İslamiyetin İlk Döneminde Eko-Politik Çatışmalar ve Küresel Güçler

Peygamberimiz dönemindeki siyasî ve iktisadî şartlara baktığımızda Batı’da önce Roma, sonra Bizans, Doğu’da Perslerin Sâsânî devletleri olduğunu görürüz de niçin Türkler ve kurdukları devletlerden, Bizans ve Sasanilerle olan ilişkilerinden pek bahsedilmez? İşte benim cevabını aradığım soru bu! Örneğin 576’larda Kök-Gök Türklerin Hazar-Aral ve Kırım’a kadar geldiklerini, Doğu Romalıları tehdit ettiklerini, diğer bir Türk boyu olan Avarlar’ın I. Justin’(565-578) ile irtibata geçtiğini biliyoruz. Bayan Kağan yönetiminde altın bir çağ yaşayan Avarlar, eski Türk-Hun yurtlarını ele geçirdiğini, bu anlamda  Ata İllig’in (Attila) gerçek manada varisi olduğunu, Bizans’ın onların desteğiyle Perslerle savaştıklarını hatırlamak gerekir. 

Burada Hazarların Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynayan ve düzenli bir devlet kurduğunu, 7-10.yüzyıllar arasında Kafkaslar’da, Karadeniz’in kuzeyinde, İtil’de Özi’de, Çolma (Kama)’da ve Kiyev’e kadar uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan ilk Türk boyu ve kağanlığı olduğunu da hatırlamak gerekir. 

  • Gök Türkler, Sasani Ve Bizanslılarla Eş Değer Konumda

Kök-Gök Türk Kağanlığı’nın batıdaki en uç kanadını meydana getiren Hazarların, ve Batı Kök-Gök Türk Kağanının irâdesi ile Sâsânîlere karşı Bizans’a yardım ettiklerini de belirtmek gerekir. 350-558 arasında Batı Türkistan, Afganistan, ağırlıklı olmak üzere Hunların War-Hun kolundan oluşan bir devlet olan Akhunları ortadan kaldıran Gök Türkler, böylece dönemin küresel güçleri olan Sasani ve Bizanslılarla eş değer konuma yükselmişti. 

6. Yüzyılda Farslar/Persler ve Türkler arasındaki gerilim sürecinde Hüsrev Anuşirvan’ın Türk hanımından doğan oğlu olduğu için Türk-zade diye anılan IV. Hürmüz (veya Ordmuz)11 zamanında Türkler, İran’ın iç işlerine müdahele ettikleri bilinmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken Farslar’ın daha önce yapılan hiçbir anlaşmaya sadık kalmadıkları gibi, halâ Doğu-Batı ticaretinde Türklere engeller çıkardıklarıdır. 

  • Sasanilerin Maveraünnehir İpek Yolunu Kontrol Çabaları ve Gök Türk Operasyonu

Evlilik yolu ile Sasanilerle iyi ilişkiler içinde bulunmaya gayret eden Kök-Gök Türkler lideri İstemi Yagbu (556) Soğdlar yüzünden Sasanilerle gerilim yaşadı. Yemen’i işgal edip, Bizans’ın Hindistan’a giden gemilerinin yolunu kapatmış, Maveraünnehir ipek yolunun ticaretini önemli oranda eline geçirmişler, Türklerin Çin ipeğinin Soğdlar vasıtasıyla geçişinden aldıkları vergilere önemli oranda düşürmüşler, kendi ipeklerinin piyasa değerini yükseltmişlerdi.

552 ‘yılında devlet bağımsızlığını kazandıktan sonra ağabeyi Bumin’in “İlk Kağan” unvanını alması sırasında, batı kanadının idaresini üstlenerek “yabgu” olan  İstemi’nin gönderdiği elçileri hile ile öldürttü Batıda askeri harekata devam eden Istemi, sınırlarını Hazar Denizi’ne kadar ulaştıran İstemi Kagan, ipek yanı sıra diğer madenlerin satışında sorun yaşanacağı görünce güney yolunu denemiş, ama burada görülen sıkıntılar üzerine Sasanilerle mücadeleye karar vermiş, bunun için de Bizan ile anlaşma yapmak istemişti. 

Eskiden beri Sasanilerle Bizans’ın arasının iyi olmadığını bilen tüccar Soğdlular tavsiyesi üzerine Bizans-Gök Türk ittifakı için heyet gönderme kararı aldı. Böylece Sasaniler zor durumda kalabilirlerdi. 567 yılında Soğdlu tacir/elçi Maniakh başkanlığında bir heyeti Hazar Denizi’nin kuzeyi, Kafkasya üzerinden Bizans’ın başkentine gönderdi.  Tarihte Batı’ya yani Bizansa gönderilen ilk heyet budur. (567) heyette Soğdlu Maniakh başkanlık etti.  

Toparlayacak olursak, bölgenin ticaretinde önemli yer tutan Soğdlar, Bilge Kaan ve Tonyukuk anıtında belirtildiği üzere devlete yönelik vazifelerini yerine getirdikleri sürece ticarete verdikleri önem dolayısıyla Soğdlar korunup kollanmışlardır. Aynı durum Uygurlar döneminde de devam etmiştir. Hem ticarette hem de çok dil bilmelerinden dolayı dış işlerinde istihdam edilmişlerdir.    

İstemi Yabgu’nun u politikası başarıya ulaştı ve Bizans-Sasani savaşları (571) başladı. Gök Türkler ie Batıya doğru ilerlemeye devam ettiler ve da başladı. Bu arada batıya  Kafkasların kuzeyindeki Kuban ırmağı havzası ve Azerbaycan’a kadar ulaştılar. Türkler, Bizans ‘la yaptıkları anlaşmalara harfiyen uymuşlar; Sasaniler üzerinde baskı oluşturmuşlardı. Bizanslılar ise anlaşmaya uymamış üstelik  Gök Türklerden kaçan Avarlarladostluk kurmuşlar, onlara yerleşecek araziler vermişlerdi. 

  Burada dikkat çekmek istediğim husus, dönemin eko-politik çatışmalarına dikkat edilmeden o dönemdeki fikri ve dini gelişmelerin takibinin zor olacağıdır. Örneğin Bizans’ta Nesturî ve Monofizist Hırisitiyan mezhepleri ülkeyi yöneten Ortodoks inancına şiddetli karşı çıkıyorlardı. Sâsânî bölgesi ise Mânîlik, Yahudilik ve Hristiyanlığın hep birlikte resmi Mazdek dinine karşı mücadeleye atıldıkları bir savaş alanına dönüşmüştü. Sasanileri Mazdek isyanından koruyan (486), sürekli çatıştıkları Ak Hun Türk devleti olmuştu. 

Eko-Politik Çatışmalar ve Din Değiştirmeler 

Peygamberimizin niçin Kostantinopolis’i alınmasını istediği dönemin ekonomi-politik çatışmaları bağlamında düşünülmeli ve Emevilerin Maveraünnehir, Horasan, Kafkaslar üzerinden de Kostantinapolis’e ulaşma çabalarında dini unsurun önemini kavramaları üzerinde durulmalıdır. Nitekim Halife I. Velîd (705-715)’in kardeşi Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme b. ‘Abd’il-Melik’in 717-718 yıllarında Arap ordusu kumandanı olarak Kostantinapol’ü kuşattığını biliyorsunuz. 

 Mesleme’nin Kafkasya’daki harekâtının dağlı ve fakir bir sahada capul aramaktan öte müşriklerin ve bilhassa göçebelerin Hristiyan ve Musevilerden cok daha kolay ihtida ettiklerini bilmesine yönelik politikalar geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple Mesleme’nin bidayette Kafkasya’daki Cebel ahalisini mağlup ederek İslamlaştırmak, Toros üzerinden gecen kısa yolun zorluğu karşısında Kafkasya üzerinden Karadeniz boyunca Boğaziçi sahillerine giden yolu açmak ümidini beslediği mümkündür. 

 Ticari açıdan oldukça başarılı olan Hazar Devleti yöneticilerinin dini açıdan hoş görülü bir ortam sağlamaları, Hristiyanlık ve Musevilik, Kök Tengri inancına mensup olanların bulunduğunu, bunların hukuki statülerinin korunmasının sağlandığı, İslamiyet’i kabul etmelerinde Rus baskısına karşı yardım istedikleri Harezmlilerin şartının etkisi olduğu unutulmamalıdır. 

Bulgar Türklerin Müslüman olmasında Hazarlar tarafından ekonomik ve siyasi baskılara uğramasıyla Abbasi halifesinin gönderdiği elçilik heyetinden sonra İl-teber Almış ve çevresi resmen İslamiyeti seçtiğini de hatırlamak gerekir. 

Tekrar Hazarlara dönecek olursak, Araplar bölgede en önemli başarısını “Ermeniye ve Âzerbaycan vâlisi Marvân b. Muhammed’in 737’deki harekâtı ile elde ettiler. Bu münâsebetle Hazar Kağanı barış istemeye zorlanarak, kendisinden İslâmiyeti kabul etmesi istendi. Zorunlu kabul sonrası Hazar Kağanı’nın “Müslümanlığı” çok uzun sürmedi ve Arapların çekilip gitmelerinden hemen sonra eski dinine geri döndü” denilmektedir.

Museviliğin resmi devlet dini olarak kabulünün sebebi; Hazar Kağanlığı’nın sadece bağımsız bir devlet oluşu değil, aynı zamanda Hristiyan bir devlet olan Bizans ve Müslüman olan Arap Hilafetine karşı eşitliğini gösteren bir gösterge olması idi. Yani Museviliğin Hazar Kağanı ve erkanı tarafından kabul edilmesi tamamen siyasi bir mahiyet taşıdığı söylenebilir.  

 İşte bu nedenle biz günümüzü anlamak için öncelikle İslam öncesi Türk Tarihini okuyoruz. Ahmet Taşağıl’ın ifadesiyle söyleyecek olursak, “Sibirya’nın güneyindeki Sayan Dağlarında yaşayan Tuvalı ile Anadolu Dağlarında yaşayan bir Türk karşılaştıklarında neden birbirine benzer bir dil konuşurlar? Neden TanrıDağlarındaki yer isimleri ile Türkiye’deki yer isimleri benzerlik gösterir. Bütün bu soruların cevabı İslam Öncesi Türk Tarihinde gizlidir. Çünküİslam Öncesi Türk Tarihi, Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere bütün Türk kökenli toplulukların erken tarihinin hepsini içine alacak bir biçimde kapsar.” 

Ardından Hz. Muhammed’in getirdiği mesajlar bağlamında Meşşai öğretinin kurucu filozofu Farabi’nin “Hakikat Mektebi”tasavvurunu merkeze alarak Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma imkanını arıyoruz. Bunun için de İslam öncesi kadim Türk inançları (kamlık, Gök-Kök Tanrı ve atalar kültü) inceleyip, Ahmed Yesevi’nin yetiştiği dönemin siyasal, toplumsal ve ekonomik şartlarına dikkat ederek, ilmi dil olarak Arapça ve Farsça’nın baskınlığına rağmen sade bir dil İslam öncesi (mümin) ve  sonrası (müslim) tavırlarını uzlaştırdığı ve yeni bir dil ile ifade ettiği “Varlığın Birliği” öğretisinin teşekkül dönemini inceliyoruz. Sonra bunun İbn Arabi’nin Ekberi tasavvuru ve sonra sistematize edilen Vahdet-i Vucud ile ilişkisini, ardından da Yunus Emre’nin görüşlerini inceliyoruz, bu sıralar. 

Kaynakça

Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları, Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi Türk Tarihi, (İstanbul:Bilge Kültür Sanat Yayınevi, 5. Basım 2015),

Saadettin Yağmur Gömeç, “Türk Tarihinde Hazarlar”, İsmail Aka Armağanı, edit.: Musa Şamil Yüksel, (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, 2017), a.mlf, “Türk Tarihinde Avarlar ve Avar Meselesi”, IV Uluslararası Türkoloji Kongresi, 13-14 Mayıs 2011, (Türkistan: Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayını, 2011),, Mualla Uydu Yücel, “9. Yüzyıl’dan, 13. Yüzyıl’a Hazar, Bulgar, Peçenek, Uz, Berendi, Karakalpaklı, Kuman, (İstanbul: Doğu Kütüphanesi 2020)

Yazar
Mevlüt UYANIK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen