Çanakkale Deyince

            Bâzı vakitlerde birtakım kelimeler, dilimize pelesenk olur, irâdemiz dışında, bize yapışırlar. Çanakkale, bu kabîl keliemelerdendir. Marmara Denizi ile Adalar Denizi’ni hem ayıran, hem de birleştiren bir mevkide yer alan Çanakkale’yi, bize bu denli füsûnkâr kılan, elbette, orada cereyân eden muhârebelerdir. Birinci Dünyâ Savaşı içinde açılan Çanakkale Cephesi, Türk’ün zafer çerâğına dönüşmüş, orada yaşananlar, dilden dile aktarılmış, nesilden nesile intikâl etmiştir.

            Çanakkale Muhârebeleri, azın çoğa, haklının haksıza, mazlûmun zâlime galebesi ile netîcelenmiştir. Bu saydığımız fiillerden az, haklı ve dahî mazlûm olan Türk milleti idi. İngiliz, Fransız ordu ve donanmalarına , o iki devletin sömürgelerinden getirilen ve çoğu Müslüman olan askerler de katılmış, cephe bir insan mahşerine dönüşmüştü. İstiklâl Marşı şâirimiz Mehmed Âkif, Çanakkale’de şehâdet şerbeti içen Türk evlâdı için yazdığı hârikulâde şiirinde, bu mahşerî manzarayı şöyle anlatıyor:

            “Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer 

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakîkat Mahşer! 

Yedi iklîmi Cihân’ın duruyor karşında, 

Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisânlar, deriler rengârenk.

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ.. 

Hani tâûna da züldür bu rezîl istîlâ.”

Târîhî kayıtlara “Anzak” adıyla giren düşman birlikleri, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelânda’dan getirilen askerlerden teşekkül ediyordu. Hindistan’dan ve Afrika’nın muhtelif bölgelerinden tabur tabur askerler, Çanakkale önüne yığılmış idi. Kum misâli kaynayan bu insan kalabalığı, Türk’ün toprağına göz dikmiş idi. Çehreleri, lisânları, derileri rengârenk olan bu düşman kuvvetlerinin ortaya koyduğu vahşette bir ayrılık yoktu. Hepsi de, aynı alçaklıkta ve insanlıktan uzak bir vahşeti paylaşıyorlardı. Bu vahşet, vebâ denilen bulaşıcı ve öldürücü hastalığı bile mâsûma çıkaracak derecede görünüyordu.

Çanakkale Cephesi, Bizim için insan öğüten bir değirmene dönmüştü. Mevcut askerimiz kâfî gelmeyince, asker olmayan insanımızı da oraya gönderdik. Hepsi de bu memleketin okumuş ve yazmış tabakasını, yâni münevver kısmını teşkîl eden neslimizi, Çanakkale’ye yolladık ve onların çoğu, geri dönmedi, şehîd oldu. Resmî rakamlarda iki yüz elli bin civârında görülen şehîd sayımız, künyesi bulunamayan isimsiz şühedâ ile hesâb edildiğinde, en az bunun iki misli bir sayıyı gösteriyordu. Millet olarak, Çanakkale’de kaybettiğimiz münevverlerin sıkıntısını ve dinginliğini, hâlâ çekiyoruz.

Çanakkale Zaferi, öyle sıradan bir hâdisenin anılması işi değildir. Bugün, şeceresinde Çanakkale şehîdi olmayan âilemiz yok gibidir. Bu yüzden, Çanakkale deyince, Türk’ün sînesi daralır, soluğu azalır…

 

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen