Türkçemiz

Türkçe, en eski dillerden biridir, “yaşayan diller” içinde, en eski târihli yazıtlara sâhiptir. Zamânın akışı içinde, çeşitli alfabeler kullandık, içinde bulunduğumuz medeniyet çerçevesinde diğer milletlerden kelimeler ve dünyâ görüşümüzü ifâde etmeğe yarayan kavramlar aldık.

Türkistan coğrafyasında iken girdiğimiz İslâm Medeniyeti, o zamanki üstün uygarlıktı; mîlâdî yedinci yüzyılda kurulmuş olan Basra ve Kûfe şehirlerinde dil tartışmaları yapılırken, aydınlar, kapattıkları varrâkîn dükkânlarında sabahlara kadar kitap mütâlâa ederken, sonradan üzerlerinde Berlin ve Paris’in kurulduğu yerlerde, domuz otlatılıyordu. Fransız çobanın kafası, seksene kadar sayacak güce henüz ulaşmadığı için, domuzları dört öbek yapıp “dört yirmi/quatre vignt” diyordu. “Doksan” demek için de, “dört yirmi”ye “on” ekliyordu: quarte vignt dix (Fransızca ‘doksan’ demek oluyor!) İnanılır gibi değil ama, “doksan bir” demek için de hâlâ : “dört yirmi on bir” (quatre vignt dix un) diyorlar, iyi mi?

İngilizce ise, bu miletin mâzisinin ayıplarını hâlâ taşıyor: bir suçla ittihâm dilen kişi, suçlu mu, suçsuz mu, ateş üzerinden yürütülerek karar verilirdi, ateşten etkilenmezse suçsuzdu, bu işe ordeal denirdi, bu kelime hâlâ karakter ve dayanıklılık imtihânı mânâsında kullanılmaktadır.

stake : kazık demektir. Avrupa için zifîrî karanlık Ortaçağda (bizim târih bilmez şaşkınlar, o çağdaki üstünlüğümüzün, medeniyeti bizim temsîl ettiğimizin farkında olmadıkları için, utanmadan ‘ortaçağ karanlığı’ lâfı ederler), dinden çıktığı kabûl edilenler, kazığa bağlanıp yakılarak öldürülürdü. Günümüz ingilizcesinde, stake kelimesi fiil olarak, ‘tehlikeye atmak’ ‘riski göze almak’ gibi anlamda kullanılmaktadır.

insular : adaya âid, ‘dar kafalı’ demektir. anadili ingilizce olanların vatanının ada oluşu ve ‘dar kafalı’ mânâsına ‘adaya âid’ demek olan bu kelimeyi kullanmalarına ne demeli?

Türkçemiz ise, aynı medeniyet dâiresi içindeki başka milletlerden kelime alırken, çok seçici davranmış, işi, ‘zevk ve ferâset’ süzgecinden geçirmiştir. Meselâ, Arapçadan “meslek” kelimesini almışız. O kelime, Arapçada, bizdeki anlamında kullanılmaz; Araplar bizim ‘meslek’ dediğimiz, İngilizlerin profession dedikleri kavram için “mihne” kelimesini kullanırlar. Meslek, sulûk (bir yola sapmak, bir yolu tutmak)dan gelir; kişinin mesleği, hayâtında tuttuğu yoldur ve şahsiyetini belirler. “İş” sözü ne kadar kuru ve derinliksiz kalıyor!

“Teşebbüs” kelimesi, “şebes” (peltek se) kelimesinden türetilmiştir. Araplar, “teşebbüs etmek” yerine “muhâvele” kelimesini kullanırlar. Şebes, “kene” demektir. Teşebbüs sâhibi, müteşebbis, üzerinde olduğu işe “kene gibi yapışan” demek olur. “Girişimci”, Türkçe kökenlidir, iyi, hoş da, bu arada “bir şeyler” kaybolmuyor mu? bu yeni kelime epeyce yeğni kalmıyor mu?

“İbtilâ” kelimesi “belâ”dan türetilmiştir. Belâ: imtihân, sınama demektir. Mübtelâ da, “kötü bir şeye alışmış olup o şeyden kurtulma sınavı vermesi gereken” demek olur. “Kötü alışkanlığa yakalanmış olup bu alışkanlıktan kurtulması umulan” mı diyelim “mübtelâ” için? Yoksa sâdece : “kötü alışkanlık kurbânı” diye işi iyice basîtleştirelim mi? sığlıktan ne zaman kurtulacağız?

Bir milletin dili ve târihi, titizlikle korunması gereken en değerli hazînelerdir. Târihini iyi bilmeyen millet, hâfızasını kaybetmiş zavallı kişiye benzer; dostunu, düşmanını ayırt edemez. Hele o millet geçmişte büyük işler başarmışsa, gelecekte de başabilecek güç ve yetenekte olduğunu bilemez. Dilinden kelimeler atan milletin beyninden yüzbinlerce hücre kazınıp atılıyor demektir. Atılan kelimelerin o dile yerleşmesi için yüzlerce yılın geçmesi gerekmiştir; kelimeler, bir milletin târîhî mâcerâsının belgeleri, işâret taşlarıdır.

Türkçemizi hoyratça kullanan, ‘merâsim’, ‘tören’ kelimeleri varken utanmadan, iğrenç bir yüzsüzlükle seremoni lâfını medyada kullanan şımarık, gerçekten de İngiliz’in stake‘ine bağlanmayı hakketmiyor mu?

“Türkçeyi Korume ve Geliştirme Kanunu”ndan çok söz edildi ama, bir türlü çıkarılamadı. En etkili denetim, “kamuoyu denetimi”dir. Öyle şuurlu, bilgili bir kamuoyunu meydana getirmek için de, Türkçe’nin “çok iyi” öğretilmesi gerekir. Ne kadar tekrar edersek azdır: Yirmi beş yıl müddetle, Türkçe ve Edebiyat, Tarih öğretmenlerine, şimdiki aylıklarının ÜÇ KATI AYLIK verilmelidir. Böylece, en zekî ve kabiliyetli, cevherli gençlerin birçoğu Türkçe ve Târih öğretmenliğine yönelir, onların yetiştirdiği, dilini ve târihini iyi bilen, şuûrlu gençler, bu ülkenin gerçek temînâtı olurlar.

 

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen