiye oyunu kuralına göre meşru zeminde kalarak oynamıştır. Unutmayalım, batılı başkentlerde ilk daimî büyükelçilik açan devlet Osmanlı Devletidir. Üçüncü milenyumla birlikte Osmanlı Devleti’nin devamı Türkiye Cumhuriyeti, AB(D) tarafından kapalı kapılar arkasında planlanan ve “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) bölgesindeki eski uyrukları Arap halkına uygulanacak olan iddialı ‘Arap Baharı’nın “Arap Kışı”na dönüşeceğini önceden hissetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, sözde demokratik eylemler Ortadoğu’yu sarsmaya başlamadan önce, dış politikada “Sıfır Sorun” kavramsal çerçeveyi ortaya koymasının sebeb-i hikmeti budur. Bu durum Türkiye’de bile pek anlaşılamamıştır. Türkiye tarafından bu bir anlamda onlarca yıldır oligark yönetimlerden bizar Arap halklarının, vatandaşlık haklarına, onur ve bütünlüklerine saygılı iyi yönetişime yönelik haklı taleplerini ortaya çıkarmak olarak öngörülmüştür. Bunun nedeni açık seçik ortadadır. Unutmayalım, köklü sorunların bulunduğu GOKAP bölgesinde önemli görüş farklılıklarına sahip birçok ülkenin nadir ortak paydalarından biri, Türkiye’ye duydukları güvendir. Aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında kaydettiği mesafe de dış ilişkilerdeki hareket sahasını ve etki gücünü artırmıştır. Örneğin, PeKaKa’dan, sınır anlaşmazlığına, su paylaşımına kadar pek çok konuda sorun yaşayan Ankara ve Şam arasındaki ilişkiler kısa süre içinde ‘ortak kabine toplantısı’yapacak kadar yakınlaşmış, iki ülke arasında karşılıklı olarak vizeler bile kaldırılmıştır. Ancak Arap Baharı’nın Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek’i düşürmesinden sonra, artçı dalgalar Suriye’ye ulaşır ulaşmaz, Beşar Esad yönetiminin kendi halkına tanklar ve uçaklarla müdahalesi sonrası Türkiye’nin ilk tepkisi Şam yönetimini bundan vazgeçmesi için iknaya çalışmak olmuştur. Yapılan doğru bir harekettir. Bizzat Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Şam’a giderek Esad’la saatler süren bir görüşme yapmış olmasına karşın, Esad yönetiminin politikası değişmemiştir. Bunun üzerine Türkiye de Suriye’de yaşananlara tepki olarak Şam Büyükelçisini geri çekmiş, Suriye’deki diplomatik temsilciliklerini kapatmak zorunda kalmıştır. 

Irak’ta da ABD ve müttefiklerinin çekilmesinin ardından Suriye benzeri bir süreç yaşanmış; bu ülkeyle de ‘ortak kabine toplantıları’ gerçekleşmiş, onlarca işbirliği anlaşması imzalanmış, karşılıklı vize rejimi yumuşatılmış, karşılıklı olarak vatandaşların seyahatleri kolaylaştırılmıştır. Ancak Şii Başbakan Nuri El Maliki ve Başbakan Erdoğan arasında, Irak hükümetinin izlediği “mezhepsel politikalar” üzerinden başlayan karşılıklı sert açıklamalarla bozulan ilişkiler, Maliki’nin yolsuzluk ve hükümet aleyhtarı faaliyetlerle suçladığı Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’ye sığınma izni vermesi ile Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler iyice gerginleşmiştir. Yine bir bölge ülkesi olan İsrail’le ise ilişkiler hep gergin olmuştur. Bu cümleden olmak üzere Gazze’ye askeri müdahalelerde bulunan, ambargo uygulayan İsrail’le ilişkiler Mavi Marmara olayı ve İsrail’in Kudüs ve Gazze müdahalesi sonrası iyice gerilmiştir. İşte, zamanın Başbakan Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın İngiltere ve ABD’yi örnek alarak ortaya attığı “değerli yalnızlık” konsepti böyle bir ortamda kendiliğinden oluşmuş bir kavramsal çerçevedir. (2) Kuşkusuz bu kavramın tarihsel bir arkaplanı da bulunmaktadır. 1880-1900 tarihleri arasında Büyük Britanya’nın uyguladığı “Muhteşem Soyutlanma” (splendid isolation) adı verilen dış politikanın Türkiye versiyonu olarak da görülebilir. Büyük Britanya bu dönemde aktif dış politika yürütmüş ancak Avrupa’da belirmiş olan ittifakların hiçbirine katılmayıp uzak durmuştur. Bunun nedeni her bir devletle ayrı çıkarlarının olması ve hiçbirini karşısına almak istememesinden kaynaklanmaktadır.  Büyük Britanya’yı örnek alan ABD ‘nin kuruluşundan Birinci Dünya Savaşına girdiği tarihe kadar izlediği ve Monreo doktriniyle bütünleştirilen genel politikası da bu olmuştur. Bu politika yeni dünya adasında, batı yarımkürede tartışmasız ABD üstünlüğünü öngörürken eski dünya adası doğu yarımküre (Afro-Avrasya) işlerinden kendini soyutlama ilkelerini içeren bir politikadır. Oysa Türkiye’nin “değerli yalnızlık” politikası” bıçak kemiğe dayanmıştır.” ve “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz.” veciz ifadesiyle bütünleşen Türkiye’ye özgü karşı koyuşların, meydan okumaların oluşturduğu kavramsal çerçevenin eylem planıdır. 

Halep’in kuzeyinde ‘Mare’ ilçesinde iki özel harekatçı polisin şehit olduğu saldırı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ur” dediği Tel Rıfat, Türkiye Cumhuriyeti için sorunsal olmayı sürdürmektedir. Erdoğan, Tel Rıfat’a yapılması gereken “Barış Harekatı’nın sinyalini “Terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki yerler” ifadesiyle önemle vurgulamıştır. (3) Gerginlik öylesine yükselmiştir ki, Cumhurbaşkanının neredeyse her harekât öncesi alışılan ifadesiyle “Artık bıçak kemiğe dayanmıştır.” veciz ifadesini de büyük harflerle belirtmiştir. Başkomutan son günlerde güvenlik kuvvetlerine karşı eylemlerini iyice arttıran Suriye PeKaKasına yönelik bir başına yapılması gerekli olan harekatın parametrelerini de vermiştir. “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz.” Çünkü yapılması zorunlu olan bu operasyon Mehmetçiklerimizin üç yıldır hazırlandığı bir harekattır. Düşünebiliyor musunuz? ‘Bir gece ansızın gelebilirim’ diyerek yola çıkmışsınız, o günden bu yana üç sene geçmiştir. Bu harekât için üç yıldır istim üzerinde beklenilmektedir, bekletilmektedir. Askerlerin sabrı da kalmamıştır. N’olacaksa olsun demek, yapılacak harekatın en güçlü yanıdır. Şimdi sorarım size, bu birlikte görev alan uzman er-erbaş, astsubay ve subay olan bir baba üç yılda çoluk-çocuğuyla kaç gün beraber olabilmiştir? Ya da ailesiyle kucaklaşabilmiştir? Bana sorarsanız, bir asker için dünyanın en sıkıntılı işidir, beklemek ve belirsizlik. Bir asker için öylesine zor bir durumdur ki, hazırlandığın, bilendiğin bir harekâtı yapamadan beklemek. 2003 yılında İkinci Körfez harekâtında iki taraflı konsantrik taarruzun kuzey grubunu oluşturacak olan İskenderun Körfezinde gemiler içindeki ABD askerleri sıkıntılarını hep üst perdeden dile getirmişlerdir. Olumsuz TBMM tezkeresi karşısında Süveyş üzerinden Basra Körfezine gitmeyi bir türlü içlerine sindirememişler, hazmedememiştir. Bugünkü ABD’nin Türkiye karşıtlığı etmenlerinden birisi de budur. İşi Türkiye bizi yarı yolda bıraktıya kadar getirmişlerdir. Ne zaman bir ABD’li askeri analist ile konuştuğum da bu konu mutlaka gündeme gelir. Türkiye’yi bu nedenle stratejik ortak olarak tanımlamaktan vaz geçtiklerini her zaman ifade ederler. Hatta Biden yönetiminin ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in seçildikten sonra Türkiye’den söz ederken “sözde stratejik ortak” dediği gibi Türkiye’yle ilgilenen analistler de aynı şekilde tanımlarlar, son zamanlarda da Türkiye’yi “NATO üyesi” olarak ifade etmeyi yeğlemektedirler. 

İşte sevgili okurlar, “Tel Rifat ve Munbic Harekâtı”, yığınaklanması yapıldıktan sonra üç yıldır, bekleyen, bekletilen ve beklenen bir harekâttır. Rusya ve İran’ın karşı çıktığı operasyon için binlerce asker üç yıldır istim üzerinde hazır beklemektedir. Oysa terör adası olmuş ‘Tel Rıfat’, daha 2015 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK), Türkiye’nin Suriye’deki “kırmızı çizgisi” belirginleştirilmiş, Suriye iç savaşının ilk dönemlerinde Özgür Suriye Ordusu kontrolüne girmiştir. Malum, Özgür Suriye Ordusu, NATO kapsamında “Barış için Ortaklık” (The Partnership for Peace (PfP)) projesi, ABD ve Türkiye’nin bir ürünüdür.  Özgür Suriye Ordusunun adı ‘Barış Pınarı Harekatı’yla son derece haklı gerekçelerle Suriye Millî Ordusuna çevrilmiştir.  ABD maalesef birlikte başlamış olduğu son derece meşru bir yapılanmada hem Türkiye’yi hem de Suriye Rejimine karşı mücadele eden, bu uğurda ölümü göze alan Suriyelileri terk etmiş, Suriye PeKaKa’sının ipine sarılmıştır. Rejime karşı 2017’de RF’nına karşı yürürlüğe giren ‘Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’ (Countering America’s Adversaries Through SanctionsAct CAATSA) ‘nın bir türevi olan sadece Beşşar Esad’a özgü sözde ‘Sezar Yasası’nı yürürlüğe koymuştur. ‘Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası’ olarak bilinen ABD’nin, Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırımları, 2019 yılında ABD Başkanı Donald Trump tarafından onaylanmış, Haziran 2020 ‘de de yürürlüğe girmiştir. Yasa adını, “Suriye hapishanelerinde işkence ve ölümü belgeleyen 52 bini aşkın fotoğrafı ülke dışına çıkardığı” öne sürülen “Sezar” kod adlı eski bir askeri fotoğrafçıdan almaktadır. Bu nedenle yaptırımlar kamuoyunda “Sezar Yaptırımları” şeklinde adlandırılmaktadır. Washington yaptırımlarla, Beşşar Esad yönetiminin “sivillere yönelik cani saldırılarını durdurmasının” ve “barışçıl bir siyasi geçiş sürecine zorlanmasının” amaçlandığı bilinmektedir. (3) Kendi halkı üzerine kullanmış olduğu kimyasal gazlar ile rejimin paramiliter, milis güçleri olan ‘Şebbiha’ (Arapça hortlak anlamına gelmektedir.)’ların insanlık tarihinde eşi menendi görülmemiş işkenceler de Sezar Yasasının cabasıdır. ABD Dışişleri, “ABD, Esad rejimiyle diplomatik ilişkileri normalleştirmeyecek, iyileştirmeyecek ve diğer ülkeleri bunu yapmaya teşvik etmeyecek” dese de Arap ülkelerinin Şam’la diyaloğu artırması Sezar yaptırımlarını bir köşeye atılmasına neden olmuştur. Üstüne üstlük, Başkent Şam hızla çözüm merkezi olmaya devam etmektedir. Örneğin Lübnan’ın elektrik ve doğal gaz sorunu Suriye üzerinden çözülmüş, on senedir yapılmayan Amman-Şam uçuşları 3 Ekim’den itibaren yapılmaya başlanmıştır. BAE’nin yanı sıra Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Şam’la farklı düzeylerde temasları olmasının yanı sıra Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad BM Genel Kurulu için gelmiş olduğu New York’ta başta Rusya, İran, olmak üzere Mısır, Tunus, Ürdün ve Iraklı mevkidaşlarıyla görüşmüştür. 16 Kasım 2020 tarihinde Velid Muallim’in ölümünden sonra Suriye’nin yeni Dışişleri Bakanı, birlikte göreve başladıkları 2006’dan bu yana Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan Faysal Mikdad olmuştur. Beşşar Esad ikinci kararla Beşar Caferiyi Dışişleri Bakan Yardımcılığına, üçüncü bir kararla da Büyükelçi Bessam Sabbah’ı, Suriye’nin BM New York Daimî Temsilciliği görevine getirmiştir. Ekibin meslekten dışişleri mensubu olmasının yanı sıra batıyı en iyi bilen olmalarına özel dikkat gösterilmiştir. Ekibin Ankara-Şam ilişkilerini iyileştirmesi beklenirken maalesef Esad’ın talimatıyla olsa gerek, Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın sözlerinde Türkiye’nin hedef alındığı hatta Türkiye’ye meydan okunduğu da sezinlenmektedir: 

“Türkiye’nin çekilmesinin zamanı geldi. Türk hükümeti daha fazla geç olmadan zamanın kendisinden yana olmadığını anlamalı.”(4)

2016 yılına gelindiğinde Rejim güçleri, DAİŞ ve Suriye PeKaKası’nın kuşatmasında kalan ‘Tel Rıfat’ o yıl Suriye PeKaKası YPG’nin denetimi altına girmiştir. Tel Rıfat’a YPG geldikten sonra yüz binden fazla sivil halk Tel Rıfat’ı terk ederek, Azez’e göç etmiştir. Afrin’e 17, Türkiye’ye 13 kilometre yakınlıkta bulunan ‘Tel Rıfat’ hem İran hem de Rusya’nın önem verdiği Halep kent merkezine 22 kilometrelik bir mesafede bulunmaktadır. (5) Dolayısıyla Tel Rıfat, aynı zamanda Halep’in güvenliğini de doğrudan ilgilendirmektedir. Türkiye bu nedenle, Fırat Nehri’nin batı yakasında hiçbir YPG/PYD unsurunun olmamasını şart koşmuş ve bunu da bütün dünya kamuoyuna duyurmuştur. Kuşkusuz Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak belirlediği Tel Rıfat’a, Fırat’ın batısında yer alan Munbic de dahildir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Tel Rıfat bundan sonra ‘Suriye PeKaKa’sının “ileri karakolu” haline gelmiştir.  

İşte bu nedenle gözler son saldırıların yapıldığı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekât bölgelerinin güneyindeki 2016’dan bu yana terör örgütü YPG kontrolünde bulunan Tel Rıfat bölgesine çevrilmiştir. 22 Ekim 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında varılan ‘Soçi Mutabakatı’nın maddelerinden birisi de doğrudan Tel Rıfat’ı dikte ettirmektedir. Anımsayacak olursak, 22 Ekim 2019 tarihindeki Soçi Mutabakatı’ndan beş gün önce 17 Ekim 2019 tarihinde Ankara’da ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Suriye sınırında Tel Abyad ile Resulayn arasında 120 kilometre genişliğinde 32 kilometre derinliğindeki ‘güvenli bölge’ üzerinde mutabık kalınmış, bu durum Putin’in de desteği alınmıştır. RF, resmi zeminde sınırın tümünün Suriye rejimi tarafından korunmasını savunmaktadır. Bu arada Suriye Rejim güçlerini güçlendirmeye devam etmektedir. Rejim Hava Kuvvetlerinin envanterinde bulunan Mig 29’ların modernize edilmesi özellikle de İdlip bölgesinde gerginliği azaltma bölgesinde Türk gözlem noktalarına yakın bölgeler ile M 4 yolu kuzey bölgesinde kullanılması bu aklın sahadaki görüntüsüdür. 2019 Soçi Mutabakatı zımnen de olsa Suriye Rejimini taraflardan biri haline getirmiştir. Unutmamak gerekir ki, tarafların tutumları arasındaki bütün çatışan noktalara karşın, çıkarlarının örtüştüğü alanların yarattığı ortak payda üzerinden bir uzlaşı çerçevesi şekillenebilmiştir. Ancak bu kez kuvvetli bir şekilde denkleme girdiği için, Esad rejiminin de bu ortak paydaya bir aktör olarak dahil olduğunu söylemek durumundayız.

Bu arada söyleyelim, RF, 2019 Soçi mutabakatıyla Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgenin devamını kabul ederek bu tutumundan geriye adım atmıştır. Buna karşılık Türkiye başlangıçta yaklaşık 440 kilometre genişliğinde bir güvenli bölge hedefiyle yola koyulmuş, ancak gelinen noktada, ABD mutabakatı ile tescil edilen -doğrudan TSK’nın kontrolündeki- 120 kilometrelik alanın daha fazla genişlemesinden fedakârlıkta bulunmuştur. Ancak bir şartla. Sınırın Tel Abyad-Resulayn hattı dışındaki alanlarında 10 kilometrelik bir derinlikte RF ile ortaklaşa devriye faaliyeti yürütebilmesi de bağıtlanmıştır. Ancak sonradan RF askeri polisleri-TSK mensupları ortak devriyesine defaatle yapılan saldırılar nedeniyle şu anda bu uygulama durdurulmuştur. Ancak hemen söylemekte yarar var, Soçi Mutabakatı, Türkiye’yi, devriye faaliyeti üzerinden -bu derinlikte- sınır ötesinde denetleyici bir aktör konuma yükseltmiştir. (6)

Uzun lafın kısası Soçi Mutabakatı’na göre Suriye PeKaKası YPG’nin Tel Rıfat’tan ve kent merkezinden çıkması, çekilmesi gerekmektedir. Ancak aradan geçen 2 yıl geçmesine karşın YPG, Tel Rıfat’tan çıkmamış, çıkmadığı gibi, YPG kontrolündeki Tel Rıfat’ın ABD’nin açık RF’nın örtülü desteği devam etmektedir. Rusya’ya bağlı askeri polis güçlerinin yanı sıra Wagner Özel Harekât birliklerinin de Tel Rıfat’ta faaliyetleri bulunmaktadır. Bu nedenle bölge Türkiye ile Rusya arasındaki diplomasi savaşının en hararetli cephelerinden biri olmuştur. İşte bu nedenle Türkiye ile RF arasında yapılan Soçi’deki görüşme Astana süreci dışında lider odaklı olarak yapılmış ve yapılmaktadır.   

Dünyada hiçbir şey üç yıldır bu harekâtı yapmak için bekleyen Türk askerinin hırs ve azminden büyük değildir. Onun için Başkomutan artık bıçak kemiğe dayanmıştır ifadesini bu nedenle ısrarla vurgulamıştır. Havadan İhbar ve Kontrol Barış Kartalı Uçakları, Koral’lar, İHA’lar, SİHA’lar, TİHA’lar, kendi sınıfında dünyanın en iyi robot uçağı sayılan TB2 SİHA’lar ile BM raporuna giren Kargu-2 ilk otonom SİHA ’larla ortaya konulabilecek yeni bir hava üstünlük konsepti harekatın yapılma olasılığını arttırmaktadır. Çünkü 27 Şubat 2020 tarihinde RF destekli Rejim Hava Kuvvetleri, Suriye’nin İdlib ilinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı tabura hava saldırısı düzenlemiş, benimde yakinen şahit olduğum bu saldırıda 34 Türk askeri hayatını kaybetmiştir. Yaklaşık 20 ay önce gerçekleşen bu saldırı Türkiye’nin Suriye İç Savaşı kapsamındaki en büyük kaybı olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’nin işte bu nedenle bu tehdide karşı mutlaka bir karşı koyma konsepti geliştirdiğine inanılmaktadır. Türkiye’de yapay zekayı özne alan ‘algoritmik savaş’ unsurlarının tasarım ve üretimi 34 şehidimizden sonra merhale atlayacak bir ilerleme kaydetmiştir. Fırat’ın batısı için, Tel Rifat bölgesine yapılacak Barış Harekatının Rusya’yla eşgüdüm sağlamak esas olmakla beraber, bıçak kemiğe dayandığına göre, derin öğrenme makineleri, büyük veri analitiği, giyilebilir elektronik ile operasyonel destek uygulamaları, insan kontrollü akıllı makineler ve otonom silahlarla yapılacak “algoritmik savaş” kolaylıkla harekât alanı üstündeki RF-Rejim güçleri hava hakimiyetini ortadan kaldırabilecek güçte olabileceği düşünülmektedir. Ne diyelim, bu harekata katılacak şanlı askerleri selamlıyorum.  Mehmetçikler, gazanız mübarek olsun, “kolay gelsin”.

Dipnotlar

(1) BBC News/Türkçe, ‘Peşmerge Türkiye’den Kobani’ye geçti’ 1 Kasım 2014; https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141031_kobani_pesmerge/ Erişim Tarihi 17.10.2020/

(2) “Dış politikada ‘değerli yalnızlık’ dönemi” Hürriyet Gazetesi, 21 Ağustos 2013; https://www.hurriyet.com.tr/gundem/dis-politikada-degerli-yalnizlik-donemi-24553602/ Erişim Tarihi 17.10.2020/

(3) Cihat Arpacık, Erdoğan, ‘Terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki yerler’ ifadesiyle sinyali verdi: Tel Rıfat”, Independent Türkçe, 12 Ekim 2021; https://www.indyturk.com/node/423106/d%C3%BCnya/erdo%C4%9Fan-ter%C3%B6r-sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1n%C4%B1n-kayna%C4%9F%C4%B1-mahiyetindeki-yerler-ifadesiyle-sinyali-verdi/ Erişim Tarihi 17.10.2020/

(4) Mahmut Hamsici, Sezar Yasası: ABD Suriye’ye yeni yaptırımlarla ne hedefliyor, kararın sonuçları ne olabilir?BBC Türkçe, 23 Haziran 2020; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53149797/Erişim Tarihi 17.10.2020/

(5) Fehim Taştekin, “Esad’la Arap kucaklaşması yakın mı?” Gazete Duvar, 12 Ekim 2021; https://www.gazeteduvar.com.tr/esadla-arap-kucaklasmasi-yakin-mi-makale-1538215/17.10.2020/

(6) Sedat Ergin, “Sekiz maddede Soçi Mutabakatı’nın anlamı”, Hürriyet Gazetesi, 23 Ekim 2019; https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/sekiz-maddede-soci-mutabakatinin-anlami-41356521/17.10.2020/

 

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen