Taziye mi? Dayatma mı? 

Bugünlerde içimizi kasıp kavuran eşi benzeri görülmemiş yer sarsıntısı felaketini hep birlikte yaşadık, yaşamaktayız. On üç buçuk milyon depremzedemiz var, sınırlarımız içerisinde. Düşünebiliyor musunuz 40 binin üstünde vatan ve ülküdaşımız şehit oldu, binlercesi yaralandı, binlercesi evsiz barksız kaldı. Bu haliyle bile Cumhuriyet tarihimizde 1939 Erzincan Depremindeki 33 bin rakamını geçmiş durumdadır. Bütün bunlar şimdilik milyonlarca ton enkaz altında kalan depremin görünen yüzü. Şimdi sormak lazım değil mi? Ne acının ne de acıyı dindirmek için yaşadığımız çaresizliğin tarifini? Tek kelimeyle söyleyelim, “Yok”, gerçekten de yok. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre depremden etkilenen insan sayısı 26 milyon. Bunun 11 milyonu da Suriye’de, deprem sınırımızın altında da canlar alıyor, canlar yakıyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) yetkilisi Sivanka Dhanapala’ya göre Suriye’de 5 milyon 370 bin kişinin acil barınma yardımına ihtiyacını önemle vurguluyor. (1) Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti bu durumu da değerlendirmeli ve Osmanlı bakiyesi halklarını da birinci öncelikle düşünmelidir.

Deprem husumet, düşmanlık barındıran fay hatlarını kırması gerekmiyor mu? Her şeyi bir tarafa koyalım, gerçekten de husumet, düşmanlık barındıran fay hatlarını kırabildi mi, ya da kırabilir mi? İzlediğimiz kadarıyla öncelikle, insanoğlunun psikolojik fay hatlarını kırdığı açık seçik ortada. Ya uluslararası, devletlerarası ilişkilerde? Hiç düşünmeden cevap verelim, Kuşkusuz onları da kırması gerekir. Ama gelin görün ki hiç de öyle olmuyor. Onlar deprem sonrası Türkiye’nin kırılganlığının arttırdığını, yumuşak karnının açığa çıktığını düşünmektedirler. Onlara göre meydana gelen bu zafiyet ve duyarlılıkları istismar etmek ancak şeytanın aklına gelebilir ama bu durum ister örtülü isterse yarı açık bir biçimde yapılsın aşikâr olduğu da ortada. Etraflıca düşünelim diye dayatmaları şöylece özetlemek mümkün. Depremin yıkıcı koşulları altında bir nevi örtülü veya yarı açık aba altından sopa değil, beyzbol sopası göstermeler, yaptırımlar, siyasi-ekonomik-diplomatik tecrit ve komplolar. Yok canım bütün bunlar böyle bir zamanda olur mu? diye sormayın. Peşinen, iyimser bir hükümle olmaz öyle şerh koyup hüsnüniyet gösterisi yapmaya da kalkmayalım. Görüyoruz, oluyor ve de yaşanıyor. Örnek mi istiyorsunuz deprem sonrası Türkiye ve Suriye’nin durumu. Türkiye’ye uygulanan CAATSA, Suriye’ye uygulanan Sezar Yasası. Bahsi gelmişken söyleyelim, yaptırımlar bir tek Suriye arazisinin üçte birini zorla dayatma ile elinde tutan ‘Suriye PeKaKası’na uygulanmıyor, Biden Yönetimi marifetiyle.  Türkiye ve daha çok da Suriye’de Şam rejimine doğrudan ve dolaylı yardım sağlayan kişi ve kuruluşları tehdit ediyor, tehdit edilmekle kalınmıyor, yaptırımlar da uygulanıyor, mesela ticarî yaşamdan dışlanıyorlar. Bunun anlamı da fazlaca uzağa gitmeye gerek yok, bir nevi ticarî savaş icra ediliyor ve yok ediliyorlar. Yaptırımlar o kadar büyük ve etkili ki, Suriye’nin belini doğrultmasına, yeniden inşa sürecini başlatmasına ve iktisadî-siyasî normalleşmesine izin verilmiyor. Hayati olan hiçbir şey yenilenemiyor. Suriye ilaç, tıbbi malzeme ve acil kurtarma ekipmanı temin edemiyor. Bu durum deprem öncesi de zaten çekilmezdi, çekilmez hale gelen mevcut tabloya depremin eklenmesi de işin cabası. Uluslararası destek olmadan Suriye bu yıkımın altından kalkamayacağı açık. Suriye’nin BM Daimî Temsilcisi Bessam Sabbag’a göre yaptırımlar nedeniyle kargo şirketleri Suriye’ye uçak göndermeyi reddediyor. Gemiler limanlara yanaşamıyor. Şam rejimi de haklı olarak Batı’yı felâketi körüklemekle suçluyor. Artan tepkiler üzerine ABD Hazine Bakanlığı deprem yardımlarıyla ilgili işlemlere yönelik 180 günlük bir yaptırım muafiyeti için lisans yayımlandığını duyurmakla yetiniyor. Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad bunu “yanıltıcı bir hamle” olarak nitelemesi de bundan kaynaklanıyor. (1) 

Çok açık değil mi? İnsanî yardım diplomasisi düşmanlıkları eritmesi gerekir diye olumlu düşünüyorsunuz ama, laf ola beri gele. İsterseniz taziyeye gelenlerin taziye maskesi altında dayatmalarının örneklemelerine geçelim mi? Öncelikle birincisi, Türkiye’nin zayıflıklarını keşfe Dandias’ın gelişi, arkasından görev süresi 3 defa uzatılan 9 yıldan beri NATO Genel Sekreterlik görevini yürüten eski Norveç Başbakanı Stoltenberg, bugün de Başdayatmacı Blinken. Sırasıyla densizlikleri ile ünlü Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, Washington merkezli politikaların uygulayıcısı 2014 RF’nun Kırım’ı ilhak etmesinden hemen sonra göreve gelen  NATO Genel Sekreteri ve ABD Dışişleri Bakanı. Münih Güvenlik Konferansı sonrasında doğrudan deprem bölgesine geçecek olan ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın ziyareti sizce neyin göstergesi olabilir? Hiç düşünmeden yanıtlayalım, Türkiye’nin devlet ve halk olarak karşı koyma refleksinin kalıp kalmadığını yerinde saptamak için Türkiye’ye geldiklerini öncelikle söyleyelim. Sizce de öyle değil mi? Kısaca dayatma politikalarının uygulayıcılarının durumu bir de yerinde tespit etmek için ülkemize geldikleri aşikâr. Berlin’deki ABD’nin aparatı Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Türkiye’yi ve kardeş Macaristan’ı hedefleyen dayatma salvolarını da bu arada unutmamak lazım. Her iki ülkenin Temmuz ayında yapılacak bir sonraki NATO Zirvesi öncesinde İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylaması ve daha fazla gecikmeye meydan vermemesi çağrısını dayatma sözcüğünden başka bir sözcük ile ifade etmek mümkün müdür? Eğri oturup doğru konuşalım, sizce de “Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi, sırasında imzalanan üçlü mutabakat net kriterler içermektedir,” İsveç ve Finlandiya söz konusu kriterleri yerine getirmiştir. (?) denilenebilir mi? (2) İsteniliyor ki, hem de Stockholm Türkiye Büyükelçiliği karşısında doğrudan Türkiye Cumhuriyeti hedef alınarak, bir “İNSANLIK SUÇU” olan “KUR’AN-I KERİM’İN YAKILMASI” olayı unutulsun, görmezden gelinsin. Doğrudan bir nefret suçu olan Kur’an-ı Kerim’in yakılması, “sadece bu iki ülkenin NATO üyeliği bağlamında değerlendirmesi yanlıştır. Antisemitizm de insanlık suçudur, Hristiyan düşmanlığı da insanlık suçudur, İslam düşmanlığı da insanlık suçudur ve nefret suçudur. Bunları her ülkenin yorumuna göre değil, uluslararası normlara göre önlenmesi gerekmektedir. Bütün bunlara karşı Ankara’nın yanıtı gayet sade bir biçimde “istediğimiz somut adımları görmedik…” le bütünleşik ve bitişkendir. Hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Türkiye ve Macaristan henüz üçlü protokolü onaylamayan iki ülkedir, diğer 28 NATO ülkesi İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişini onaylamışlardır. Ancak unutmamak gerekir ki, Macaristan gibi bu konu da Türkiye’nin kararıdır. Bu konu NATO’nun kararı değil, Türkiye’nin, Kardeş Macaristan’ın özgürce hareket edebileceği bir karardır. Herkes imzalayabilir, imzalamakta özgürdür. Bu Ankara’nın Budapeşte’nin kararı. Türkiye’nin elinde iki üyelik protokolü ve üç seçeneği bulunmaktadır. Bunlardan birincisi NATO’nun şiddetle arzu ettiği seçenek Türkiye’nin iki protokolü birden imzalamasıdır. Bu seçenek de Türkiye’nin istemi son derece yalın ve basittir. DAİŞ gibi Suriye PeKaKasını, FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul edilmesi ve bunlara karşı yaptırım uygulanması. NATO ısrarla ve dayatmacı bir biçimde iki protokolün birlikte imzalanmasını istemektedir. İkinci seçenek ise sadece Finlandiya’nın girişine onay verilmesi. Finlandiya Parlamentosunun NATO’nun kurucu anlaşmalarını onaylamasının ardından Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto’nun ülkesinin kaderinin Türkiye’nin ellerinde olduğunu belirtmesi bu seçeneği güçlendirmektedir. Hatta o kadar ki başvurularını geri çekmek istemediklerini ve çekemeyeceklerini de söyleyen Fin Lider, Türkiye’nin İsveç yerine Finlandiya’yı onaylaması durumunda yollarına İsveç olmadan devam edeceklerini de belirtmektedir. Elde son bir seçenek kalıyor ki, İsveç’in Türkiye’yi ikna etmesi seçeneğidir. Deprem İsveç-Türkiye gerginliğini rafa kaldırmış olacak ki, İsveç geniş bir arama kurtarma ekibini deprem bölgesine yollamış ve depremzedeler için ayni yardımda da bulunmuştur. İsveç’in Türkiye ile yaşamış olduğu gerginliğe ve kamuoylarının Türkiye karşıtı atmosferine karşın siyasî ve ideolojik sorunlarını öteleyerek Türkiye’ye destek vermeleri gelecek için umut vaat etmektedir.    

Kıta Avrupa’sının lideri konumundaki Almanya tarihinin hiçbir evresinde bu kadar ABD’nin aparatı haline gelmemiştir. Peki Yunanistan’a ne demeli Deprem olduğu gün NAVTEX ilan eden Yunanistan’ın yardımını “Lahavle”çekerek kabul etmek, ancaksız, amasız ve fakatsız komşuluk ilişkileriyle ilintili ama Güney Kıbrıs Rum Kesiminin yardım kartını kullanmaya çalışması ise, doğrusu duyarlılıkları istismar etmekle doğru orantılıdır. Efendim Türkiye Rumları kabul etmedi, bu durum Rumların terslenmesiyle alakalı değil, anlayana. GKRK depremi kullanarak Türkiye tarafından hüsnükabul gördüğünü daha sonra kullanmak üzere dünya kamuoyuna göstermeye kalkışmıştır. Densiz Dendias’ın pişkin bir şekilde “İlişkileri düzeltmek için depreme mi gerek vardı” sözüne ne buyrulur. Bir kere şundan açıkça kaçınmamız gerekir, deprem oldu herkes tarihi emellerinden vaz geçti, hele ki Yunanistan ve GKRK. Neredeyse iyimser düşünmek bile abesle iştigaldir. Bütün bunlar sinsi bir planın bir parçası olabilir mi? Olabilme olasılığı oldukça yüksektir. Yani olabilir. Anımsanılacağı üzere 1999’daki Gölcük ve Atina depremlerinden sonra da benzer bir süreç yaşanmış, Kardak Krizinden sonra gerginleşen ilişkiler bir yumuşama (detanté) dönemine girmişti. Umulur ki, Yunan siyasiler tırnak içindeki bu açıklamalarını sözde bırakmazlar. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis Devlet televizyonu ERT’ye yaptığı açıklamada “Ben saldırgan söylem ve Türkiye tarafından gerginliğe rağmen bizi Türk halkından hiçbir şeyin ayıramayacağını hep söyledim.” ifadelerine “Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini yeniden tanımlaması halinde” (4) şerhini de özellikle koyması dikkat çekmiştir.  Ne yani Türkiye Batıya körü körüne biat mı? edecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin isteği açıktır, iki ülke arasındaki sorunlar bir bütün halinde makul ve adil bir biçimde çözümlenmesi mekanizmaları işletilebilmesidir. Ondan sonra çözüm kendiliğinden gelir. 

Bu arada unutmamak gerekir ki, Batının inşa sürecine katkıda bulunduğu doğumuzdaki yapay ulus devlet Ermenistan’ın Dışişleri Bakanı Ararat (Ağrı Dağı) Mirzoyan da Türkiye’ye gelerek destek gösterisinde bulunmuştur. Ermenistan ile İkinci Karabağ Savaşı sonrasında ağır aksak giden normalleşme süreci depremle birlikte 32 yıldan beri kapalı bulunan Alican Sınır kapısının da açılmasına olanak sağlamıştır.   

Bütün bunlardan sonra söylemek gerekir ki, yardım ve dayanışmada Batı sınıfta kalmıştır. Koskoca NATO Avrupa-Atlantik Afet Mukabele Eşgüdüm Merkezinin (EADRCC) Türkiye’ye yapılacak yardımlarda da göstermelikten, dostlar alışverişte olsunculuktan öteye gidememiştir. NATO Konseyi, ittifakın envanterinde bulunan kış koşullarına uygun konteyner ve çadırların ülkemize gönderilmesini kararlaştırmıştır. Dikkat buyurun bu yardım hibe değil, süreli ve geri iade edilmeli olduğunu özellikle belirtelim. 3 bine yakın kişiye barınma imkânı sağlayacak bu proje ilk etapta 6 ay hizmet verecek, ihtiyaç olursa daha da uzatılabilecektir, ama iade etmek koşuluyla. Koskoca NATO bin kişiye altı ay müddetle konteyner barınma sözü veriyor. Ne denilmesi gerekiyor? 

Doğu bu dayanışmada öyle eşitler arasında birinci değil, açık ara önde olmuştur. Çünkü, Doğu’nun geniş halk kesimleri misafirperverdir, insanî duyarlılıkları yüksektir, cömerttir, gönüllüdür, âlicenaptır, hatta bu konularda Batılılardan da Hristiyanlardan da üstündür. Öyle değil mi, sevgili okurlar? Dışişleri Bakanlığının verilerine göre, 101 ülke ve 16 uluslararası kuruluş yardım teklifinde bulunmuştur. Bunlardan 74’ü ilk günlerde hem yardım malzemesi hem de arama kurtarma ekiplerini göndermiştir. Bu ülkelerden gelen arama kurtarma personel sayısı 10 bin kişiyi geçmiştir. (3) Sonradan gelmiş olmasına karşın yıkıntılar arasından 70 insanımızı yeniden hayata döndüren Japonya Arama Kurtarma Ekibinin emeğine karşılık önceden gelmiş olmasına rağmen Yunanistan ekibi sadece 5 insanımızın kurtarılmasına katkıda bulunmuştur. Yine de Sağ olsunlar, ama doğu işi sıkı tutmuştur. Kadirşinas Türk milleti bu kara gününde yanında olanları asla unutmayacaktır. Alman Başbakanı Olaf Scholz bile “Gerçek dost kötü günde belli olur” vecizesini Türkçe olarak dillendirmiştir. Unutmamak gerekir ki bu felaket diplomasisi içerisinde kategorize edilirse tamamıyla dayanışma maskesi altında dayatmanın bir tür tezahürüdür. Çünkü Alman Şansölyesine biçilen rol ezberletilen “tirat” doğrudan doğruya iyi polisi oynamasıdır. 

Sonuç olarak, Ankara’yı deprem dalgaları üzerinden dayatma sistematiği çerçevesinde içeriden seçimle, dışarıdan ekonomi ve yaptırımlarla organize bir şekilde sıkıştırmak bir politika olmamalıdır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri dayatması sadece Ankara’dan değil Fizan’dan bile geri döner. Deprem felaketi yas evine gelenler için fırsat da bahşetmiştir. Ancak Batı’nın istedikleri konusunda netleşmesi gereklidir. Netleşilmediği sürece zaman bu olumlu havayı alıp götürür batı da bu geçen günlere sadece arkalarından bakmakla yetinmek zorunda kalır, haberiniz olsun. 

Öte yandan ortak acılar, kısa süre öncesine kadar gündemi işgal eden Türkiye-Suriye normalleşmesinin önünü açabildiği gibi, Ermenistan-Azerbaycan siyasi barışına kadar uzanabileceği de düşündürtmektedir. Sınır kapılarının koşulsuz açılması, hava köprüsü kurulması ve 12 yıldır biriken husumetleri arkada bırakılması uygulanacak olan eylem planının en önde gelen açılımıdır, sevgili okurlar. 

Dipnotlar:

(1) Fehim Taştekin, “Kötülük sınırın üstüne de altına da yetiyor”, Gazete Duvar, 13 Şubat 2023; https://www.gazeteduvar.com.tr/kotuluk-sinirin-ustune-de-altina-da-yetiyor-makale-1603256/ Erişim Tarihi 19.02.2023/

(2) Milat Dünya, “NATO’dan Türkiye’ye Genişleme Dayatması”, Milat Gazetesi, 16 ŞUBAT 2023, s. 7 

(3) Haydar Oruç, “Felaket diplomasisi”, Diriliş Postası Gazetesi, 18 Şubat 2023, s.7

(4) Yeni Birlik Güncel, “Atina Depremden Sonra İlişkilerde Yumuşama Bekliyor”, Yeni Birlik Gazetesi, 18 Şubat 2023, s.13

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen