Adım Adım Değişim…

Önceleri AB’nin talebi, beceriksizlik ve öngörüsüzlük sonucu hayata geçirildiğine inandığım bazı kararların hiç de öyle olmayabileceğini, aksine bilinçli ve sonucu yıllar önce öngörülen uygulamalar olabileceğini düşünmeye başladım… 

Bunlardan birisi taşımalı eğitim… Taşımalı eğitime geçildiğinde, bu uygulamaya Avrupa Birliği İlerleme Raporunda eleştirilen okullaşma oranının düşüklüğünü yükseltmek amacıyla geçildiği ifade edildi. Ayrıca eğitim giderlerinden tasarruf da sağlanacaktı. En azından görünürdeki gerekçe buydu. Son yıllarda kaç köye gittiniz bilmem. Ben 2008 başından 2019 sonuna kadar Orman Genel Müdürlüğünde Başmüfettiş olarak çalıştığım için çok sayıda köy gördüm. O köylerde taşımalı eğitim nedeniyle boşaltılan okulların ve öğretmen lojmanlarının hali içimi acıttı. Yokluklar içinde, kaynaklar zorlanarak, büyük fedakârlıklarla yapılan okulların küçük bir kısmı, köy konağı, muhtarlık makamı gibi amaçlarla kullanılırken, büyük çoğunluğu boş ve metruk halde. Kapıları, pencereleri sökülmüş, çamlar çerçeveleri sökülmüş… İçlerinde ahıra dönüştürülenler bile var… Boşalan öğretmen lojmanları genelde kullanılıyor. Bir kısmı imam ve müezzinlere lojman olarak tahsis edilmiş… Bir kısmı köy konağına/misafirhanesine dönüştürülmüş… Bir kısmı da boş, metruk… Özetle taşımalı eğitime son verelim, köylerdeki okulları açalım dense mümkün değil… Milyarlarca lira harcayıp büyük yatırımlar yapmak gerek… Pekiyi taşımalı eğitimin sonucu ne oldu; on binlerce köyden öğretmenler çekilince köylerde tek kamu görevlisi kaldı: İmam. Devlet imam ile özdeşleşti. Köylümüz öğretmenden fikir alma imkânını kaybetti. Şimdi köylümüzün tek doğrusu imamın söylediği… Köy imamları ne kadar bilgidir? Ne kadar donanımlıdır? O da ayrı bir konu… Her gün saatlerce yol giden, yol yorgunu çocuklar kendilerini derse veremediler. Eğitime başlama yaşının düşürülmesi de taşımalı eğitimde ciddi bir sorun oluşturdu. Pek çok aile çocuklarının perişan hallerine dayanamayıp, çocuklarını okula göndermediler,  bazı aileler ”çocuklarımız perişan olacağına biz perişan olalım” diye daha büyük yerleşim yerlerine göçtüler. Köylerin nüfusu daha da azaldı. Dolayısıyla ekilen arazi azaldı, tarımsal üretim düştü… İşin en trajikomik yönü nedir biliyor musunuz? İkinci dünya savaşının olumsuz şartlarından kaynaklanan nedenlerle, bazı camilerin silo, kışla gibi amaçlarla kullanılmasını abartarak “Tek parti iktidarında camileri kapattılar,  ahır yaptılar” diyenlerin tarihe “Okul kapatan, okulları ahır yapanlar” olarak geçecek olmaları…

Ak Parti iktidarının ilk yaptığı işlerden birisi Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizletilmesiydi… Bunun amacı da “AB ile uyumlu olmak”, “Tarımsal üretimi artırmak” olarak takdim edildi… Konu kamuoyunda yalnızca temizleme işinin bir İsrail firmasına verildiği için tartışıldı… Onlarca siyasi partiden, onlarca strateji kuruluştan hiçbirisi; “Irak’ta Saddam rejiminden kaçanları bölgenin dağlık yapısı bile engelleyemedi, Suriye’de durum gerginleşiyor, Mayın tarlalarını temizlersek Suriye’den gelecek muhtemel bir göç dalgasını önleyemeyiz” diye bir eleştiride bulundu mu? Hatırlamıyorum. Ama sonuç ortada… Mayın tarlaları temizlenmesi yanında, gelen mültecileri kayıt altına almak gibi bir niyet olmayınca Türkiye bir mülteci cennetine dönüştü… 

Zinanın suç olmaktan çıkarılması, Suriyeli mültecilerin adeta davet edilmesi arasında ilk bakışta hiçbir bağlantı yok gibi gözükse de sonuç olarak iki uygulama da aynı amaca hizmet ediyor; toplumda çok eşliliğin kabul görmesine neden oluyor. Nasıl mı? Anlatayım… Zina, 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) suç olarak tanımlandı. Zinanın suç olmaktan çıkarılması ise 1996-1999 yılları arasında Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirildi. Yani zinanın Türk Ceza Kanunundan çıkması Ak Partinin eseri değil… 2002’de Ak Parti iktidara geldikten sonra zinanın suç sayılmasıyla “eşlerin birbirini aldatmasının önüne geçileceğini, kadın erkek eşitliğinin sağlanacağını” savundu. Ancak 2004’de gerçekleşen Ceza Kanunu Değişikliği sırasında zinanın suç sayılması yolunda bir değişiklik yapmadılar. Gerekçe olarak da AB’nin böyle bir değişikliğe karşı olduğunu söylediler.  Zaman zaman Ak Parti yetkilileri zinanın suç sayılması gerektiğini söyleseler de 20 yıl boyunca bu konuda TBMM’ne hiçbir teklif getirmediler. İslamcı kamuoyu da bu konudaki eleştirilerine son verdi. Türkiye Cumhurbaşkanının kararıyla İstanbul Sözleşmesinden çıkmasına rağmen zinanın suç sayılması hiç gündeme gelmedi. Neden mi? Çünkü zinanın suç olmaktan çıkarılması “İmam nikâhlı çok eşliliği” kolaylaştırıyordu. Bu konuda bir istatistik bulamadım, ama kişisel gözlemlerim imam nikâhlı çok eşliliğin 2000’li yılların başından bu yana artan bir seyir izlediği yönünde. Televizyonların gündüz programlarında yer alan aile dramları da bu gözlemimi doğrular nitelikte… Zinanın suç olmaktan çıkarılması nasıl çok eşliliği normalleştiriyorsa, Türkiye’nin Suriyeli mülteciler için bir cennet haline getirilmesi de toplumda çok eşliliği normalleştiriyor. Çünkü Suriyeli mülteci erkeklerin çoğu çok eşli… Bazı illerde nüfusun %50’sine ulaşan Suriyeli mültecilerin yaşam tarzı Türk nüfusa örnek olmaya başladı…  Suriyelilerin yaşam tarzı Türkler arasında da çok eşliliğin yaygınlaşmasına yol açıyor/açacak… Din adamlarının çok eşlilik hakkındaki olumlu söylemleri de bu yaşam tarzının yaygınlaşmasına hız katacak… Yasal olarak suç da olmadığı için gelsin imam nikahlı çok eşlilikler… Suriyeli mültecilerin toplumsal yozlaşmaya yönelik pek çok sakıncası dile getiriliyor… Ben de bunu belirtmiş olayım… 

Tüm bunlar tesadüf müdür? Bilinçli bir tercih midir? Bir amacı var mıdır, yok mudur? Net bir şey söyleyemem. Tesadüfse tesadüfün bu kadarı anlaşılabilir olmaktan çok uzak…

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen