Ana Dili Politikası

          Düşüncelerimizi, duygularımızı belirten işaretlere, geniş anlamıyla dil denir. Bu işaretler ya davranış olarak ya ses olarak ya da çizgi biçiminde olur. Ses imi gelişerek sözü, çizgi imi gelişerek yazıyı oluşturur. Sonunda söz-yazı birliği kurulmuştur. Sözleri yazı durumuna getiriyoruz, yazıları da sese çevirerek okuyoruz. Dil, toplu yaşamanın gerektirdiği en önemli olay ve bu yaşamının gerektirdiği en yararlı araçtır. Öğretim ve öğrenimin anahtarı, bilgi aktarmanın ve biriktirmenin temel sağlayıcısıdır. Dil olmasaydı elbette uygarlık olmazdı. Dilin, görevini gereği gibi yapabilmesi için, bir düzen içinde işlemesi gerekir. Bu düzenin de adı dil kurallarıdır. Dil kuralları, öğretim kurumlarında öğretilir ama düzenli ve sağlıklı yazılar yazabilmek için bu kuralları sadece bilmek yetmez. Uygulamalarla işlerlik ve canlılık kazandırmak gerekir. Yeterince eğitim alamamış insanların bazen çok iyi bir şekilde dil kurallarını uyguladıklarını görürüz. Bu durum elbette dil kuralları öğrenimini gereksiz kılmaz. Dil kuralları sadece öğrenim görerek değil bunun yanı sıra düzenli olarak yazıları okuyarak da olabilir.   [1]  

          Türklüğün 1920’lerde verdiği İkinci Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı ilk alfabe ile başlamıştır. Arap harfleri, iyi niyetle İslam’a duyulan sevgi dolayısıyla alınmıştır. Arap yazısı Arapça sessiz harflere dayanıyor, Türkçe ise sesli harflere dayandığından bu yazı ile yazılması onu boğuyordu. İslam dini kalıbı ve şekli değil; manayı, niyeti ve ifadeyi temel alır. İfadeyi ve manayı kolaylaştıracak olan her değişiklik İslam ruhuna uygundur. Arap harfleri yerine Türkçeye tıpatıp uyan yeni Türk harflerinin getirilişi İslam’ın hassasiyetine bir darbe vurup, Frenkçeye sarılmak için değil, Türk’ün ifadesini, ruhuna dönüşünü kuvvetlendirebilmesi için kabul edilmiştir. Türk dili kendini türetme yeteneğinde bir dil olma özelliğine sahiptir. Kök, takı, ses uyumları yapısı ile cebirsel bir yapı göstermektedir. Bugünün teknik uygarlığı boyuna yeni kavramlar getirirken Türkçe matematiksel yapısı ile bu kavramların karşılıklarını kendi derinliklerinden türetebilme gücünü göstermektedir. Türkçenin bu yeteneği göz ardı edilerek, özellikle Tanzimat’tan sonra, yeni teknik terimlerin türetilmesinde Arapça ve Farsça dilleri esas alınmıştır. Batı dilleri Grekçe ve Latinceyi esas almış olsalar bile onların aynı dil grubunda olmaları söz konusudur. Türkçenin ise Hami dil gruplarıyla arasındaki dikeylik bir Osmanlıca, Türkçe çatallaşmasına neden olmuştur. Atatürk dil devrimiyle; Osmanlıcayı yani Arapça ve Farsça türetim ilkesini kaldırmak, yeni kavram ve teknik terimler için Türkçeden Türkçeye türetim ilkesini koymak gibi iki önemli konuyu ele almıştır. Yeni kavram ve teknik terimler için Türkçeden Türkçeye türetmek ilkesini koymak için on yıl uğraşmıştır.

          Bugün Türkçe için yeni bir sorun ortaya çıkmıştır. Osmanlıcanın kalkmasıyla birlikte; İngilizceden ve Fransızcadan aktarma yoluyla pek çok kulak tırmalayıcı sözcük alınmıştır. Bilim ve tekniği bahane edip Batı sözcüklerinin kullanımı alışkanlık haline gelmiştir. Gazete ilanları, reklam levhaları ‘‘Fuel Oil’’ gibi ‘‘Flex’’ gibi ‘‘Non-Women’’ gibi imlası bile olmayan özentilerle doludur. Halbuki Fuel Oil yerine Yakıt Yağ sözcüğü kullanılabilir. 

          Türk dili bir bütündür, parçalanamaz. Türkçe, teknik dili, edebiyat dili, gündelik dil diye ayrılamaz ve her birine ayrı ilkeler uygulanamaz. Bilim ve teknik terimlerin Türkçeleri vardır. Teknik terim sözlüklerinin hazırlanmasıyla birlikte teknik ve bilim Türkçesinin kullanılması, eğitim, sanayi ve bilim kurumlarımızca sağlanmalıdır. Türk bilimcilerine yeni kavram karşılıkları geliştirme görevi düşmektedir. 

          Türkçe bir siyaset ya da ülkülem konusu değildir. Yıllardır süregelen kavgalardan ‘‘sözcük mü, kelime mi?’’vazgeçip ayrıntılar bir yana, öncelikle Türkçenin temel alınması üzerinde bütün Türk aydınlarının birleşmesi gerekir. Bilim ve teknik ile uğraşacak olan kimselerin birkaç yabancı dil bilmeleri elbette çok yararlıdır. Okullarımızda yabancı dillerin çok kolay bir şekilde öğretilemediği bir gerçektir. Yabancı dil öğretimi için yaz kurslarında, çağdaş, işitsel, görsel olarak verilecek yöntemlerle kazandırılabilir. Bugün Çince gibi zor bir dil dahi bu yöntemler sayesinde birkaç ay içinde ABD’de öğretilebilmektedir. Ülkemizde 1953 yılından sonra, Türk parasıyla, eğitim dili İngilizce olan okullar açıldı. Yabancı dil bir araç halinden çıktı ve ön amaç haline gelmeye başladı. Anayasamıza göre oysa resmi dili Türkçe olan Türkiye için eğitim dili Türkçedir. 

          Hem yabancı dili hem fizik ve hem de matematik gibi zaten pek çok öğrenciye zor gelen konular aynı anda, aynı ders içinde öğretmek diye bilimsel bir yöntem olmamalıdır. Öğrenci çapraşık bir matematik sorununun inceliklerini mi, yabancı sözcüğün ne demek olduğunu mu, yoksa dil kurallarını mı hatırlamaya uğraşacak? Böyle bir eğitim düzeninde yabancı dilde fen bilimleri de iyi öğretilemez ve ezberciliğe kaçılma ihtimali yüksektir. Bir öğrenci, fen bilimlerini en açık ve en seçik biçimde kendi anadiliyle öğrenebilir. Bundan sonra yabancı dili okuyabilecek, terimlerini anlayabilecek kadar öğrenmekte bir zorluk yoktur. Burada amaç bilgileri edinmek; yaratıcı ve yapıcı, çözüm bulucu şekilde düşünebilmektedir. Yardımcı dil olarak bir ya da birkaç yabancı dil elbette öğrenilebilir. Böylelikle araç sağlanmış olup amaç saptırılmamış olur. Burada amaç bir yabancı dili kendi anadilinden daha iyi bilmek değildir.

          Dil ana kültürün, Atatürk’ün anladığı tam bağımsızlık duygusunun ve ulusal benliğin temelidir. Dilimiz her dala kolayca yetişebilen, açık seçik, üstün bir türetme yeteneğine sahip ve yabancı dilcileri bu anlamda kendine hayran bırakan bir dildir. Kendi dilimize verdiğimiz önem uluslararası haysiyetimizin ve onurumuzun önemli bir göstergesidir.

           Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün okullarında eğitim dili Türkçe olmalıdır. Yabancı dil ek olarak verilmeli ve kesinlikle Türkçenin yerini almamalıdır. Kendi dilinde düşünebilme zevk, onur ve bağımsızlığından hiçbir Türk vatandaşı mahrum edilmemelidir. 

          Eğitim dili İngilizce olan okulların sayısı giderek artmıştır. Özellikle bazı okullarda eğitim dili fen derslerinin dışına taşmış bütün dersleri kapsamaya başlamıştır. Eğitimin amacı önce kendi toplumuna uyabilen ve önce kendi dilini tümüyle ve mesleğinde bilen insanlar yetiştirmektir. Eğitim dilinin yabancı dil olması da aynı zamanda kısıtlı olan eğitim dayanaklarımızın israfına yol açmaktadır. Yabancı dilden araç olarak yararlanılmalıdır. Türk dili bizim benliğimizi ve birliğimizi ifade eder.

           Bugün dünyada her ülkede bir ya da birkaç dil öğretimi yapılır ancak eğitim dili, ülkenin kendi ulusal dilidir. Öğreniminde yabancı dile özel bir ağırlık verilenler de olabilir. Bu kişiler çevirmenler ve yabancı dil uzmanlarıdır. Her dilde özellikle siyasal, iktisadi ilişkimiz olabilecek her ülkenin dilinde, o ülkeyi yerinden tanıyacak, o ülkeleri, bize dost veya düşman oldukları zaman tanıtacak uzmanlarımız olmalıdır. Ancak ister mühendis ister iş yöneticisi isterse öğretmen olsun, önce kendi dilini ve mesleğini bilmeli, yabancı dilden ise araç olarak yararlanmalıdır. Yabancı dil okulları, yabancı dil öğrenme yaz kampları, çeviri okulları, yabancı ülkeler üzerine uzman yetiştirme fakülteleri açmak gerekir. Ama genel eğitimde Türk dili feda edilmemelidir. Atatürk Türkiye’sinin resmi eğitim dili Türkçedir… Yabancı dil ek olarak öğretilmeli ve Türkçe’nin yerini almamalıdır.[2]

          Türkçeyi zenginleştirmek konusunda bir şeyler yapılmalıdır. Daha zengin bir Türk dili için sözcüğe giden yollar araştırılmalıdır. Sözcüğü giden yolları bilmek kadar yok eden nedenleri de bilmemiz gerekir. Türk dili binlerce sözcüğün yol edildiği belki de tek dildir. Bizim yabancı dillere, başka dillere kendi dilimizden daha çok ilgi duymamız bu yok oluşun en önemli sebepleri arasındadır. Osmanlılar döneminde Türkçeye eğitim, bilim ve edebiyat dili olma şansı verilmemiştir. Bu yüzden dilimiz işlememiş, işletilmemiş, yeni sözcükler, terimler yaratılmamış, var olan sözcükler ise bir mezarlığa gömülmüştür. Sözcüğe giden yolardan biri, tarama ve derleme yolu ile, yok ettiğimiz sözcükleri bulup ortaya çıkarmak ve yazarların kullanmasını sağlamak olmalıdır. Bu konuda sadece araştırmacılara değil, yazarlarımıza da çok iş düşmektedir. Bir yandan eski metinleri bulup okumalı bir yandan da halk diline kulak verilmelidir. Nurullah Ataç, yıllardır sözcüklerin değil, halk dilinin bazı sözdizimsel özelliklerini de yazı dilinin dışına itildiğini belirtir. Devrik cümleyi örneğin buna örnek verebiliriz. 12. Ve 13. Yüzyıl Türkçesine bakıldığında ‘‘Uluyollar kişioğlunu ulukentlere götürür, keçiyolu dağlara çıkarır.’’ Yunus’un dilinden bu güzel Türkçe örneğini görürüz. Bu çok saf ve temiz bir Türkçedir. ‘‘Uluyol’’, ‘‘bulvar, cadde’’ demektir. ‘‘Ulukent’’ de bugünkü ‘‘büyükşehir’’ ya da ‘‘metropol’’ün karşılığı… Yabancı dillerin bakısı sonucu bu sözcükleri yaşatamamışız. Aslında sözcükler çok kolay doğmadıkları gibi çok da kolay ölmezler. Örneğin ‘‘uluyol’’ sözcüğü 1920’lere kadar yaşar. Bu sözcüğü yazarlarımız fark edip yazı dilinde yaşama şansı vermedikleri için dil mezarlığına atılmıştır. Türkçede yeni sözcüklere götürecek önemli bir yolda derleme ve tarama çalışmaları yapmak ve bunların dışında eklerden yararlanmaktır. Türkçe’nin yüz altmıştan fazla eki vardır. Dilbilgisi kitapları bunları yapım ekleri, çekim ekleri diye ikiye ayırır ve sanki çekim eklerinden sözcük üretemeyeceğimize dair kafamızda bir fikir uyanır. Halbuki çekim ekleriyle de sözcükler yaratılabilir. İçtenlik, içtenlik-li, sıradan (iş), havadan (kazanç) sözcükleri bu yolla türetilmiştir. Bu yüzden dilbilgisi ve yazım kılavuzlarının yeniden yazılması gerekir. Halk diline bakarken ‘‘lisan-ı avam’’ aşağılamasından kurtulmak gerekir. Unutmamak gerekir ki Luther de İncil’i çevirirken köy köy dolaşıp halk dilindeki sözcükleri derlemiştir. Sözcüklere yeni anlamlar yüklemek de aynı zamanda dilimizi zenginleştiren yollardan biridir.[3]

          Yapılan propagandalarla, halkta yabancı dille öğretim yapan okullardaki eğitimin kaliteli olduğu düşüncesi yerleştirilmiş ve orta öğretimde başarılı ve zeki öğrenciler bu okullara yönlendirilmiştir. Devletin öncülük ettiği yabancı dille öğretim, pek çok akademisyen tarafından da savunulmaktadır. Bu kişiler geçmişi Arapça ve Farsça konusunda eleştirmekte ancak sonuçları açısından hiçbir farkı olamayacak bir duruma hizmet etmektedirler. Türkiye üniversitelerindeki akademik yükselme için aranan yabancı dilde yayın yapma şartı da yine devlet kurumlarının dil konusundaki tercihlerini göstermektedir. Yabancı dille öğretimin ilk ve ortaöğretim kurumlarına, ana okullarına kadar yaygınlaşmış olması, Türkçenin geleceği açısından oldukça ciddi bir tehdittir. Devletin yabancı dille öğretimi başlatıp yaygınlaştırması, vakıfların ve kişilerin kurduğu eğitim kurumları içinde özendirici olmuştur. Bu durumun sonucu olarak da halk dilinde de değişmeler meydana gelmektedir. Özellikle büyükşehirlerde iş yeri adları ile marka adları büyük ölçüde yabancılaşmıştır. 

-Eğitim ve öğretimin her kademesinde yabancı dille öğretime derhal son verilmeli ve buna devlet öncülük etmelidir.

-Halka hitap etme durumunda olan herkesten (radyo ve televizyon sunucuları, eğitim kurumlarında çalışanlar, din adamları vb.) dil titizliği ve edebi zevk aranmalıdır.

-Ülkenin bilim kurumları, Türkçenin bilim dili olması için Cumhuriyet’in ilanından sonra başlatılan çalışmaları, aynı bilinçle devam ettirmelidir. 

-Üniversitelerdeki yapılan bütün çalışmalar öncelikle Türkçe olarak ve Türkiye’de yayınlanmalı ve eğer gerekiyorsa bu yayınlar daha sonra yabancı dile çevrilmelidir.

-Üreticilerin ürettikleri mallara Türkçe adlar vermeleri özendirilmelidir.

-Türkçeyi sokaktaki yabancı durumuna düşüren iş yeri adlarının Türkçe olması sağlanmalıdır. 

-İlköğretimin ilk yıllarından itibaren öğrencilerin düzgün cümle kurma yeteneklerini ortadan kaldırarak düşüncelerini ifade edemez hale getiren test sistemi sorgulanmalıdır.

-Eğitim kurumlarının ilk basamaklarından itibaren öğrencilere edebi zevk sahibi olabilecekleri eserler seçilerek okumaları sağlanmalıdır. 

Devleti ve eğitim kurumlarını yönetenlerin, ülkede bir Türkçe sorunu olduğunun farkına varmaları ve bu sayılan ve buna ilave olabilecek tedbirlerin hayata geçirilmesi gerekir. Mesleği Türk Dili ve Edebiyatı olanların, bu alanların yalnızca günlük geçimin sağlandığı bir alan olmaktan öte bir anlama sahip olduğuna inanmaları ve bu inançla hareket etmeleri gerekmektedir.[4]

KAYNAKLAR

1- Aksoy, Ömer Asım (2019). 2000 Sözün Eleştirisi Dil yanlışları. İstanbul: İnkılâp Kitabevi Yayınları.

2- Ateş, Kemal (2014). Dil Hurafeleri Türkçenin Güncel Sorunları. Ankara: İmge Kitabevi.

3- Gürer Gülsevin ve Erdoğan Boz (Edt.) (2006). Türkçenin Çağdaş Sorunları. Ankara: Gazi Kitabevi.

4- Sinanoğlu, Oktay (2019). Bir Nev-York Rüyası Bye Bye Türkçe. İstanbul: Kayhan Matbaacılık.

Dipnotlar           

[1] Aksoy, Ömer Asım (2019). 2000 Sözün Eleştirisi Dil yanlışları. İstanbul: İnkılâp Kitabevi Yayınları. s. 6

[2] Sinanoğlu, Oktay (2019). Bir Nev-York Rüyası Bye Bye Türkçe. İstanbul: Kayhan Matbaacılık. s. 35, 53-57, 59.

[3] Ateş, Kemal (2014). Dil Hurafeleri Türkçenin Güncel Sorunları. Ankara: İmge Kitabevi. s. 32-34, 36, 37.

[4] Gürer GÜLSEVİN ve Erdoğan BOZ (Edt.) (2006). Türkçenin Çağdaş Sorunları. Ankara: Gazi Kitabevi. s. 336-340.

Yazar
Burcu BOLAKAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen