Bir Model Milliyetçi Türbedar: Nedim ÜNAL

Türk Milliyetçiliği Osmanlı devletinin enkazından Türkiye cumhuriyetini çekip çıkaran ve kadim Türk devlet zincirinin son halkasını kuran bir mübarek düşüncedir. Buna rağmen Türkiye cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren ötelenenlerde Türk milliyetçileri olmuştur ne yazık ki! Devletin kurtuluşunda her türlü fedakârlığı göstermekten geri durmayan bu insanlar, niçin daha sonra üvey evlat muamelesi görmüştür? Bunun anlaşılması, araştırılması lazım değil mi? Ayrıca Türk milliyetçilerinin bu durumla hesaplaşması gerekmez mi?

Mesela Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türk Ocaklarının kapanmasını niçin istemiştir? Türk Ocaklarının Halk Evlerine katılması doğru bir icraat mıdır? Eğer doğru idiyse Türk Ocakları kendi küllerinden daha sonra niye doğmuştur? Türk Ocakları adına mimar Kemalettin adına yaptırılan ve tarihi Türk Ocağı binası dediğimiz bina geçen yıllara ve birçok farklı dönemlere, hükümetlere rağmen hâlâ niye iade edilmez? Devletine kendini bu kadar pervane eden bir fikir hareketine karşı nerdeyse,  devlet politikası haline gelen “dışarlak” görme halinin sebepleri nedir ve daha ne kadar örtbas edilecek? Şüphesiz bu suallere eklenecek daha neler var, neler…

Her şeye rağmen1960’lı, 70’li yıllardan itibaren devletin zor zamanlarında onu yalnız bırakmayan milliyetçi gençlik, 1980 ihtilalini yaparak “Atatürk milliyetçiliği” gibi bir garabeti Türk fikir hayatına musallat eden Evren cuntası tarafından niçin devlet düşmanları ile aynı kefeye konulmuştur. Aynı kefeye koymanın ötesinde “Evren cuntası” onları mahpus etmiş, hatta bırakın mahpus etmeyi sanki “9 ışık” mefhumundan intikam alırcasına 9 ülkücü genci sırf devletinin yanında yer aldıkları için asma şerefsizliğini göstermelerinin hesabı ne zaman sorulacaktır? Bu kadar ağır muameleye rağmen Türk milliyetçilerinin hiçbir sorgulamada bulunmaması nasıl izah edilecek? Şu karakter yüceliğine bakın ki o kadar haksızlığa rağmen, 1980 sonrası devletin başına musallat edilen PKK belasında da Türk milliyetçileri küsmeden tabi ki devletlerinin yanında yer almışlar, yani devletin başı ne zaman dara düşse, Türk milliyetçileri kendilerine yapılan saygısızlıkları sinelerindeki kuytu köşelere saklayarak devletlerinin yanında yer almayı vazife bilmişlerdir. 

Peki, bu hep mi böyle devam etmeli? Türk milliyetçileri sadece sokaklarda ihtiyaç duyulduğunda “kullanılacak” ve sonra “mağaralarına” çekilecek hazır kıta kolluk kuvveti mi olacaklar sadece? Rahat yaşama ve devletini müreffeh kılma davasında hiç yönetici olarak vazife almayıp, sadece çileye mi müstehâk olacaklar? 

Tabi ki hayır! Türk milliyetçileri devletlerini, milletlerini korumak için ateşe koşan pervaneler gibi yanmaktan berî olmadıkları gibi, gönüllerindeki coşkunluk ve zihinlerindeki dinginlik ile medeniyet birikimine ve gelecek tasavvuruna sahip bir erdemli topluluktur.  Bu erdemli topluluk tarihlerinden tevarüs ettikleri müktesebatı temsil etmeye mecburdurlar aynı zamanda. Rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun ifade ettiği gibi Türk milletinin hâlâ Dünyaya söyleyecek sözü var çünkü. 

Böyle bir muhteviyatı olan Türk milliyetçilerinin kendileri bu durumdan ne kadar haberdardırlar? Artık sorulması, düşünülmesi gerekli olan sual bunlar olmalı. Zor zamanlardan, kardan, boradan, dabbet’ül arz’dan korkmayan, çekinmeyen Türk milliyetçileri devletin ve milletin geleceğini sarıp sarmalayacak hangi müesseselere sahiptir? Siyasi çalışmaların ötesinde ve ona bağlı göstermelik birkaç kuruluşun haricinde Türk milletinin medeniyet tasavvurunu gelecek nesillere aktarması gerekli müesseselere sahipler mi? Sahipler ise eğer bu ne kadar yapılabiliyor? Bu ve buna benzer suallerin sorulması bir yana artık bu suallerin cevaplanması, var ise eksikliklerin giderilmesi, yok ise bir an evvel tesis edilmesinin zamanı geçeli çok oldu.

“Dert çok, hemdert yok” olunca efkârlı sorular bizi deli rüzgârların içinde savurdu yine. Daha da çoğaltılacak ve derinleştirilecek bu sualler bir yana bu fıkra da bizim esas bahsetmek istediğimiz bu eksik yanımızı sanki yalnız başına gidermeye çalışan bir Türk Ocağı şubesi ve onun “türbedarı” Nedim Ünal hoca. 

Nedim hocayı yakından tanımam. Birkaç ay evvel yüzyüze kısa bir sohbet ettik sadece. Ama onun reisi olduğu Eskişehir Türk Ocağının çalışmalarının basına yansımalarından farklı bir şube olduğunu görüyorduk. Çalışmaları ile yukarıda izah etmeye ve dertlenmeye çalıştığımız meseleler için bir umut ışığı olduğunu söyleyebiliriz en azından. İrfanımızın güzel bir deyimidir “bir çiçekle bahar gelmez ama her baharın habercisi bir çiçektir.” 

Türk milliyetçileri kabul edelim ki sokak hareketlerinde kimseye eyvallah etmez ama elli, altmış yıllık tarihinden bu yana bakıldığında düşüncesinin mektebini kurmak hususunda aynı başarıyı ne hikmetse gösterememiştir! Son derece tartışmalı olan bu konunun artık daha fazla geçiştirilmemesi, herkesin başını öne eğip ortadaki hezimetten payına düşeni alması en azından çözüm için bir iyi niyet davranışı ortaya koyması lazım. Siyasi faaliyetlerin “cezbediciliği” bir yana bırakılırsa milliyetçi müesseselerin toplumsal karşılığı var mıdır? Kaşgar’dan, Bosna’ya; Kırım’dan, Yemen’e; Galiçya’dan, Garb Ocaklarına dünyanın dört köşesinde “beklenen” olan Türk milletinin oralardaki yetimlerine umut, türkülerine can olacak emeği, gayreti ortaya koyması lafta değil, hayatın her sahasına hitap edebilen müesseseleriyle olmalıdır artık. Türk milliyetçiliği dinamizmi sadece seçimden seçime değil, hayatın her anında eylemlerimizin temelini oluşturmalıdır 

Eskişehir Türk Ocağının ortaya koyduğu icraatlar bu zaviyeden bakıldığında umut verici. Bu müktesebatın bütün Türkiye’ye rehber olması, ışık olması gerekir. Bu umudu, aşkı ortaya koyan Eskişehir Türk Ocağının reisi olarak Nedim Ünal hoca bir türbedar olarak bu işlerin altından kalktığı için büyük alkış hak ediyor. Elimizden bir şey gelmiyor ama önemli iş yapan insanları yaşarken tebrik etmekte lazım. Malum marifet iltifata tabidir. Bu alkışlara, tebriklere Nedim Hocanın eyvallah ettiğinden, edeceğinden değil, bilakis böyle hayırlı işlerin hepimize bir rehber olması umudu ile, iyiliği kendi aramızda çoğaltmak için ihtiyaç var. Bu gayretlerin diğer ocaklar ve başka milliyetçi müesseseler için rehber olması lazım. Demek ki emek verilirse milletimiz kendisi için canını ortaya koyan Türk milliyetçilerinin çalışmalarına, gayretlerine, elbette mukabelede bulunacaktır. Herhangi bir cemaatin müesseseleri milyonlara varan katılımlara muhatap olurken, Türk milliyetçilerinin sadece “beş, on kişi” ile sınırlı kalmasının kabahati kimindir? Millet mi, yoksa bizim mi?

Eskişehir Türk Ocağı faaliyetleri göstermektedir ki siz bir adım atarsanız, mukabele olarak size doğru beş on adım atacak memleket fedaileri elbette olacaktır. Bu bakımdan, Nedim Ünal hocanın yaptığı türbedarlık her türlü hürmeti hak ediyor. Türk devleti elbette Türklerindir ve onu en iyi temsil edecek, yönetecek olanlarda bu düşüncenin ocaklarından yetişmiş vatan pervaneleri olacaktır, olmalıdır.

Eskişehir Türk Ocağı yaptığı çalışmalarla hem yerele hem de evrensele ben buradayım demektedir. Nedim hocayı bir kültürel müessesenin yapması gereken her faaliyeti yapmaya çalışırken görmeniz mümkün. Mahalli basın vasıtasıyla, Eskişehir halkına, sosyal medya ağlarıyla bütün Türkiye kamuoyuna ulaşmaya çalıştığını yaptığı faaliyetlerle görüyoruz. Milli Mefkûre Mektebi ile adeta milletinin ve devletinin geleceğini yükleyeceği gençleri yetiştiriyor. Zulüm altından kaçıp gelen, yersiz, yurtsuz Türk topluluklarına ev, yurt olmaya çalışıyor. Hatta o Doğu Türkistan’da Çin’in yaptığı zulme gönlü razı olmadığı için yaşına, başına, profesörlüğüne hiç eyvallah etmeden, Eskişehir sokaklarında eline aldığı megafonla soydaşlarına yapılan, esasen insanlığa yapılan zulümleri halkına haykırmaktan da geri durmuyor. Aynı hoca bir bakıyorsunuz Kurşunlu camiinde hocalarla diz dize oturup cümle şühedanın ruhuna mevlit okutturuyor. Hâsılı millet için, vatan için, din için yalnız başına çığlık atan modern bir türbedar o. Allah hayırlı ömürler versin, versin ki Türk milliyetçiliğinin geç kalmış müesseseleşmesi, mektepleşmesi için daha nice emekler versin, nice talebeler yetiştirsin ve hepsinden önemlisi bu gayretlerin bütün Türk dünyasında semeresini görelim. Var olasın sayın hocam, emeğin bereketli yolun aydın olsun…

Dr. Cüneyt CESUR

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen