2 Ekim 2023

Bana kalırsa en az ‘Dünya Ekonomik Forumu'nun ana etkinliği ‘Davos Ekonomik Forumu’ ve siyaset, ekonomi, askeri ve istihbarat alanlarının kalburüstü üst düzey temsilcilerini buluşturan ‘Münih Güvenlik Konferansı’ kadar bir cazibe merkezi olmaya aday ‘Antalya Diplomasi Forumu’ son derece başarılı olmuştur. Antalya Diplomasi Forumunun yapılmasında emeği geçen tüm emekdaşları, her şeyden fazla 7/24 çalışan Dışişleri Bakanlığımızın meslek memurlarını candan kutluyorum. Kuşkusuz foruma Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’nın yanında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun katılımı ile 1945 Yalta Konferansındaki Kırım Yarımadasının üçlemesiyle başlamış ve üzerine düşen görevini yerine getirerek bitmiştir.  Toplantı sonrası taraflar bir daha buluşmak, dünya kamuoyuna tekrardan bilgi vermek konusunda anlaşmışlardır. Toplantının formatı teknik olarak akademik tartışma çeşitlerinden ‘forum’dur. Forum, Pax-Romana çağında, başkent Roma’da ve taşradaki kentlerde, yurttaşların, kamu işlerini konuşmak için toplandıkları alana verilen addır. Yöntemi de bellidir. Bir konuda düzenlenmiş, konuşmacıların yanı sıra dinleyici durumundaki kimselerin de söz alabildiği bir toplantı çeşididir. Bunun dışında başka bir anlam yüklemeye hiç gerek yoktur. Hele hele bir ateşkes misyonu yüklemek son derece yanlıştır.

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Lavrov’un da büyük harflerle belirttiği gibi Belarus’ta devam eden ateş kes görüşmelerinin paraleli hiç değildir. Bilindiği gibi, tüm ateşkes görüşmeleri askerler arasında icra edilir ve sonuçlandırılır. Karşılıklı olarak her iki taraf askerlerinin postallarının, fotinlerinin ucundan geçtiği tasavvur edilen hattın saptanmasıdır. Bu bir anlamda silahların bırakışmasıdır, bir mütarekedir. İstiklal Savaşını sonuçlandıran, Rus Tüccar Aleksandr Ganyanof’un evinde yapılan ‘Mudanya Ateşkes Müterekename’sini anımsamanız, sanırım yeterli olacaktır. Yunan Silahlı Kuvvetleri Ön Asya’dan, Anadolu’dan çekilip giderken yakmadıkları, yıkmadıkları yer bırakmamışlar, Mudanya’da tek ayakta kalan bina Rus Tüccar Ganyanof’un evi olduğu için görüşmeler burada yapılmıştır.

Büyük Taarruz ile elde edilen başarı karşısında Yunanistan 2 Eylül 1922 tarihinde İngiltere'ye, Türkiye ile ateşkes için arabuluculuk yapmasını teklif etmiştir. İtilaf devletleri, Yunanistan'ın ateşkes istediğini 7 Eylül günü resmen Ankara hükümetine bildirmişlerdir. Ama insanlığa karşı soykırım mertebesinde suç işledikleri için ateşkes görüşmelerinde uzlaşı masasında yer bulamamışlardır. TBMM Orduları Yunan Silahlı Kuvvetleriyle savaşmış, yuvarlak masada kendilerini İngiliz temsilcisi General Sir Charles Harrington temsil etmiştir. Mudanya Konferansı 3 Ekim 1921 tarihinde başlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görüşmelere Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa katılmıştır. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak) ile Refet Paşa (Bele) ise Mudanya’da gözlemci olarak yer almışlardır. Konferansa İngiltere adına General Sir Charles Harrington, Fransa adına General Charpy ve İtalya adına General Monbelli katılmıştır. Ama gelin görün ki, Yunanistan günümüzde de hâlâ, bu onursuzluktan uyanamamış oldukları ayan beyan ortadadır, örneğin Yunan Başbakanı Mitçotakis ve Dışişleri Bakanı Dandias Türkiye’ye karşı bir seri salvolarına ve densizliklerine devam etmekte oldukları görülmektedir.

Efendim bu durum, Avrupa’nın şımarık çocuğu ya da GKRK için sıkça söylenilen Avrupa’nın hırçın çocuğu sözcükleriyle ifade edilemeyecek kadar ahlaktan yoksun bir tutumdur. Bunları niçin anlatıyorum. Antalya Diplomasi Forumu bir ateşkes antlaşması formatında olmadığı için. Forum daha çok uzlaşıyla sonuçlanan bir yuvarlak masa oturumu (round table session) biçiminde olmamıştır. Askerlerin daha çok toplu görüşe çıktıkları, silah temizliği v.s. yaptıkları ucu açık ‘U’ şeklinde olmuştur. Ama her şeye rağmen Antalya Diplomasi Forumu bir araya gelişin ve kendini ifade etmenin simgesi olmuştur. Bu bir başka anlamda insanlığa sesleniştir, haklılıklarının aracı, göstergesi dünya kamuoyunu bilgilendirme toplantısı biçiminde cereyan etmiştir.  

Peki o zaman Türkiye’nin durumu nedir? Türkiye’nin bölgede üstlenmiş olduğu yeni misyonik görev AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek temsilcisi Joseph Borrel’in aşağıdaki tümcelerinde ifade edilmektedir: 

“Türkiye bu bölgede jeopolitik bir oyuncu. Oyun oynadığı (etkili olduğu) bölgenin sınırları da giderek artıyor. (Türkiye) Avrupa'da da Libya'da da Somali'de de bir oyuncu. Türkiye önemli bir ülke. Yani ortaklık geliştirmek istiyorsak Türkiye kesinlikle bu noktada bizim ortağımız, üyemiz olmak için bir aday ülke. Fakat birtakım sorunlarımız ve engellerimiz var. Birtakım sorunların çözülmesi gerekiyor. İşte bunlar çözülürse Türkiye çok önemli bir rol oynayabilir. Özellikle bu Ukrayna savaşında Türkiye çok daha nüfuzlu bir ülke olabilir." (1)

Nasıl, birileri günah çıkarıyor, öyle değil mi? Sevgili Okurlar. Ukrayna-Rusya meselesinin çözümünde Türkiye, gerçekten de kilit rol oynamaktadır ve bu rolünü oynamayı behemahal sürdürmelidir. Türkiye bölgesel güç ve ondan da daha fazlası olduğu herkes tarafından kabul görmektedir. Kısaca hem Rusya’da hem de Ukrayna’da gerçekten nüfuz sahibidir. Her iki devlete de eşit mesafededir. Ama yaklaşık 60 yıldır AB’nin kapısında bekletilmektedir. Avrupa’da iki buçuk askeri kuvvetin biri “Kıtasal Güç” (continental power) konumunda Rus Silahlı Kuvvetleri, diğeri Türk Silahlı Kuvvetleri’dir, kalan yarım gücün, daha doğru bir ifadeyle çeyrek güçten biri İngiltere, diğeri ise Fransa’dır. “Güçlü Devlet, Güçlü Ordu” bunun en yalın ifadesidir. 

Antalya diplomasi Forumunda Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Başkan Putin’in özel ulağı rolünü eksiksiz oynamış, açıkça karar mekanizmasının Putin olduğunu bir kez daha söylemiş ve teyit etmiştir. 

ABir şeyin daha açık seçik ortaya konulması gerekmektedir. Başkan Putin NATO’nun genişlemesinden duyduğu rahatsızlığı ve Ukrayna’nın kendisinin NATO’nun bir uzantısı olarak gördüğünü sürekli dile getirmektedir. Tek isteğinin de Ukrayna’nın NATO’ya girmeyeceğine dair kendisine garanti verilmesini sık sık vurgulamaktadır. Bu husus yerine getirilmeyince de Ukrayna’yı işgale kalkışmıştır. Acaba durum böyle midir? Gelin hep birlikte şimdi aynanın arkasına bakalım.  

Soğuk Savaş’ın sona ermesi sonrası değişen güvenlik anlayışı ve ortamı NATO’nun sadece Demir Perde ülkeleri ile değil, aynı zamanda Rusya ve Ukrayna ile ilişkilerin geliştirilmesinin de yolunu açmıştır. Rusya’nın Batı ile ilişkilerini normalleştirme politikası çerçevesinde 1991 yılında hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın NATO ile ilişkisi Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi’ne katılması ve 1994 yılında her iki ülkenin de NATO’nun Barış İçin Ortaklık Programı'na katılması ile biçimlenmeye başlamıştır. Tabir-i caizse Rusya ve Ukrayna hep birlikte NATO’nun kapısını çalmışlardır. Ondan sonra da hep birlikte hareket etmişlerdir. Bu süreç 1997 NATO-Rusya Kurucu Yasası, danışma ve iş birliği için bir forum olarak NATO-Rusya Daimî Ortak Konseyi’nin ve NATO-Ukrayna Komisyonu’nun kurulmasıyla sürdürülmüştür. (2) Hatta bu durum öylesine birlikteliktir ki, Soğuk Savaş sonrası kabul edilen 1996 Ukrayna Anayasasının dibacesine şu şekilde yansımıştır:

“Ukrayna topraklarında sivil uyumu güçlendirmeye özen göstermek ve Ukrayna halkının Avrupa kimliğini ve Ukrayna Avrupa ve Avrupa-Atlantik sürecinin geri dönüşümsüzlüğünü teyit etmek,”(3)

O kadar ki bu anayasa 1 Aralık 1991 tarihinde yapılan ulusal oylama ile onaylanan 24 Ağustos 1991 tarihli Ukrayna Bağımsızlık Bildirgesi Yasası ile yönlendirilen, Ukrayna’nın Temel Yasası olmuştur. RF’nun isteklerini kabul etmek demek, Madde 2’de bağıtlanan “Ukrayna'nın egemenliği, onun tüm ülkesini kapsar. Ukrayna üniter devlettir. Ukrayna'nın mevcut sınırları içerisindeki toprakları bölünmez ve dokunulmazdır.” Maddesini yırtıp atmak demektir. Aynı şekilde Madde 4’deki vazgeçilemez hükmündeki “Ukrayna'da tek vatandaşlık vardır” içeriğini de hiç görmemek demektir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Rus havayolu şirketi Aeroflot’un kadın pilotları ile düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, bütün bunları bir bir reddettikten sonra meydan okumasını en üst seviyeye çıkararak “Kiev, aynı ruhla devam ederse Ukrayna devletinin geleceği ile ilgili sorun yaşanır.” Demiştir. (4) 

Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Antalya Diplomasi Forumu, bana göre II Yalta Konferansı olarak da algılanabilir. Neden? Benzerlik mi ya da karşıtlık mı bence ikincisi… Peki o zaman 4-11 Şubat 1945 tarihlerinde Kırım’da yapılan “Yalta Konferansı”nın ayırt edici özelliği ne idi? Öncelikle söyleyelim, İkinci Dünya Savaşının sonlarına doğru Almanya’nın yenileceğinin kesinleşeceği belli olunca İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği'nin devlet başkanları arasında dünyanın yeniden paylaşılması için yapılan bir konferanstı. Bu konferansta ‘Veto’ aracıyla güçlendirilmiş “Maskeli Beşler” belirlenmiş ve BM adlı çözümsüzlüğün adresi ucube taslak bir kurum olarak dünyanın geri kalanının önüne konulmuştu. Açıkça beş ülkenin dışındaki diğer devletlere “güçlünün haklı olacağı bir sistem”dikte ettirilmişti. İkinci Dünya Savaşı daha bitmeden paylaşma, dünyayı bölme amaçlı yapılan Yalta Konferansında üç büyükler, Churchill, Roosevelt, Stalin boy göstermişlerdi. Antalya Diplomasi Forumu ise “Haklının güçlü olabileceği”, bütün yazgıların ortadan kalkacağı bir konferans olma özelliği ile daha şimdiden tarihte yerini almaya aday gözükmektedir. 

Dipnotlar

(1) Habertürk, “Borrell: AB, Türkiye'nin Rusya ve Ukrayna arasında bir köprü olabileceğini düşünüyor”, 12.03.2022; https://www.haberturk.com/borrel-turkiye-rusya-ve-ukrayna-arasinda-kopru-3373744/Erişim Tarihi 13.03.2022/

(2) Aylin Ünver Noi, “NATO ve Rusya ilişkileri: Nereden nereye?”, Anadolu Ajansı, 04.03.2022; https://www.aa.com.tr/tr/analiz/nato-ve-rusya-iliskileri-nereden-nereye/2523737/ Erişim Tarihi 13.03.2022/

(3) 1996 Ukrayna Anayasası, Ukrayna'nın Verhovna Radası’nın Beşinci Oturumunda 28 Haziran 1996'da Kabul Edildihttps://www.ukr-ayna.com/wp-content/uploads/2020/06/Ukrayna-Anayasas-_T-rk-e-evirisi.pdf/ Erişim Tarihi 13.03.2022/

(4) Gazetem, “Putin: Askeri operasyon kararını almak benim için çok zor bir karardı”, 5 Mart 2022; https://www.gazetemru.com/2022/03/05/putin-askeri-operasyon-kararini-almak-benim-icin-cok-zor-bir-karardi/ Erişim Tarihi 13.03.2022/

Yazar Hakkında:

Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dalında doktorasını ise Ankara Üniversitesinde yaptı. Şam Büyükelçiliği nezdinde askerî ataşelik görevinde de bulunan Esat Arslan, Türkiye’ye döndükten sonra doçent oldu.

1997-2005 yılları arasında Bilkent Üniversitesinde, Türkiye Cumhuriyet Tarihi Koordinatörlüğü görevini yürüten Prof. Dr. Esat Arslan; 29 Mart 2000 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Övünç Madalyası” ile ödüllendirildi. Ayrıca kendisine, Türkiye–Ermenistan ilişkilerine yapmış olduğu katkılardan dolayı, Avrasya Araştırmalar Merkezi (ASAM) nin bünyesindeki Ermeni Araştırmalar Enstitüsü tarafından «2002 Yılı Özel Ödülü» verildi. 2005 yılında Çağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde göreve başlayan Esat Arslan, 2012 yılına kadar Bölüm Başkanlığı yaptı. 2010-2015 yılları arasında BM nezdinde Uluslararası Askeri Tarih Komisyonu Yürütme Kurulu üyeliği de yapan Esat Arslan, halen Türk Askeri Tarih Komisyonu Genel Kurulu Üyeliğini yapmaktadır. Bu komisyonun üyesi olarak ülkemizi, Güney Afrika, Brezilya, İspanya, İtalya, Portekiz, Bulgaristan ve Çin’de temsil etmiştir. Sekiz kitabı bulunan Esat Arslan 2002-2012 yılları arasında, TBMM Tarih Araştırma Grubu üyeliği sırasında yazmış olduğu 1852 sayfalık üç cilt halindeki «XVI. Dönem Parlamento Tarihi» adlı eseri 2013 Aralık ayında TBMM Meclis Başkanlığı tarafından yayınlanmıştır.

Suriye Devlet Arşivleri, İran Dışişleri Bakanlığı Belgeler Arşivi, Washington Ulusal Arşiv Dairesi ve Amerikan Kongre Kütüphanesinde araştırmalar yapan, Prof. Dr. Esat Arslan, SKYTURK televizyonunda dış politika yorumculuğu ATA Tv. de, ART televizyonlarında her hafta yayınlanan “Bakış Açısı” ve “Vizyoner” programlarının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlenmiştir.

Prof. Dr. Esat Arslan iyi derecede İngilizce, Arapça, orta derecede Farsça, İspanyolca, Makedonca ve uzmanlık seviyesinde Osmanlıca bilmektedir.”

 

Yazarın diğer makalelerinden: