Yiğitlerin Öz Kardeşi: At

“Yemin olsun, o harıl harıl koşular koşanlara,
Ateşler çakıp saçanlara,
Sabahleyin baskın basanlara,
Derken bir toz duman savuranlara,
O anda bir topluluğu ortalayıp dalan kuvvetlere…” Adiyet (1-5).

Kutsal kitabımızda atlar övülür; üstüne binince dolu dizgin giden, düşmanın içine korkusuzca dalan, süvarisini koruyup-kollayan, insan gibi rüya gören atlar…

Yine; Enfal 60, Nahl 8, Sad 31-33, Haşr 6, Âl-i İmran 14. Ayetlerde methedilir at.

Allah atı yaratarak, Türklere emanet ve armağan etmiştir. Çünkü; at, Türk’ün kanadıdır, uçunca. yoldaşıdır, göçünde .öz kardeşidir, yiğitlerin barışta ve savaşta.

Miracıdır hayvanların, bu yüzden insan gibi ad verilir ona. İnsan gibi mezarı vardır. Andımız olur, at, avrat, pusat. Türk; çadırda doğar, at üstünde ölür. Atı ile gömülür mezara.

Türk; atla öyle bütünleşmiş ve kaynaşmıştır ki ona, ata yapışık millet de denir.

Yund, toruğ, göçüt diğer isimleridir atın. Dört ayağı, altı kanadı olan atların. Gökten, rüzgârdan, topraktan, sudan yaratıldığına inanılır efsanelerde. Atlar; rüzgârdan altı kanadı ile gökte uçar, toprakta su gibi akar. Köroğlu’nun atı, sudan çıkan bir aygırın, at sürüsü içinde bir kısrağa aşmasından doğmuştur.

Pertev Naili, Paris rivayetinde bunun, Amuderya’dan çıkan bir aygır diye tasrih edildiğini haber vermektedir. Ak Han ve Atın-Taycı adlı Altay-Türk masalında, çocuğa (kahramana) verilecek at (Ak-Kır at) ve elbise Tanrı tarafından gönderilmiştir.

Dede Korkut Hikayeleri’nde Kam Büre Bey-oğlu Bamsı Beyrek’e can, mallarını kurtardığı için bezirganlar bir deniz kulunu “Boz Aygır” hediye ederler.

At sürülerine sahip olmak gibi, hayatlarının vazgeçilmez unsurları ile tanınan Kırgızlar, Er Manas için “Aymanboz” adlı atı layık görürler. Bu notlardan anlıyoruz ki; canlının yaşaması için elzem olan dört unsur (anasır-ı erbaa), atın geldiği menşeiler olarak kabul ediliyor. Prof.Dr. Şükrü Elçin “Atların Doğuşları ile İlgili Efsaneler” adlı makalesinde, atları dört grupta toplamaktadır:

Gök Menşeli Atlar: Sibirya Türk-Moğol kavimlerinin telakkilerinde at sürülerinin İlahi bir menşeden gelme inancı yatmaktadır.

Rüzgâr Menşeli Atlar: Atın rüzgardan doğduğu inancı, İslami kaynaklardan yayılmıştır. Rivayete göre, Allah Poyraz yeline dostlarıma sebeb-i izzet ve düşmanlarıma sebeb-i zillet olması için senden bir mahluk yaratayım demiş. İşte bu attır.

Mağara-Toprak Menşeli Atlar: İslami an’aneye göre şimdi bilinmekte olan atları Allah, Hz. Adem’in Kabe toprağından halk etmiştir.

Sudan Çıkan Atlar: Bu motif tamamen Türkler’e mahsustur.Türklere komşu bütün kavimler, bu, su menşeli atları tercih etmiş ve aramışlardır.

Prof. Ahmet Caferoğlu; “Atlar taşıdıkları üstün nitelikler dolayısıyla güç anlarda, hem konuşan, hem de binicisine öğütler veren ve böylece Tanrısal ve büyü gücüne sahip, insan zekası üstünde bir çok fikrî meziyetleri de kendilerinde toplayan bir kuvvet ve kudret örneğidirler” der.

Dede Korkut’da, Bamsı Beyrek, düşmanlar tarafından esir edilince atı “Boz Aygır” O’nu bekler. Beyrek mahpûsluktan kurtulunca otlamakta olan atına doğru ilerler, Boz Aygır, Beyrek’i tanır ve iki ayağı üzerine kalkarak kişner.

Beyrek, Boz Aygır’ı şöyle öğer:

Açık açık meydana benzer senin alıncığın!
İki şepçerağa benzer senin gözceğizin!
İpeğe, ibrişime benzer senin yeleciğin!
İki ikiz kardaşa benzer senin kulacığın!
Eri muradına erdirir senin arkacığın!
At demem sana, kardaş derim,
Kardaşımdan yeg!
Başım beraberi,
Başıma iş geldi yoldaş derim,
Yoldaşımdan yeg! dedi.

At başını yukarı tuttu, bir kulağını kaldırdı, Beyrek’e geldi. Beyrek, atın göğsünü kucakladı, iki gözlerinden öptü, sıçradı bindi. Destanlarda kahramanın atı, O’nu çoğu defa ölümden kurtarır. Bilhassa Köroğlu’nun “Kır At”ı efsanevi özellikler göstererek dikkati çeker. Köroğlu’nu, düşmanlarını takip eder, O, atını derin bir suya salar, takip edenler boğulurlar, atı O’nu yüzerek öbür tarafa geçirir. Bir başka rivayet, Köroğlu’nun babası atları seçerken, bir sürüyü “Tuz Göl”üne sürer, içinden yalnız “Kır At” kurtulur, ihtiyar da O’nu alır. Genel olarak atlarda sezgi gücü üstün derecededir. Destanlarda kahramanın atı, güç durumlarda daima sahibine yardımcı ve O’nu uyarıcı olur. Dede Korkut Hikâyeleri’nde Beğil-oğlu Emre, düşman üzerine yürüyünce, düşman kokusunu atı “Al Aygır” alır, ayağını yere vurarak sahibini haberdar eder. Aynı Hikâyeleri’ni Uşun Koca-oğlu Seğrek Boyu’nda, Seğrek uyurken altmış silahlı düşman, Seğrek üzerine gelirler. Seğrek’in bindiği Aygır, yularını çekerek O’nu uyandırır.

Atların destanlarda rastladığımız özelliklerinden biri de kahramanın ölümünden sonra, insanlar gibi yas tutmalarıdır. Manas Destanı’nda, Er Manas bir kez öldüğü zaman atı, av köpeği ve av kuşu, Manas’ın mezarını beklemişler ve insan gibi konuşmuşlardır. Köroğlu’nun ölümünde Kır At, bir insan gibi yas tutmuş, kırk gün yem yememiştir. Bey Böyrek Hikâyesinde, Bey Böyrek’in atı “Benli Boz”, sahibi esir edilince, bir taşın dibinde yedi sene kalmış üstünü yosunlar bağlamıştır.

Türklerde ata binmeden ad dahi alınamayacağını düşünürsek, atın kahramandan kopmaz bir parça olduğuna hükmetmiş oluruz. Kahramanın gerçek adı, ana ve babasının verdiği ad olmayıp, atı ile birlikte gösterdiği kahramanlıktan dolayı aldığı da oluyor. Nitekim Dede Korkut Hikayeleri’nde baş-kahramanlar atlarının adlarıyla birlikte anılmaktadırlar: “Boz atlu Kam Gan-oğlu Bayındur; Konur atlu Kazan; Boz Aygırlu Beyrek” gibi.

Önden bir geyik çevikliği, yandan bir gemi oynaklığı, geriden bir kaya mehabetiyle görünüp, bileklerin narinliğiyle gövdenin kuvvetindeki tezadı birleştirerek, kuyruğuna kıvrak bir istifham edası, yelelerine sevimli bir kanat çevikliği, keyifli zamanlardaki ayak atışlarına yazı yazar gibi manalı bir eda veren at; diğer hayvanların seçkin taraflarını kendinde topladığını bilircesine kuğular misali boyun kırıp, bakışlarına merallerin yumuşaklığını sindirerek, şahlanışında arslandan da üstün bir mehabet gösterdiği halde, koşmasına kanatsız bir kuş süzülüşü hafifliğini verebilen at kişnemeye başladığı zaman, artık diğer hayvanlardan da, insanlardan da ayrı, sırf kendine mahsus bir imtiyaz haline gelir. O kişnemelerde, ya dişisine karşı sesin tannan şehvetini, yahut sahibine karşı memnunluğunun kıvrak neşesini, yahut da düşman baskınına karşı endişenin ikazlı edasını duyarız. Evet at yalnız güzel değil güzellikler mecmuasıdır.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Beyitinde Yahya Kemal mübalağa yapmıyor, bir gerçeği ortaya koyuyor.

Sayıca küçük Atlı Türk birlikleri; Çin Saraylarından Büyük Okyanus’a, Rusya’dan Kuzey Denizine, Himalayalar’dan Hint Okyanusu’na kadar en görkemli fetihleri yaptılar. At ve binicisi arasında ruh ve gönül birliği bulunur. Geniş bozkırda binicisine hareket serbestîsini ancak at verebilir.

Sılasından ayrılan süvari atıyla birlikte kader birliği kurar. Altı bin yıl önce başladı atla kardeşliğimiz. Dilimizde sözlük olacak büyüklükte atla ilgili kelime, deyim ve atasözü mevcuttur.

“At murattır.” der, başlarız söze. Atın rengi yoktur, don’u vardır: kır, kula, yağız, alat, demirkır, boz, doru… Yürüyüşüne; eşkin, yorga, rahvan, tırıs, dörtnal denir.

Atla yapılan sporlar; at yarışları, çöğen, cirit, kılıç sallama, yamba kapma, gökböri, at güreşi…

Pek çok dildeki atla ilgili kelime ve kavramlar Türkçeden alınmıştır.

Dünyada ilk orduyu kuran Mete, askerlerinin disiplin, sadakat ve cesaretlerini ölçmek için atlarını hedef alarak ok attırırdı. At, hem servet, hem yoldaştı. Ona zarar verilemezdi.

Oğuz Kağan, çocuk yaşta at sürüleri güttüğü için övülür. Ormandaki ejderhayı at sürülerine ve halka zarar verdiği için öldürür. Zoya Tülek’in Aktulgar adlı atı gökte uçar, ayağı pek az yere değer. Efendimiz Miraca çıkarken Burak isimli ata benzeyen bir binite binmiştir.

Yiğitlerbaşı Hz. Ali, atı Düldül ile nice kafir kalesini zapt etmiştir.

Kaşgarlı Mahmut eserinde 200 civarında atla ilgili kelime verir.

Evliya Çelebi, ata olan sevgisini şöyle anlatır:

“Hakkaki atlar eşrefi mahlûkattır. Kum hallaki alem küheylan atların hakkında Kur’an’ı Azim’de ve fırkan-ı mecitte sure-i sata: “İza araza
aleyhi bilâşyı safinatıl-ceyyt” buyurmuşlardır. Onun için bu hakir, atları pek sevip elli bir yıldan beri atsız olamamışımdır. Yiğite de küheylan at lazımdır. Zira at ben-i Ademin karındaşıdır.”

On iki hayvanlı Türk takviminde aylardan biri Yund’tur. İnsanlara verilen alp ünvanı, Alp Saçı olarak Gültekin’in atlarından birinin adıdır.

Fatih’in, Genç Osman’ın atlarının ziyaretlere açık mezarları bulunmaktadır.

Şehitlik, gazilik gibi dini mertebeler atlara da verilmiştir. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırmak bir Oğuz töresiydi.

At üzerinde gün doğmadan bir akarsuyu yedi kere geçene sihir tesir etmez.

Atın soluğu hastalıklara iyi gelir, eve bereket getirir. Nazardan korunmak için evlere at başı asılır. Suya atılan at başı yağmur getirir. At olan eve şeytan, cin girmez. At göğe, koç toprağa kesilir.

Türk edebiyatında atla ilgili o kadar çok eserler verilmiştir ki, saymakla bitmez. Alp Er Tunga’da, “Erge at andak kim gökte ay.” (Gökte ay, erkete at süstür) denir. Keloğlan, Şahmeran masallarında at rivayetleri pek çoktur. Köroğlu’nun Kıratı, Battal Gazi’nin Aşkarı, Manas’ın atı, Zoya Tülek’in Aktulgarı kanatlıdır, gökte uçarlar, âb-ı hayat içmişlerdir, o yüzden ölümsüzdürler. Türk atı; tehlikeyi sezer, binicisini uyarır, sohbet eder, öğüt verir.

Nef’i, IV. Murat’ın atları için kaleme aldığı Rahşiye adlı Kasidesinde şöyle der;

Bârek-Allah zehî rahş-ı hümâyûn-simâ
Ki komuş nâmını sultân-ı cihân Bâd- Sabâ
Ne sabâ sâ’ika dirsem yaraşur sür’atde
Ki seğirdirken ana sâyesi olmaz hem-pâ”

(Allah mübarek etsin! Ne de mübarek simalı at!/Ki – onun adını – cihan padişahı – IV. Murad – Bâd-ı Sabâ koymuş/ Sabâ rüzgarı da ne demek? Hızına, yıldırım desen yeri var, yaraşır/ Öyle ki koşarken, gölgesi bile ona arkadaş olamaz)

Köroğlu, Kırat’ı övmekten zevk alır:

İnce uzun boylu kalem bacaklı,
Terazi tabanlı göğsü yelekli,
Bir geyik misali hatun bilekli,
Kalkana benziyor döşü Kıratın.

. . . . . . . . . .

İnişe gidince ceylân inişli
Yokuşa gidince keklik sekişli
Karakuş boyunlu bozkurt bakışlı
Kız yeleli alma gözlü Kıratım

. . . . . . . . . .

Çamlıbel’den aştığımı görmüşler
Kıratımın sekişinden bilmişler
Şu gelen koç Köroğlu demişler
Kız yeleli alma gözlü Kıratım

Öte yandan Dadaloğlu, sevdiği ile atı ayırt etmeden metheder:

“Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kıratı bir de güzeli
Değip on beşine kendim bileli
Severim Kıratı bir de güzeli
Atın beli kısa boynu uzunu
Kuru suratlısı elma gözünü
Kızın iplik iplik süt beyazını
Severim kır atı bir de güzeli
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü
Kalem kulaklısı çekiç başlısı
Güzelim dal boylu samur saçlısı
Severim kır atı bir de güzeli
At koşu tutmasın çıktığı zaman
Yalı kaval gibi yıktığı zaman
At dört kız on beşe yettiği zaman
Severim kır atı bir de güzeli

Buna karşılık Gazi Giray Han; atı, ahu gözlü, peri şekilli sevgiliden üstün tutar.

Severiz esb-i hünermend-i sabâ reftâri
Bir peri şekl-i sanem bir gözü ahu yerine
(Ahu gözlü, peri şekilli bir sevgili yerine, hünerli ve sabâ rüzgarı gibi giden atı severiz.)

Aşk, cenk, kahramanlık türkülerinde atın kutlu adı anılarak murat getirici uğruna inanılmıştır.  Kader ve sevinçte atla paylaşılmıştır. Tarih yapan ve değiştiren kahramanların heykellerini atsız nasıl düşünebiliriz? Şaha kalkmış bir atın görkemini başka nede bulabiliriz?

Polonyalılar, “Türk atlarının Vistül ırmağından su içtiği gün” kurtulacaklarına, Giritliler, Ada’ya önce Türk atlarının daha sonra Türklerin ayak basacağına inanmışlardı.

Kızılelma, Hakan’ın atının ayak basacağı yer değil miydi?

Gökyüzü kocaman bir tuğ avucunda
Aha, almıştır uzağı Ağustos atlarımız.(1)

Serhat yiğitleri sefere çıkmayı türkülerle kutlardı
Yine de şahlanıyor kolbaşının kır atı

Görünüyor bize sefer yolları
Davullar çalsın da cengi cengi var deyu

Görünüyor bize sefer yolları
Sefersiz olmaz er evlatları

İstiklal Savaşında Ege’de söylenen şu türküde zaferi atla kazanma inancı ve ümidi vardır;

Kıratımı nallatırım
Düz ovada oynatırım
Beş bin Yunan karşı gelse
Ben atıma çiğnetirim.

Savaşın zaferle biteceğinin müjdesini şahlanan atlar verir:

“Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor.”(2)

O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler. Yerin altındadır şimdi eli öpülecek insanlar ve üstüne binilecek güzel atlar…

KAYNAKLAR

1 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

2 Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Yazar
Ahmet URFALI

AHMET URFALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1955 yılında Emirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversite tahsilini, Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji üzerine lisans eğitimi gördü. Yurdun değ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen