Seyahatnâmelere Dâir

 

Tarih, edebiyat, coğrafya, siyaset, din ve tasavvuf gibi sahaların en önemli kaynakları arasında seyahatnâmeler de vardır.[1] Seyyahların insan, coğrafya, kültür, folklor, giyim kuşam, gelenek görenek, edebiyat, tarihle ilgili bize ilk elden bilgi veren bu eserleri, bugün de okuyanlara değerli malzemeler sunmaya devam etmektedir. Ancak bu malzemelerden yeterince yararlandığını söylemek bugün zor görünüyor. Seyahatnâmeler edebiyatın, tarihin ve kültür tarihimizin en önemli kaynakları arasında olabilecekken onlardan derinliğine yararlanamadığını söyleyebiliriz. Hâlbuki arşivlerde bulunmayan birçok bilgiyi bu eserlerin satır aralarında okuma imkânı vardır.

Bir seyahatnâme birçok sebeple kaleme alınır. Bir hükümdarın veya devlet adamının yazılmasını istediği seyahatnâmeler olduğu gibi meslekleri ve yaratılışları gereği uzun yolculuklara çıkıp gezi kitapları yazanlar da vardır. Seyahatnâmelerin içinde gezilen yerlerin tasvirini, ilgi uyandıracak olay ve durumları, nesneleri, insanları anlatma gayretinde olanlar bulunduğu gibi bir üslup endişesi taşıyanlar da vardır (Hac Yolunda gibi). Bu da onları özellikle edebiyat açısından önemli kılar. Fakat bu eserlerin bir riski vardır. O da, sefer hâlindeki bu insanların yazdıklarına hayali ögeler katabilmeleridir.[2]

Seyahatnâmelerde, karşılaşılan ilgi çekici, garip ve acayip konuların hemen kaydedilmesi, bu eserleri sosyal, kültürel, dinî, tarihî anlamda ansiklopedilere yaklaştırmıştır. Bu yüzden seyahatnâmeler edebiyat, edebiyat tarihi, tarih dışında; coğrafya, folklor, sosyoloji gibi başka sahaları da etkileyen kaynaklardandır. Seyahatnâmelerde kaleme alınan intibalar, serdedilen görüşler onları ayrıca tarihî bir belge konumuna yükseltmiştir.[3]

Müslüman gezginlerin seyahatle ilgili ilk yazılı intibaları bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Bu seyyahların 9. yy.’dan başlayarak seyahatleriyle ilgili notlar tuttuklarını çeşitli kaynaklar kaydediyor. Bu ilk kayıtlara, tarih ve coğrafya kitaplarında rastlanmaktadır. Bununla beraber müstakil olarak seyahatnâme kaleme alanlar vardır. Bunlar içinde Süleyman et-Tacir, 851 senesi civarında Hindistan’a ve Çin’e yaptığı yolculuğunu “Ruhletü Süleyman et-Tacir” adıyla kaleme alarak bu konuda ilk müstakil eseri vermiştir. 10. yy.’da Ebû Zeyd Hasan es-Sirafî ise bu esere bir zeyl (ek) yazmıştır. İlk Müslüman Türk topluklarından Volga Bulgarları, kendilerine İslâm ahlâkını ve İslâm’ı anlatacak ve memleketlerinde câmi yapabilecek bir heyet gönderilmesini 921 senesinde Abbâsî halifesi el-Muktedir Billah’tan talep ederler. Halife onlara bir heyet göndermiştir. Bu heyetin içinde bulunan İbn Fadlân, Bulgar ülkesine giderken geçtikleri İran, Maveraünnehir, Harezm bölgelerini yazdığı seyahatnâmede anlatmış; eserinde Oğuzlar, Peçenekler, Başkırtlar, Bulgarlar hakkında bazı bilgiler vermiştir. Seyahatnâme bu bölgelerde yaşayan Türklerin kültürleriyle ilgili son derece önemli bir kaynaktır. Müslümanlar tarafından yazılan ilk seyahatnâmelerden biri olması cihetiyle dikkat çeken eserlerden biri de Nâsır-ı Hüsrev’e aittir. O, Sefernâme adlı eserinde gidip gördüğü memleketlerin gelenek görenekleri ve ticareti hakkında önemli bilgiler vermiştir. Sefernâme, Anadolu’dan da bahseder. 12. yy.’dan sonra Müslüman coğrafyada seyahatlerin sayısı oldukça artmıştır. Bu seyahatler genelde Batı’dan Doğu’ya yapılmıştır. Bunların içinde en önemli olanı İbn Battuta’nın seyahatleridir. O, memleketi Tanca’dan 1325 senesinde hacca gitme niyetiyle ayrılmış ve 1350 yılına kadar seyahat etmiştir. Onun bu uzun seyahatlerinin sonunda “Tuhfetü’n-Nuzzâr fi Garâibi’l-Emsâr ve Acaibi’l-Esfâr” adlı bir eser ortaya çıkmıştır.[4] İbn Battuta Seyahatnâmesi Anadolu ve diğer Türk bölgeleriyle ilgili özellikle kültür, etnografya ve sosyal müesseseler hakkında önemli bilgiler verir.

Türkleri anlatan yabancı seyahatnâmeler arasında verdikleri bilgiler ve içerdikleri yorumlarla dikkat çeken bazı kaynaklar vardır. Hun hükümdar’ı Atilla’ya 448’de elçi olarak giden Priskos’un yazdıkları ve Göktürklere dâir, Bizans elçisi olarak giden Kilikyalı Zemarhos’un gözlemleri Türk tarihi açısından önemli bilgiler içermektedir. Castilla kralı Erique’in Timur’a gönderdiği Clavijo, intibalarını Cadiz’den Semerkand’a Seyahat adlı kitabında anlatmıştır. Marko Polo ise özellikle Kubilay Hanlığı hakkında çeşitli bilgiler veren bir seyahatnâme kaleme almıştır.[5]

Anadolu sahasında Türklerin kaleme aldığı ilk seyahatnâme hakkında bir belirsizlik söz konusudur. Bu konuda Cem Sultan hakkında kaleme alınan Vâkı‘ât-ı Sultan Cem’i ilk seyahatnâme kabul eden araştırmacılar vardır. Burada Cem Sultan’ın seyahatleri de söz konusu edildiği için böyle bir değerlendirilmeye gidilmiş olmalıdır. Bunun dışında Ahmed Fakih’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife adlı eseri de ilk seyahatnâmelerden biri kabul edilir. Araştırmacıların en eski ve ilk seyahatnâme olarak kabul ettikleri bir diğer eser ise Gıyâseddin Nakkâş’ın Hıtay Sefâretnâmesi’dir. Kaydettiğimiz bu eserlerin yanı sıra yolculukla ilgili yer yer çeşitli intibalar barındıran başka eserler vardır. Mevlevîlik tarihinin ilk kaynaklarından olan Ahmed Eflakî’nin Menâkıbü’l-Ârifini, Ulu Ârif Çelebi’nin seyahatlerini konu alması bakımından burada söz konusu edilebilir.[6]

Anadolu sahasında yazılan seyahatnâmeler arasında bir diğer önemli eser Ali Ekber Hıtâî’ye aittir. Ali Ekber, bir süre Hıtây (Çin)’da bulunmasından ötürü Hıtâî diye anılır. 16. yy.’ın başlarında ticaret maksadıyla oraya gitmiş ve 1506-1508 yılları arasında burada kalmıştır. Çin’le ilgili gözlemlerini Hıtâînâme’de Farsça olarak bir araya getiren Ali Ekber bunu ilk olarak Yavuz Sultan Selim’e daha sonra da Kanûnî’ye sunmuştur. Farsça yazılan Hıtâynâme, Kanunnâme-i Çin ü Hıtâ adıyla daha sonra Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu tercüme basılmıştır. Hıtâynâme, yirmi bir bölümden oluşmaktadır. Eserde Çin tarihi, yönetimi, iklimi, coğrafyası, ordusu ve hazinesi, hapishaneleri, eğlence hayatı, tarımı, ilim ve sanatı ve şehirleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Ali Ekber, eserini kaleme alırken başka kaynaklardan da yararlanmıştır. Bu kaynaklar arasında Gıyâdeddin Nakkaş’ın Acâibü’l-Letâif adlı eseri de zikredilir.[7]

Seyahatnâmelerin Osmanlılar devrinde daha yaygın ve daha müstakil bir tür olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Osmanlı Devleti’nde insanlar hac, eğitim, irşat, sürgün, memuriyet ve savaş gibi sebeplerle seyahat etmiştir. Bu dönemde birçok seyahatnâme kaleme alınmışsa da özellikle 19. yy.’dan sonra bu türde büyük ilerlemeler görülmüştür.

Osmanlı dönemi seyahatnâmelerinin farklı türlerde kaleme alınmaları sebebiyle sınıflandırmak güçtür. Bu konudaki bir sınıflandırma denemesi, seyahatnâmelerin diğer edebî türlerle ne kadar kaynaştığını gösterir. Seyahatnâme; sergüzeştnâme, sefâretnâme, esâretnâme, acâibnâme, vâkıât, gazâvâtnâme, rûznâme ve hatta roman, hikâye, şiir gibi türlerle iç içedir. Bu adlarla anılan eserlerin bir kısmı seyahatnâmeler arasında kabul edilmektedir. Sadece sayılan bu türlerin değil, diğer edebî formların da seyahatnâmelerle nasıl bir ilişkisi vardır? Bir eserin seyahatnâme olarak kabul edilmesinin ölçüsü nedir? Bu sorular konunun bir mesele hâlinde önümüzde durduğunu göstermektedir.

Seyahatnâmelerin birçok türün özelliğini kendinde barındırması, farklı edebî türlerle bu türden eserlerin kaleme alınması onun belli bir forma sokulmasındaki güçlüğün ana sebebidir. Metin Kayahan Özgül, “Seyahat edebiyatının sabit bir formu da yoktur; pek çok formdan, istifade edildiği olur. Bu sebeple ki, onu bir forma sokmaya çalışanları ciddî zorluklar beklemektedir”[8] der. Yine aynı yazar seyahatnâmeyi bu tür güçlükleri içinde barındırması sebebiyle bir tür “melez güzel” olarak ifade eder.

Seyahatnâmeler neticede diğer edebî türlerle en çok karışan, sınıflandırma konusunda en fazla güçlüklerin yaşandığı bir muhteva ile dikkat çekerler. Bu sebeple Jean-Marie Schaeffer’in bu tür eserlerden “Edebiyat teorisinin bütün alanları içinde, şüphesiz ki en büyük tür karışıklığı”[9] diye söz etmesi herhalde yerinde bir tespittir.

Seyahatnâme bizde, bir tür olarak Evliya Çelebi’nin eseriyle bağımsız bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Bazı araştırmacılar Seyahatnâme’nin edebî bir tür olarak daha sonraki gezi kitaplarının yazılmasında belirleyici bir etkiye sahip olduğunu söyler. Fakat Evliya Çelebi’nin bu eseri, kesin hatlarla diğer disiplinlerden ve türlerden ayrılmaz. Seyyah, tabir yerindeyse burada bütün formları kullanmayı denemiş ve birçok disiplinle de eserini ilişkilendirmiş gibidir. Seyahatnâme; yer yer tarih, coğrafya gibi alanlarla ve biyografi, fütüvvetnâme, gazavatnâme, acâibnâme, tezkire, hatıra gibi türlerle ilişkili bir biçimde okunabilir. Bunlar içerisinde Seyahatnâme’nin en çok kaynaklık ettiği sahalardan biri coğrafyadır. Hatta bazı araştırmacılar Evliya Çelebi’yi “en orijinal bir coğrafya eserinin müellifi”[10] diye tarif eder.

Ancak yeni edebiyatla birlikte seyahatnâmelerin muhtevasında da önemli değişmeler olur. Tanzimat’la beraber kaleme alınan seyahatnâmelerde bu etkiyi daha da hissedilir bir şekilde görmek mümkündür. Bununla beraber sonraki nesillerden Cenab Şehabaddin’in Hac Yolunda isimli eseri, Avrupaî anlamda ilk seyahatnâme olarak kabul edilir. Cenab Şehabaddin bu seyahatinde bir sıhhiye heyetiyle Hicaz, Kahire, İskenderiye, Süveyş gibi yerleri dolaşmış ve bunları 1896-1898 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde yayınlamıştır.[11] Hac Yolunda devrinde çok tanınmıştır. Süleyman Nazif bu eser vesilesiyle, aynı yerlere yolculuk yaptığı hâlde, seyahat intibalarını neden kaleme almadığını şu sözleriyle anlatır:

“Seyahat ü hissiyâtımı tafsil ve tasvir edemeyeceğim. Çünkü büyük Cenab’ın bizzat icra etmiş olduğu bir seyahate müteallık macerâ-yı seyr ü seferi mutazammın mektuplar neşretmek, yalnız benim için değil, mertebe-i irfanını ârif olan her Türk için had-şinaslıktır. Bu vadide yazmak isteyeceklerin meram ve azmi, Hac Mektupları’nın enzâr-ı vakuresi altında müebbeden titrer.”[12]

Cenab Şehâbeddin’in eserlerinde de görüldüğü gibi edebiyatımızda “mektup” adı altında işlenen seyahat kitapları vardır. Bununla beraber bazen yolculuk intibaları “günlük” adı altında da kaleme alınmıştır. Eski ve yeni edebiyatımızda seyahat bahsiyle uzaktan ve yakından ilgili olan birçok tür, işi daha da karmaşık hâle getirmektedir.

Seyahatin bir tür olarak kabul edilmesinin önündeki en büyük problemlerden biri, bizce onun bazı kaynaklarda, hatıranın bir alt kolu olarak kabul edilmesidir. Bunun yanında seyahatnâmeyi ayrı bir edebî tür olarak değerlendiren araştırmacılar da vardır.[13] Seyahat intibalarını kaleme alan bazı yazarların yazdıkları gezi kitaplarında “hâtıra” veya “hâtırât” kelimelerini kullanmaları bu karmaşayı desteklemektedir. Mehmet Enisî’nin Avrupa Hatıratım adlı eseri, Asmaî’nin Sicilya Hatıratı, Şerefeddin Magmûmî’nin Seyahat Hatıraları, Celal Nuri’nin Şimal Hatıraları[14] bu tür isimlendirmelere örnek gösterilebilir. Ancak bu problemin kökenini daha eskilerde bulmak mümkündür. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nin bir “hatıra” olarak yazılması[15] bu türün kaynağı olarak hatıra fikrinin zamanla öne çıktığını gösterir.

Dolayısıyla seyahatnâmelerin kaynağı olması itibariyle ona en yakın türlerden birisi hâtıralardır, diyebililiriz. Babür’ün Hatıratı’nın bazı araştırmacılar tarafından seyahatnâmeler arasında değerlendirilmesi de bu karmaşık durumun bir başka yönüdür. Vekâyi (Bâbürnâme) bir hâtırat kitabı olmasına rağmen, çeşitli yolculuk intibalarını barındırması sebebiyle bir seyahat kitabı olarak değerlendirilmiştir.[16] Babürnâme bunun yanında biyografik malzemelerin bolca bulunduğu bir eserdir. Babür çok iyi bir silahşör, kudretli ve teşkilatçı bir devlet adamı, iyi bir şair ve nesir ustası olduğu kadar kelimenin tam mânâsıyla iyi bir seyyahtır. Hem maiyeti hem de kendi başına kat ettiği yollar, yaşadığı şehirler, insanlar, bitki ve hayvan türleri, mimari eserler, şehirler ve mekânlar hakkındaki intibalarını hatıralarında bir seyyah gibi vermektedir. Dolayısıyla Babür, seyahat konusunda ismi anılması gereken tarihî şahsiyetlerdendir.

Hâtıralar içinde gaza ve sefer gibi mevzuları konu alan eserler seyahatnâmelere oldukça yakındır. Bu sebeple Barbaros Hayreddin Paşa’nın gazalarını ve seferlerini konu alan Gazavât-ı Hayreddin Paşa seyahatnâmeler arasında değerlendirilir. Nicolas Vatin bu eseri bir “seyahat hikâyesi” olarak kabul eder.[17] Fakat şunu söyleyelim ki, bu eseri seyahatnâme olarak kabul etmek çok zordur. Kitapta, Barbaros’un Veziriazam İbrahim Paşa’yla Halep’te yaptığı görüşmeden sonra kara yoluyla İstanbul’a dönüş esnasında Konya, Bursa gibi şehirlerde gezip gördüğü yerleri, makamları anlatan satırları hâriç tutarsak seyahat intibalarına rastlamak oldukça güç görünmektedir. Bu hatıraların muhtevası hakkındaki şu başlıklar da bize eser hakkında yeterli bir fikir verebilmektedir: Barbaros’un önce ağabeyi Oruç Reis’le daha sonra kendisinin gerçekleştirdiği deniz seferleri ve korsanlığı, ailesi ve kardeşleri, memleketi Midilli, Cezayir, Tunus gibi yerlerde insanlara yapılan iyilikler, iki kardeşin İspanya, Gırnata, Sette Boğazı, İskenderiye, Trablus, Tunus, Preveze, Cerbe, Antalya gibi yerlerdeki faaliyetleri, Cezayir’in fethi, Osmanlı Devleti’yle münasebetleri, özellikle Akdeniz’de İspanya, Venedik ve Papa kuvvetleriyle mücadeleleri. Buradan da anlaşılıyor ki, eser bir yolculuk kitabı olmaktan uzaktır. Ancak bu eserin; Barbaros Hayreddin Paşa’nın kardeşleri ve askerleriyle birlikte Akdeniz’de korsanlarla yaptığı mücadeleleri, savaşları, seferleri konu alan bir gazâvatnâme veya hatıra olduğunu söylemek daha doğru gözüküyor.

Barbaros’un hatıraları Kanûnî’nin isteği üzerine, bizzat Hayeddin Paşa’nın Seyyid Murâdî’ye yazdırdıklarıyla ve yine Murâdî’nin başka denizcilerden dinledikleriyle kaleme alınmıştır. Kanûnî’nin Barbaros’tan şu sözlerle yaşadıklarını yazmasını istemesi de eserin bir hatıra olduğuna işaret eder: “Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp, cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul taifesinden mi, sâirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise, baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerek nesirle, yazıp bir kitap düzüp buraya gönderin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazine-i Âmire’mde bulunsun!”[18]

Seyahatnâmelerin ilgili olduğu sahaların başında coğrafya gelir. 16. asır seyyahlarından Trabzonlu Âşık Mehmed bin Ömer’in kaleme aldığı Menazirü’l-Avâlim hem seyahatnâmelere hem de coğrafya kaynaklarına yakınlık göstermesi bakımından konuya örnek teşkil eder. Âşık Mehmed yeni memleketler görmek üzere yirmi beş yıl süren bir yolculuğa çıkmıştır. Seyahatine başladığı 1576 yılında yirmi yaşındadır. O bu yolculuğu esnasında Karadeniz kıyıları, Hazar Denizi civarı, Kırım, Macaristan, Şam ve Kahire civarında seyahat etmiştir. Seyahatnâmesi Şam’da yazılmıştır. Bu seyahatnâmede seyyah, daha önce yazılmış kaynaklardan istifade ettiği gibi güvenilir kişilerden duyduklarını ve gözlemlerini de nakletmiştir. Âşık Mehmed, seyahatinde belli yerleri kendine merkez edinerek yerleşim yerlerinin civarında çeşitli incelemelerde bulunmuştur. Bu seyahatlerinde gittiği bazı yerlerde bir yıldan fazla kalmıştır. Buradan anlaşıldığına göre o, kaldığı yerlerde bazı vazifelerde ve memuriyetlerde bulunmuştur. Mahmut Ak, Menâzirü’l-Avâlim hakkında “ilk ciddi ve sistemli seyahatnâme” diyerek eserin önemine dikkat çeker.[19]

Bazı araştırmacılar tarafından seyahatnâme olarak kabul edilen türlerden biri de esâretnâmelerdir. Burada örnek olması bakımından ve mevzuyu biraz açmak üzere Temeşvarlı Osman Ağa’nın esâret hatıraları üzerinden gitmek istiyoruz. Yolculuk intibaları bulunsa da eseri bir seyahat kitabı olarak kabul etmek zordur. Nitekim eserin merkezinde Osman Ağa’nın esaret hayatı yer alır. Osman Ağa bazen diğer Avrupa şehirlerine gitmiş ve bunları hatıralarında anlatmıştır. Onun esaretten kaçış suretiyle kurtuluşu esaretnâme veya sergüzeştnâme türünden maceralarla doludur. Anlatılanlar hep esaret konusunun etrafında döner. Bu bakımdan eser, bir hatıra olarak okunabileceği gibi bir otobiyografi olarak da ele alınabilir. Bu eser, Osman Ağa’nın 1688-1700 yılları arasında yaşadığı esirlik hayatını anlatır. Bu yönüyle Macuncuzâde Kadı Mustafa Efendi’nin Sergüzeştnâme-i Esîr-i Malta adlı eserine yakınlık gösterir. Osman Ağa eserinde meramını bir yerde “serimizden güzâr iden ahvâl ve serencâmın bir mikdârın hikâyet tarikiyle nakl itmeği murâd eyledik” diyerek ifade eder.[20]

Seyahat konusunda pek dikkat çekmeyen eserlerden birisi Gelibolulu Âli’ye aittir. Yolculuk intibaları eserde pek yer almadığı halde yer yer seyahatnâme özelliği gösteren Gelibolulu Âlî’nin Hâlâtü’l-Kahire Mine’l-Âdâti’z-Zâhire isimli eseri Kahire’nin insanlarını, gelenek ve göreneklerini, âdetlerini, düğünlerini, Mısır’ın fethini, yönetimini ve yöneticilerini, mimarisini, günlük yaşamını, asker sınıfını, kölelerini, Nil Nehri’ni, Mısır hacılarını konu almaktadır. Gelibolulu Mustafa Âlî Mısır’da iki kere bulunmuştur. Eserini 16. yy.’ın sonlarında kaleme almıştır. O, bu eserinde kendi zaviyesinden Kahire’yi anlatmak isteyen bir yazardır. Âlî’nin şu sözleri Mısır hakkındaki intibalarını ifade etmektedir: “Mısır ülkesi özge bir vilâyettir, kimi binmekte, kimi inmekte; kimisi de durmadan çalıp çağırmakta; kimisi kulak verip işitmekte; niceleri tekke köşesinde oturmakta; ömrü ibadetle, zühd ile geçirmekte; ama kimisi de harâbâta düşüp gece-gündüz şarabını içmekte.”[21]

Seyahatnâmelere yakın duran kaynaklardan diğeri coğrafya ve denizcilikle ilgili eserlerdir. Bunlardan Kitâb-ı Bahriye, seyahatnâmeler arasında değerlendirilen kaynaklardan birisidir. Orhan Şâik Gökyay, bu eseri “eksiksiz bir Akdeniz seyahatnamesi”[22] sayar. Kitâb-ı Bahriye ağırlıklı olarak bir denizcilik ve coğrafya kitabıdır. Ancak içinde seyahat intibaları arasında sayılabilecek yerler de vardır. Mesela manzum bölümde anlatılan Habeşistan, bir seyahatnâme örneği teşkil etmektedir. Pîrî Reis, kitabında bazı memleketler hakkında duyduklarını da değerlendirir. Mesela Çin Denizi münasebetiyle anlatılanlar bir bakıma seyahat intibalarıdır. Burada Çinlilerin konuşma tarzları, selamları, inançları, savaş araç gereçleri, giyim kuşamları anlatılır. Pîrî Reis, Hind Denizi münasebetiyle Hindistan’dan da bahseder. Bunların yanı sıra eserin özellikle sahil şehirleri ve adalar hakkında önemli bilgiler ihtiva ettiğini söyleyebiliriz.

Seyahatnâmelerle birlikte değerlendirilen türlerden bir diğeri sergüzeştnâmelerdir. Sergüzeştnâmeler burada söz konusu edilen türler içinde seyahatnâmelere en yakın olanlardan birisidir. Bu sebeple onları, Osmanlı seyahatnâmelerinin bir türü olarak değerlendiren araştırmacılar vardır.[23] Bunlar aslında olayın merkeze alındığı eserlerdir. Olaylar, metnin merkezine yerleştirilmiştir. Burada sergüzeştnâmelerle ilgili muhtevayı biraz daha göz önüne sermek için birkaç örnek üzerinden gideceğiz. Bunlardan ilki 15. yy. şairlerinden Cemalî’ye ait Der-Beyan-ı Meşakkat-i Sefer ü Zaruret ü Mülazemet’tir. Yetmiş üç beyitlik bu eser, Fatih Sultan Mehmed’in Aranavutluk seferine katılan Cemâlî’nin sefer intibalarını söz konusu etmektedir. Şair çıktığı bu seferden pek hoşnut kalmamıştır:

Kişi varıcag Arnavud iline

Sanki müslim düşer cühûd eline

Taglarında safâ vü râhat yok

Derelerinde cevr ü cefâ çok

Suyı bî-lezzet ü hevâsı vahîm

Manzarı mühmel ü azâbı elîm

Düz yire yokdur anda hiç vücûd

Tagdur taşdur cem’î hudûd

Ben umardım ki ola azum çok

Bu ‘acebdür ki oldı varum yok

Görmemişdir cihanda ehl-i sefer

Bî-safâlıkda ol yire benzer[24]

Cemâlî manzumenin devamında yaşadığı zorlukları anlatmaya devam eder ve kendisini bu seferin sıkıntılarından kurtardığı için Allah’a şükreder.

Söz konusu edeceğimiz bir diğer sergüzeştnâme Bursalı İsmail Belîğ’in “Sergüzeştnâme-i Fakir Be-Azîmet-i Tokat” başlıklı mesnevisidir. Mesnevi 149 beyitten oluşur. Muhtevası şöyledir: Belîğ’in Tokat yolculuğunun zorlukları, kadı olarak tayin edilişi ve azli, geçim sıkıntısı, Tokatlıların gidişte ve dönüşte kendisine muamelesi… Şair, bu yolculuğun sebebini başta şöyle ifade eder:

Bursa şehrinde iken âzâde

Bir sefer düşdi dil-i nâ-şâde

Destine aldı felâhum devrân

Atdı bir semte çü seng-i yaban

Sekenimden nola oldumsa cudâ

Sefer itmezse hatâ misk-i Hıtâ                                 

Sanki bir nâme-i rağbet-üslûb

Geldi ol demde bana bir mektûb

Keşf-i mazmûnı beni ol sâ’at

Eylemiş şehr-i Tokat’a da’vet

Re’y-i encâma ararken bir pul

‘Azm-i râh itmeği gördüm ma’kûl[25]

Belîğ, Bursa’da yaşarken Tokat’a kadı olarak tayin edilir. Sonrasında zorlu bir yolculuk başlar. Belîğ, yolculuğunu genelde deniz yoluyla gerçekleştirmiş ve havanın iyi gitmemesi yüzünden Ünye’ye varana kadar zorlu bir yolculuk yapmıştır. Kendi ifadesine göre fikirleri yolculukta ona yol arkadaşı olmuştur. Gerçi İstanbul’a kadar “bir mâlik-i deryâ” dediği ve beraber geldiği biri olmuştur. Fakat o arkadaşıyla yolculuğu ancak üç gün sürmüştür. Belîğ, nihayet Tokat’a varmıştır. Fakat kendisinin Tokat’ta çok da rahat ettiği söylenemez. Şöyle der:

Haberim yok ki zamân âhir imiş

‘Azmimün ‘avdeti de hâzır imiş

Ona bu gam mansıbından nasip ancak bir iki kese elem olmuştur. Başlangıçta Tokat’ta hürmet gören Belîğ, birkaç art niyetlinin bir mektup getirmesiyle işlerin kötüye gitmeye başladığını söyler. Önceden ona hürmet edenler bu defa düşmanlık göstermeye başlar. Hatta azlinden sonra elinde nesi var nesi yok alırlar.

Seyahatnâmeler arasında değerlendirilen sergüzeştnâmelerden diğeri, Mâcuncuzâde Mustafa Efendi’nin “Bâz Keşt-i Hakîrî-i Malta Ser-güzeşt-i Esîrî-i Malta” isimli eseridir. Eser, 1597-1599 yılları arasını konu alır. Mâcuncuzâde, Kıbrıs’ın Baf kazasına kadı olarak tayin edilmişken bulunduğu gemi Malta korsanlarının saldırısına uğrar ve esir düşer. Cemil Çiftçi’nin de dediği gibi bu eser, Osmanlılar döneminde yazılan ilk esaret hatırasıdır. Bu eserden önce esaret hayatı yaşayan eli kalem tutan şair ve âlimler elbette bulunmuştur. Bunlardan Bursalı Esîrî’nin bir sergüzeştnâme yazdığı söyleniyorsa da eser bulunamadığından Mâcuncuzâde’nin eseri ilk olma özelliğini hâlâ korumaktadır.[26] Bu eser için sergüzeştnâme adıyla kaleme alınmış bir esâretnâme veya hatıra denebilir. Çünkü Mâcuncuzâde hâlinden sürekli şikâyet etmekte ve kendisini arkadaşlarıyla beraber bu esaretten kurtarması için gece gündüz Allah’a dua etmektedir:

Bir alay mazlumlar kaldık esiriz Malta’da

Gice gündüz padişahım kârımız âh u figan

Bendenizden gayrı üç kadı dahi mahbusdur

Hak rızasıyçün halas it bend-i küffardan heman

diyen birinin yazdıklarını seyahatnâme olarak kabul etmek herhalde zordur.

Yukarıda isimleri verilen türlerin yanında seyahatnâmelerin eski edebiyatımızın şehrengizlerine yakın özellikleri vardır. Seyahate çıkan kişi gittiği şehrin tarihi, ekonomisi, nüfus özellikleri, dinî hayatı ve yönetimi ile yakından ilgilenir. Şehrengizler aslında bir şehrin güzellerini anlatan eserlerdir. Öyleyse bu iki türün buluştuğu noktaları, şehri merkeze alarak insan ve tabiat olarak ifade edebiliriz.

Osmanlı Devleti’nde seyahatnâme olarak değerlendirilmesi güç olsa bile bu konuya yaklaşan rûznâme, menzilnâme gibi eserler de zaman zaman seyahat intibaları ve yolculukların mahiyetini bildirmeleri bakımından burada zikredilmelidir. Özellikle menâzil-i hac türündeki eserler, seyahati kolay kılan muhtevalarıyla dikkat çekmişlerdir. 16. yy.’dan başlayarak yazılmaya başlanan bu eserler daha sonraları zengin bir seyahat litaretürünün doğmasını sağlamıştır.[27]

Seyahatnâmelerin ilgi hâlinde bulunduğu türlerden biri de romanlardır. Batıda yazılan ve seyahat konusu etrafında işlenen romanların bir yansıması olarak görebileceğimiz bu tür eserlerin örneklerine Ahmed Midhat Efendi’den itibaren bazı yazarlarımızda rastlıyoruz. Onun Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Paris’te Bir Türk vb. romanlarıda kahramanlar sıkça seyahat ettirilmektedir. Ahmed Midhat Efendi kendi ifadesiyle roman kahramanlarına adeta “seyahât-i fikriyye” ettirmektedir.[28] O, bir romanının önsözünde şöyle der:

“Seyahat-i fikriyyemiz payitahta da münhasır kalmadı. Zaman oldu ki sevgili karilerimi vilâyât-ı şahânede de dolaştırdım. Hudûd-ı mukaddese-i Osmaniyyemizin hâricine bile çıkarttım. (…) Kâh Süleyman Muslî’ye terfikan karilerimizi Mezopotamya çöllerinde, Filistin vâdîlerinde gezdirip İstanbul’un Rûm-ı Şarkî âlemlerinde bulundurdum. Kâh Hüseyin Fellah ile beraber Cezayir dayıları içine saldırıp kâh oldu ki Hasan Mellah’ın seyahat-i berriye ve bahriyesine refik ederek Akdeniz’in gerek derûnunda ve gerek sevâhilinde cevelanlar ettirdim. Kâh seyahat meftunu bir Suphi Bey refakatiyle memâlik-i şimâliyyeye kadar gönderip acâyib-i âlemi nazar-ı hikmetine arz eyledim.”[29]

Aynı husus, Avrupa’da Bir Cevelan adlı gezi kitabının mukaddimesinde de ifade edilir. Rikalda, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Paris’te Bir Türk, Acaib-i Âlem gibi romanlarda yazar, okuyucularını bir “seyahat-i fikriyye”ye çıkardığını ifade etmektedir. Ahmed Midhat Efendi’nin bu tercihi çok bilinçlice yapılmıştır ve bu, kültürümüzde eksik olduğunu düşündüğü bir kavrama onun atfettiği önemi gösterir. Yine yazara göre, Avrupa’da Bir Cevelan ise onun bu konudaki tasavvurlarının hayalden hakikate geçişidir.[30]

İkbal Kural, seyahatin Ahmed Midhat’ın romanlarında üç şekilde yer aldığını söyler: Bunlardan birincisi merkezinde seyahatin yer aldığı eserler. Bunlara örnek olarak Paris’te Bir Türk, Acâyib-i Âlem, Ahmet Metin ve Şirzat romanları gösterilebilir. İkincisi seyahatin kaçış ve takip gibi çeşitli sebeplerle yer aldığı romanlar. Hasan Mellah, Süleyman Muslî ve Hayret gibi romanlar bu grupta sayılır. Üçüncüsü ise okuyucuya zihnî bir seyahatin yaptırıldığı eserler. Rikalda Yahut Amerika’da Vahşet Âlemi ve Bir Acibe-i Saydiye gibi eserler bu grupta değerlendirilebilir.[31]

Romanlarında işlediği seyahat konusunun yanında onun Avrupa’da Bir Cevelan isimli gezi kitabını seyahat edebiyatımızın önemli eserleri arasında sayabiliriz. Carter V. Findley’in de dediği gibi onun Avrupa yolculuğu hayâlî olmaktan hakikate bir intikaldir. Ahmed Midhat, bu seyahatinin öneminin farkındadır ve bir seyyahtan bekleneni yani eserinde ağırlıklı olarak kendi gözlemlerine yer vereceğini ifade eder: “Zaten bu seyahatnâmede kendi müşâhedâtımdan mâada ahvalden bahs etmemek kararındayım. Eğer seyahat rehberlerinden istidlal edilebilecek olan malûmatı nakleyleyecek olsam seyahatnâmemin daha cemiyetli ve tafsilli olabileceği derkâr ise de bence bu kitap bir yadigâr-ı seyahat olduğundan kendi müşâhedât ve ihtisasâtımdan başka şeyler câmi olmasını gönlüm tecviz etmemektedir.”[32]

Buraya kadar üzerinde durduğumuz tür ve eserlerin çeşitliliği, seyahatnâmelerin zengin muhteva ve üslup özelliklerinin de sebebidir. Bazı eserler, seyahatnâmelere yakın özellikler göstermekle beraber diğer türler için de zengin malzemeler ihtiva eder. Fakat burada en çok dikkat çeken konulardan birisi bu türün tarihle kurduğu bağdır. Dolayısıyla burada seyahatnâmelerin saha bakımından tarihle olan kuvvetli bağına temas etmeden geçemeyiz. Nitekim bazı araştırmacılar tarafından seyahatnâmeler, edebiyatın olduğu kadar tarihin de ana kaynakları arasında görülür.

Bir Osmanlı tarihçisi, eserini yazarken bazen seyahat intibalarına başvurur. Eserini yazmak için uzun seyahatlere çıkan tarihçiler vardır. Kemalpaşazâde ve Gelibolulu Mustafa Âli burada zikredilebilir. Bu tarihçilerin eserlerinde bazen seyahat intibaları denilebilecek bilgilere tesadüf edilir.[33]

Bir tarihçinin penceresinden baktığımızda seyahatnâmeleri tarihe yaklaştıran başka birçok sebep vardır. Bu yüzden tarihçilerin en çok başvurdukları kaynakların başında seyahatnâmeler gelir. Bu özellikle eski Şark toplumlarında böyledir. Fuad Köprülü bunu “Eski Şark ilim âleminde, uzak ve meçhûl memleketlere ait acîb ve garîb seyahatnâmelere büyük bir kıymet verilir; her müverrih eserine fazla bir çâşnî vermek için bu tarz garâibi derhâl kitabına naklden çekinmezdi”[34]sözleriyle ifade eder. Köprülü, Hıtay Sefâretnâmesi münasebetiyle yazdığı tenkit yazısının devamında eserin Osmanlı tarihçilerinin gözünden kaçmadığını, Kâtip Çelebi’nin Cihânnümâsının “Hıtay” faslında bu eserle Ali Ekber’in Kânûnnâme-i Çin ü Hıtâsına başvurduğunu söyler.

Seyahatin tarihle kurduğu bağın zayıflaması veya kuvvetlenmesi, yazarın bu sahadaki bilgisiyle ilgilidir. Seyyah, gittiği şehrin tarihini ele aldıkça yazdıkları, bu tür eserlere daha çok yaklaşacaktır. Bu bakımdan seyahatnâmeleri, sosyal tarih ve düşünce tarihi yazımında birincil kaynaklar arasında kabul eden araştırmacılara hak vermek gerekir. Ayrıca bu eserler tarihsel sosyoloji çalışmalarında belgelerin sustuğu yerlerde sosyal bilimcilerin araştırmalarına önemli katkılar sağlar.[35]

Dipnotlar

[1] Burada Türkçe yazılan seyahatnâmelere geçmeden önce yabancı dillerde yazılan, ancak Türkler için çok önemli olan bazı kaynakların bulunduğunu da ifade etmeliyiz. Özellikle Avrupalı seyyahların, esir askerlerin, tüccarların kaleme aldığı seyahat ve hatıra türünden eserlerin değeri büyüktür. Bir yabancı gözüyle göçebe veya yerleşik hayat yaşayan Türklerin kültürü, yaşayış ve giyiniş tarzları, fiziki özellikleri, konuşmaları, diğer milletlerle temasları gibi hususlar bu eserlerde rahatlıkla izlenenilir ve bize değerli malzemeler sunabilir. Bunlardan birisi, Henri de Couliboeuf de Blocqueville’in Türkçeye “Türkmenler Arasında” ismiyle tercüme edilen eseridir. Bu eserde, De Bolocqueville, İran ve Türkistan bölgelerinde yaptığı seyahatlerle birlikte İran ordusunun Türkmenler üzerine 1860 yılı civarında yaptığı seferi, esir düştüğü bu savaşta Teke Türkmenlerinin arasına götürülüşünü, Türkmenlerin yaşayış tarzını ele alır. Daha fazla bilgi için bkz.: Henri de Couliboeuf de Blocqueville, Türkmenler Arasında, Çeviren: Rıza Akdemir, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.

[2] Kasım Şulul, İbn Haldun’a Göre İslâm Medeniyeti, İnsan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2013, s. 394.

[3] Rıdvan Canım, Divan Edebiyatında Türler, Grafiker Yayınları, Ankara 2010, s. 249.

[4] Kasım Şulul, İbn Haldun’a Göre İslâm Medeniyeti, İnsan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2013, s. 394-396.

[5] Rıdvan Canım, Divan Edebiyatında Türler, Grafiker Yayınları, Ankara 2010, s. 249-250.

[6] Bilgin Aydın, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Seyahatnâmeleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi / The Journal of Ottoman Studies, XL (2012), 436.

[7] Geniş bilgi için bkz.: Bâki Asiltürk, “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnâmeler”, Turkish Studies, Volume 4 / 1-I Winter 2009, s. 914; Süleymaniye-Aşir Ef. Ktb., nr. 249 ve Ayasofya Ktb., nr. 3188’den naklen Mahmut Ak, Osmanlı’nın Gezginleri, 3F Yayınları, İstanbul 2006, s. 25-28; Orhan Şaik Gökyay, “Türkçede Gezi Kitapları”, Türk Dili Dergisi Gezi Özel Sayısı, S. 258, 1 Mart 1973, s. 459; Zeki Velidi Togan, “Ali Ekber” İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 318-319; Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul, Enderun Kitabevi, İstanbul 1985, s. 249; Bilgin Aydın, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Seyahatnâmeleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, XL, (2012), s. 440; Ahmet Taşağıl, “Ali Ekber” Maddesi, TDVİA, s. 404-405; Ahmet Taşağıl, “Hıtâynâme”, TDVİA, C. 17, s. 404-405; Cevdet Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, Maarif Basımevi, İstanbul 1959, s. 17.

[8] Metin Kayahan Özgül, “Demir Asâ Demir Çarık…” Hece Dergisi Gezi Özel Sayısı, Yıl: 15, Sayı: 174/175/176, Haziran/Temmuz/Ağustos 2011, s. 10.

[9] Nakleden: Metin Kayahan Özgül, a. g. m., s. 11.

[10] Cevdet Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, Maarif Basımevi, İstanbul 1959, s. 2.

[11] Hasan Akay, Yeni Türk Edebiyatının Kurucularından Cenab Şahabeddin, 3F Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2007, s. 41. Cenâb Şehâbeddin bu eserinde zaman zaman seyahatle ilgili ilgi çekici fikirler ve görüşler ileri sürer. Onlardan biri şöyledir: “Bir seyahatten ciddi bir fayda melhuz olmadığı zaman lakaydî-i ruhtan iyi bir hem-rah olamaz; öyle seyahatlere çıkanlar göğüslerinin bir tarafına dürbün çantalarını asarken kalblerinden bütün kuyud-ı tarafgiraneyi çıkarıp bırakmalı. Sahrada, denizde, hayal ve istiğraka müsait yerlerde fikri kalenderane bir laubalilikle bir mestî-i hissi içinde terk etmek lazım geldiği gibi bütün görülmemiş, yeni şeylerle meşhun bir şehirde de refik-i tarik bir rindî-i felsefîden başka bir şey olmamak iktiza ediyor.” Cenâb Şehâbeddin, Hac Yolunda, Yayına Haz.: Dr. Belkıs Gürsoy, Ecdâd Yayınları, Ankara 1995, s. 84.

[12] Bâki Asiltürk, “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnâmeler”, Turkish Studies, Volume 4 / 1-I Winter 2009, s. 965.

[13] Bu araştırmacılardan biri olan Bâki Asiltürk’ün değerlendirmeleri için bkz. Bâki Asiltürk, Türk Edebiyatında Avrupa Seyahatleri (1839-1923), Marmara Ünversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 1997, s. 1 vd.

[14] Bâkî Asiltürk, a. g. t, s. 1.

[15] Nuran Tezcan, “Seyahatnâme”, TDVİA, Yıl: 2009, c. 37, s. 16-19.

[16] Bu değerlendirmelerden biri için bkz.: Bâki Asiltürk, “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnâmeler”, Turkish Stuies, Volume 4 / 1-I Winter 2009, s. 916-917.

[17] Nicolas Vatin, “Bir Osmanlı Türkü Yaptığı Seyahati Niçin Anlatırdı”, çev. Işık Ergüden, Cogito, 19 (1999), s. 163.

[18] Ertuğrul Düzdağ (Baskıya Haz.), Barbaros Hayeddin Paşanın Hatıraları Gazavât-ı Hayeddin Paşa, Birinci Cilt, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yer ve Tarih Yok), s. 54. Gazâvât-ı Hayreddin Paşa ve Mir’âtü’l-Memâlik gibi eserlerin yazılış gayesi Metin Kayahan Özgül tarafından “bir seyahat-nâme oluşturmaktan çok, devlete resmî rapor verme isteği” şeklinde ifade edilir. Bkz.: Metin Kayahan Özgül, “Demir Asâ Demir Çarık…” Hece Dergisi Gezi Özel Sayısı, Yıl: 15, Sayı: 174/175/176, Haziran/Temmuz/Ağustos 2011, s. 22.

[19] Geniş bilgi için bkz.: Mahmut Ak, Âşık Mehmed-Menâzirü’l-Avâlim III Cilt, TTK Yayınları, Ankara 2007; Mahmut Ak, Âşık Mehmed ve Menâzirü’l-Avâlim’i, İ.Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990; Mahmut Ak, Osmanlı’nın Gezginleri, 3F Yayınları, İstanbul 2006, s. 75-82.

[20] Harun Tolasa, Kendi Kalemiyle Temeşvarlı Osman Ağa Bir Osmanlı Türk Sipahisi ve Esirlik Hayatı, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004, s. 37.

[21] Gelibolulu Mustafa Âlî, Hâlâtü’l-Kahire Mine’l-Âdâti’z-Zâhire, Sadeleştiren: Orhan Şaik Gökyay, Ankara 1984, s. 38-39.

[22] Orhan Şaik Gökyay, “Türkçede Gezi Kitapları”, Türk Dili Dergisi Gezi Özel Sayısı, S. 258, 1 Mart 1973, s. 458.

[23] Bilgin Aydın, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Seyahatnâmeleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Osmanlı Araştırmaları / The Journal of Ottoman Studies,XL (2012), s. 448. Daha geniş bilgi için bkz. Haluk Gökalp, Eski Türk Edebiyatında Manzum Sergüzeştnâmeler, Kitabevi Yayınları, İstanbul.

[24] Osman Horata, XV. Yüzyıl Şairlerinden Cemalî’nin Hayatı ve Eserleri, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 8, Yıl 1991, S. 1, 2, s. 79.

[25] Abdülkerim Abdülkadiroğlu, “Sergüzeştnâme-i Fakir Be-Azîmet-i Tokat”, Kültür Dünyamızdan Esintiler, Ankara 1997, s. 208.

[26] Mâcuncuzâde Mustafa Efendi, Malta Esirleri Ser-Güzeşt-i Esîrî-i Malta, Haz.: Cemil Çiftçi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1996, s. 14.

[27] Bilgin Aydın, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Seyahatnâmeleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Osmanlı Araştırmaları / The Journal of Ottoman Studies,XL (2012), s. 450.

[28] Carter V. Findley, Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, Çev.: Ayşen Anadol, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 12.

[29] İkbak Kural, Türk Romanının Doğuşunda Roman ve Seyahat, Hece Dergisi Gezi Özel Sayısı, Yıl: 15, Sayı: 174/175/176, Haziran/Temmuz/Ağustos 2011, s. 192.

[30] Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan, Haz.: N. Arzu Pala, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015, s. 18.

[31] İkbal Kural, a. g. m., s. 194.

[32] Carter V. Findley, a. g. e., s. 13.

[33] Mahmut Ak, Osmanlı’nın Gezginleri, 3F Yayınları, İstanbul 2006, s. 14.

[34] Fuad Köprülü, “Kitabiyyat Tenkitleri”, Gıyaseddin Nakkaş, Hıtay Sefaretnamesi, Haz.: Belkıs Mutlu, TTK Yayınları, Ankara 2013, s. 32.

[35] İbrahim Şirin, “Seyahatnâmelerin Sosyo-Ekonomik, Sosyo-Kültür ve Düşünce Tarihi Yazımında Yeri ve Önemi”, Geçmişten Günümüze Seyahatler ve Seyahatnâmeler, Editör: Mehmet Ali Beyhan, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2013, s. 185.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen