Bilmece Sorma Geleneği

Bilmecelerin “bil bakalım”, “ol nedir ki” gibi ifadelerle sorulması dikkat çekicidir. Daha henüz başında bilmece birtakım soru ifadeleriyle hazırlanır ve muhataba sunulur. Bu ifadeler bilmecelerin şekil bakımından sınıflandırılmasında da etkili olmuştur. Pertev Naili Boratav, bilmeceleri üç gruba ayırır ve bu şekilde kalıp ifadelerle başlayan bilmeceleri ilk sıraya koyar. Bunlar “metel metel, mesel, bilmece bildirmece” gibi kalıp ifadelerin yanı sıra “Benim bir oğlum var…”, “Benim bir kızım var…” gibi cümlelerle de başlayabilir. Yine bunun yanında “Bir acayip nesne gördüm.” şeklinde başlayan bilmeceler de vardır.[1]

Bilmecelerin dikkat çeken bir diğer özelliği onların en az iki kişinin bir araya gelmesiyle söylenebilmeleridir. Dolayısıyla onlar bir tür olmanın ötesinde Türk insanının sohbet, istişare, birlik-beraberlik, misafirlik gibi kültürel yönlerini ve teşkilatçı ruhunu da yansıtırlar. En az birkaç kişinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bilmece sorma geleneği Türklerin sohbet kültürünü de şekillendirmiş olmalıdır.

Yakın zamanlara kadar uzun kış gecelerinde Türk insanını bir araya getiren sebeplerin başında sohbetler geliyordu. Bu sohbetlerin vazgeçilmezleri arasında masallar, destanlar, hikâyeler, efsanelerin yanı sıra bilmecelerimiz de vardı. Bilmeceler, bu sohbetlerin en vazgeçilmez bir parçası durumundaydı. Esasında halk edebiyatı türleri, genelde estetik bir amaçtan ziyade fonksiyonel bir maksatla icra edilirler. Fakat zaman içerisinde dilin ve fikrin incelmesi, en güzeli bulma isteği onların da edebî çerçevede ortaya çıkmalarına yardımcı olmuştur. Dolayısıyla estetik bunlarda kendiliğinden ortaya çıkmaya başlamıştır. Çünkü türkü, mani, bilmece gibi birçok kıymetli türün anonim oluşu da en azından buna işaret etmektedir. Bilmecelerde durum böyle gerçekleşmiştir. En basit örneklerinden en mükemmel ve estetik misallerine kadar bilmeceler giderek sanatkârâne bir hüviyet kazanan halk düşüncesinin mahsüllerinden biri olmuştur. Sohbetlerde, buluşmalarda, toplu olunan yerlerde sorulan bilmecelerin zamanla en güzel örneklerinin böyle ortaya çıktığını tahmin ediyoruz.

İyi bilmece soran kişilere “bilmececi, laf ustası, bilmece ustası, taklitçi” denir. Bilmecelerin bazıları karşılıklı olarak bir atışma havası içerisinde takdim edilirler. Bunlar “karşılıklı deyiş, atışma, karşılıklı atışma, karşılaşma, atışma, karşılıklı bilmece, yarışma, karşıberi” gibi isimlerle bilinir.[2]

Bilmecelerin en güçlü tarafı anonim oluşlarıdır. Anonim olmak, bir türün çeşitlenmesine, zenginleşmesine, varyantlarının teşekkül etmesine imkân tanıyan bir özellik demektir. Anonim olmak, bir türün kısırlaşmasının da önüne geçmektedir. Bu özellik Türk Halk Edebiyatı mahsullerinin adetâ kılcal damarlarını beslemekte, halkı bu müşterek formlar üzerinde düşünmeye, onları yorumlamaya ve yenilerini söylemeye sevk etmektedir.

Bilmecelerin anonim oluşu bilmece sorma geleneğine, dolayısıyla belli bir iletişim ortamının oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Zira bilmeceler şifahi olarak kişiden kişiye, nesilden nesle aktarılan edebî metinlerdir. Burada önemli olan onların söylenmesidir. Bu durum onların söyleniş, ifade ediş bakımından belli bir kültür çevresinde oluşup zenginleşmesine imkân tanımış olmalıdır.

Bazı üslup özelliklerinin yanı sıra bilmece sorma geleneğini hazırlayan çeşitli anlatım özellikleri vardır. Mesela, “Ol nedir ki” diye başlayan bilmecelerde soru, en baştan belirmiş gibidir. En azından muhatap bir sorunun geleceğine psikolojik olarak hazırlanır. Bu birkaç kelime onu cevabı bulmak için belli bir dikkate sevk eder. Bilmecelerin başında söylenen “ol nedir ki” ifadelerinin mahalli olarak devam etmekle beraber zaman içerisinde bırakıldığını veya çok az bir kesimde söylenmeye devam ettiğini düşünmek mümkündür. Zira estetikleşme süreci içerisinde bilmeceler de en kesif şekilde en az kelimeyle, beri yandan da en estetik biçimde ve kendiliğinden bu türün ortaya çıkmasına yönelmişlerdir.

Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri adlı kitabında bu geleneğin kendine mahsus özelliklerini şöyle anlatır:

“Halk bilmecesi sorulmasının bir usulü ve geleneği vardır. İlk önce bilmece soran karşısındakine az veya çok bir düşünme ve çözme payı bırakır. Cevap vermekte güçlük çeken muhâtabının, bir takım ipuçları elde etmek hakkıdır. Şaka ile -isterse “Canlı mı? Cansız mı? Yenir mi, yenmez mi?” der. Birinci şahıs bazan karşısındakinin sözü ne biraz da nazla “evet, hayır” gibi cevaplar verir, ikinci, buna rağmen bilmeceyi çözemezse pazarlık başlar. Bilmece soran, ondan bir şehir veya memleket ister; o da, çoğu zaman, değerli bulduğu bir yeri, meşelâ İstanbul’u, İzmir’i, Ankara’yı verdim, der. Bunun üzerine birinci şahıs sonucu açıklar; isteğe göre sıra ikinciye gelir. Karşılıklı nezâket ye terbiye ile yoğrulmuş bu edebi zihin sporu boyunca şehir, memleket veya meyvalardan birini en çok kazanan üstün sayılır.”[3]

Bazı yörelerde bilmecelerin sonunda “Bilen bilesi, bilmeyen kırk köy veresi!” denir. Veya “Bunu bilmeyen eşek!” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu durum aslında bilmecelerin disiplinli bir ortamda gelişme gösterdiğini ifade etmektedir.

Bolu-Dörtdivan yöresinde bilmece sorma geleneği “mesel satmak” olarak adlandırılır. Bilmeceyi bilemeyen kişiye, soru soran “Bana hangi köyü vereceksin?” diye cevabı söyleme karşılığında bir yer ister. Bu köy veya yer muhitten bir yer olabileceği gibi İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler de olabilir. Buradaki “mesel atmak” ifadelerinin çok dikkat çekici olduğunu belirtmek isteriz. Türk Halk Edebiyatı verimlerinin Türk insanının düşünce biçimine işaret eden tarafları kanaatimizce burada gizlidir. Mesel, misal, masal, meselâ, timsal, emsal gibi Türkçenin zenginliklerinden olan bu kelimeler, düşünce dünyamızın mertebelerinin teşekkülünde etkili olmuşlardır. Bu durum, tecrübe edilen bir hakikati meseller, masallar, örnekler üzerinden anlatmak için çok önemli bir imkândır. İster büyük ister küçük olsun, ulu orta ifade edilemeyen birçok hakikat unsuru bu türlerde çoğu zaman estetik bir hüviyette karşımıza çıkabilmekte, bunlarda gizlenebilmektedir.

Bilmeceyi çözümlemek isteyen kişi, her kelimenin üzerinde durmalı ve tefekkür etmelidir. Çünkü bilmecelerde kullanılan kelimelerin neredeyse hepsi bir maksada binaen söylenmiştir. Zaten hacim itibariyle küçük olan bilmecelerde doldurma veya uydurma ifadelere yer vermek pek de mümkün değildir. Tekerlemelere benzer bilmeceler dahi bu durumu pek fazla değiştirmez.

Bilmeceyi soran ve cevap veren adeta aynı kişidir. Bilmeceyi soran ve cevap veren değişebilmektedir. Böylece söyleyen ve cevap veren bir bütün hâlinde karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sokak ortasında veya yolda geçerken bilmece sorulmaz. Onun bir ortamı ve zamanı vardır.[4]

Bilmece sorulan ortamların değişkenliği de göz önünde bulundurulduğunda bu geleneğin zengin bir çeşitlilik ile karşımıza çıktığını ifade edebiliriz. Bilmece sorulduğu zaman cevabı bilenlerin susması veya cevabın hemen söylenmemesi istenir. Aksi hâlde bu durum hoş karşılanmaz. Böylece cevabı bilemeyenlerin onu tahmin etmesi, yanılması beklenir. Kişiler “canlı mı cansız mı, yenir mi yenmez mi?” gibi sorular yoluyla bilmeceyi tahmin etmeye çalışırlar. Bilmece soran kişiler de bazı ipuçları vererek tahminler destekler. Bazı bölgelerde bilmeceyi soran kişi yere bir mendil serer. “Bilmeceyi sordum, cevabını içine koydum!” diyerek mendili katlar. Bilmecenin çözümlenmesini bekler. Erman Artun, eskiden bilmece sorulmadan önce “İndim kuyu dibine, sildim süpürdüm, silkindim çıktım” şeklinde bir tekerleme söylendiğini kaydetmektedir. Böylece bu tekerlemeyi duyanlar bilmece sorulacağını anlarlar.[5]

Bilmecelerdeki bazı ifadeler onların basit metinler olmadıklarını göstermektedir. Pertev Naili Boratav’ın da dikkatini çekmiş olduğu gibi bunların bazılarında karşımıza çıkan “Ya bunu bileceksin ya bu gece öleceksin” gibi ifadeler onların önemli bir fonksiyonuna işaret eder. Bunun yanı sıra bazı halk hikâyelerinde kahramanın amacına ulaşması için kendisine bilmece sorulur.

Bilmece sorma geleneği bugün ne yazık ki yok olmaya, unutulmaya yüz tutmuş durumdadır. Bilmeceler, gelişen teknolojiye ve insanın hızla yalnızlaşmasına yenik düşen edebî türlerdendir. Geçmişte insanların hep birlikte eğlenmesine imkân tanıyan bu sözler günümüzde özellikle şehir kültüründe kendisine bir yer bulamamıştır. Bilmecelerin son örnekleri bugün özellikle kırk yaş üstü (2020 itibariye) insanlarda bulunabilmektedir. Bunun yanında kitaplarda görülen, TV ortamlarında sorulan bilmeceler yeni neslin bu geleneği tanıması ve yaşatması adına ümit vericidir.

———————————–

[1] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1995’ten aktaran: Abdurrahman Güzel-Ali Torun, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yayınları, 10. Baskı, Ankara 2017, s. 243 vd.

[2] Erman Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, Kitabevi Yay., 3. Baskı, İstanbul 2004, s. 197.

[3] Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1989, s. 7.

[4] İlhan Başgöz’den alıntı mana olarak.

[5] Erman Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, Kitabevi Yay., 3. Baskı, İstanbul 2004, s. 198.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen